top of page

Bölüm VI - Kanlı Oyun ve Sessiz Kadın

Mevzu insanlar olduğunda beklentiyi yüksek tutmak büyük bir hataydı. <> Onu "Spartaküs" yapan fikir ve düşüncelerini düzenli olarak çiğnemesi onları değersizleştirmiyor ve hayatını yok etmiyordu da ne yapıyordu?


☆》¤《☆


HYPATİA


Yunan filozof, matematikçi ve astronomun; arenaya yaklaştıkça verdiği kararının doğruluğuna dair duyduğu inanç zayıflıyordu.


Bedievre arkadaşını güvende hissettirmek için uzun ve güçlü kolunu bir an bile onun omzundan çekmiyor, sürekli etrafı süzüyor ve yakınlarından geçip gidenlerden onlara doğru bakma cüretinde bulunanlara kadar herkesi bakışlarıyla korkutarak kendilerinden uzakta tutuyordu.


İlk sorun; cesaretini bırakın Hypatia'nın yanında dev gibi duran Bedievre'nin, aylarca aç bırakılmış aslanlarla aynı odaya kapatılmanın bile kıramayacağı kadar içmiş bir ayyaş, genç kadına asılınca çıktı. Hypatia'yı sıradan halka ayrılmış tıkış tıkış tribünlerde ilerlerken fark edip gözüne kestiren sarhoş adam, onun uzun eteğini sağ elinin parmaklarına doladı ve diğer elindeki içkisinden bir yudum alıp çekti zayıf kumaşı. Hypatia çekildiği gibi yırtılan eteğin çıkardığı sesle adama döndü. Ayyaş, kadının dikkatini çekebildiği için keyiflenmişti:


"Yanıma gelmez misin güzellik-" Bedievre'nin olaya el atmasına zaman ve fırsat vermeden Hypatia tek başına sorununu çözüverdi: Adamın çenesiyle sandaletinin ucunu tanıştırdı. Ardından da problemin Bedievre'lik kısmı baş gösterdi: Ayyaş herifin; arkadaşlarının bir kadından dayak yemesini kaldıramayan dostları kafalarını, tehditkar bir havayla toplu olarak Hypatia'ya çevirmişti.


Bedievre'nin; kadının önüne geçip hepsinden büyük cüssesiyle üzerlerine doğru yürümesi, grubun sahte cesaretlerini anında söndürmüş ve gözlerini bakmaları gereken yere geri döndürmelerini sağlamıştı.


Sonunda iki kişilik bir boşluk bulup oturabildiklerinde Bedievre ilk iş olarak ortalığı kolaçan ettikten sonra:


"İlk kimler çıkacak?" diye Hypatia'nın önüne bir soru attı ve arkadaşının sorusunu yanıtlayabilmek için pelerininin cebindeki notu aramaya başladı genç kadın. Gerçi notu bulması pek bir işine yaramadı çünkü Zwanet'in Yunanca yazma yeteneği yedi yaşındaki bir çocuktan fazla değildi.


"Plon ve... Themeus?" Hypatia kargacık burgacık şekillere anlam yüklemek için yoğun bir uğraş ve emek verirken yanında oturan ufak oğlan Bedievre'nin merakını giderip Hypatia'yı sonuçsuz kalacak bir uğraşla vakit kaybetmekten kurtardı.


"Plonthemeus ve Barca açılışı yapacak." Zayıfça, kahverengi kısa saçlı ve eksik dişli küçük çocuk bez torbasından iki figür çıkartıp onlara gösterdi. "Bu ve bu." Dikkatlice tuttuğu figürler, ahşaptan yapılma gladyatör oyuncaklarıydı.


"Teşekkürler küçük adam." Hypatia gülümsedi. "Programın geri kalanını biliyor musun acaba?"


"Tabii ki!" Peltek peltek konuşması, hızlıca konuşmaya çalışmasını olduğundan tatlı hale getiriyordu. "Plonthemeus ve Barca, Gannicus ve Hannibal, Agnus ve Yenese, Kirne ve Pann, İbnum ve Spartaküs, Crixus ve Rabonius..." Hypatia çocuğu daha fazla dinlemedi; Bedievre merakını gidermiş, Hypatia da öğrenmek istediğini öğrenmişti zaten.


"Teşekkürler küçük adam."


"Bak, benim favorim bunlar!" Çantasından birkaç tane daha figür çıkartıp kadınla arasındaki boşluğa dizdi. "Plonthemeus, Hannibal, Spartaküs, Agnus, Rabonius-"


"Mestronius, insanları rahatsız etme ve oyuncaklarını kaybetme." Annesinden yediği ayarla heyecanın ışıltısını kaybeden yüzü düştü Mestronius'un. Hypatia ona üzülüp oyuncaklarını toplamasına engel oldu.


"Sorun değil, aslında seni dinlemeyi çok isterim Mestronius. Benim adım da Andromache."


"Gerçekten beni dinlemek istiyor musun?"


"Evet." Hypatia, Mestronius'un sıcak ve minik elini sıktı. "Tanıştığıma memnun oldum. Ne kadar güzel ve çok oyuncağın var, bunları nereden aldın?"


"Babam yapmıştı." Genç kadın oğluna tahtayı incelikle oyarak onlarca oyuncak yapmasından Mestronius'un babasının iyi bir baba olduğunu, sorusuna kendisinden beklenmeyecek bir şekilde sessize cevap vermesinden çocuğun bu konu hakkında konuşmak istemediğini ve babasının başına iyi şeyler gelmediğini anlamıştı.


"Çok yetenekli bir adammış." Mestronius konuyu değiştirmek için daha fazla beklemedi.


"Bak, bu Hannibal. Asıl ismi Achillenius'muş ama Kartaca'dan köle olarak Capua'ya gelip gladyatör okuluna satılınca ismini değiştirmiş."


"Çok manidar bir isim almış." diyerek güldü Hypatia. Mestronius onun neye güldüğünü anlamaya ve konuşmaya devam etse de Hypatia bir süre daha Roma'nın gelmiş geçmiş en büyük yenilgilerini aldığı adama bir süre daha güldü. Ardından daha önce yalnızca kaba taslak bir resmini görme şansı yakaladığı adamın küçük tahta heykelini diğerlerinin içinden ayırt etmeye çalıştı ve tahminini çocuğa gösterdi. "Bu Spartaküs'tü, değil mi?"


"Evet. O; Trakya Savaşı'nda elde edilen kölelerdenmiş, biliyor musun? Ben o zaman yoktum ama annemin dediğine göre lejyonlar için Trakyalıların ordusu karıncalardan farksızmış. Sen o zaman var mıydın?"


"Evet fakat savaşla ilgili yalnızca babamın anlattıklarını biliyorum. Ve o da Trakyalıların lejyonlara karşı olağanüstü bir direnç gösterdiğini, savaş sonunda Roma'nın tüm köyleri ve evleri yakıp yıktığını, nehirlerin kızıl akmasına sebep olacak kadar masum insanın öldürüldüğünü söylemişti."


"Umarım iyi ganimet toplamışlardır." Söylediklerini hiç umursamayıp omuz silken çocuğa dehşetle bakan Hypatia için aslında bunlar başlangıçtan başka bir şey değildi.


Dev arenanın baş köşesindeki en yüksek, güvenli ve rahat locaya kurulmuş imparatorun; kalkıp halkı selamladığı, günün anlam ve önemini belirten konuşmasını hiç de kısa sayılmayacak süre boyunca tek bir çıt çıkarmayan binlerce insan, festivalin başladığı resmen ilan edilip imparator susunca kulakları sağır edecek çığlıklar atarak tüm şehri ayağa kaldırdı, inletti.


Dikkati bir anda tamamen arenaya yönelen ve gözü başka hiçbir şey görmeyen çocuktan Hypatia belki de çekmemesi gereken bir vicdan azabıyla da olsa ondan oyuncularından birini ödünç alıp çantasına atıverdi ve herkes gibi sahneyi izlemeye başladı.


Açılışı yapacak gladyatörlerin efendileri ve kendilerinin isimleri duyrulduktan sonra gladyatörler arenaya gittikçe daha çok coşan kalabalığın tezahüratları ile giriş yaptı ve ardından Hypatia'nın görüp görebileceği en kanlı oyun başladı.


Kumlara kan döküldükçe oturdukları yerde kalkan, keyiflenen, bağıran ve daha fazla kan isteyen insanların içinde Hypatia, kendini o kadar yalnız ve güvensiz hissetmişti ki çıkardığı pelerini hava cehennem kadar sıcak olduğu halde geri giydi ve kumaşa sıkı sıkı sarınıp küçücük olmayı, yok olmayı diledi.


İnsanoğlu kendi türünden, canından başka insanların acı çekmesini ve ölmesini zevkle seyreden, kana doymayan ve kana aç bir canavardı. Küçücük çocuklar bile ellerinde hayvanlardan aşağı görülen insanların figürlerini birbirine vurarak bağırıyor ve daha fazla, daha fazla kan görmek istiyordu.


Daha önceden defalarca kez reddettiği bir gerçeği bu kez çok net olarak kabul etti: Mevzu insanlar olduğunda beklentiyi yüksek tutmak büyük bir hataydı.


Kadının; kurtarmak için hayatını tehlikeye atacağı insanları hayal kırıklığıyla izlerken kendi halkından korktuğunu, huzursuz olduğunu fark eden Bedievre, ona sarılmak amacıyla eğildiğinde Hypatia irkilerek bedenini geri çekti. Öylesi bir transa girmişti ki yanındaki arkadaşının varlığını unutmuş ve onu başkası sanmıştı.


Zaman ve dakikalar geçtikçe açık kahve kumlar bordo rengini aldı, bazıları gitti, bazıları geldi, yere un çuvalı gibi yığılan vücutlar çekiçlerle ezilip dümdüz edildi. İki gladyatör dövüşünün arasında -sanki saniyeler önce birileri ölmemiş ve dakikalar sonra tekrar biri ölmeyecekmiş gibi- müzik aletleri çalınıp şarkılar söyleniyordu.

Gözü görmeye alışık olmadığı şiddet ve nefrete alıştıkça Hypatia sakinleşmiş, titremesi geçmişti. Artık gösteriyi -korkusu ve dehşetinin yerini alan saf düş kırıklığının dışavurumu olan- ruhsuz yüz ifadesiyle izliyordu.


Halk misyo işareti kaldırmadığı için rakibinin canını aldıktan sonra kanlı ellerine tutuşturulmuş palmiye yaprağıyla arena etrafında zafer turu atan adamın, tanışmayı uzun zamandır beklediği adamla aynı kişi olduğuna inanamamıştı. İnandıkları ve idealleri, Hypatia'nın duydukları tarzındaysa nasıl gözünü bile kırpmadan, kolay bir insan hayatını sonlandırabiliyordu?


Adamla göz göze gelmiş gibi olmaları dahi Hypatia'nın yüzünde tek bir mimik oynatamadı.

Artık hiçbir şeyden emin değildi. Tanışmaya geldiği adam, anlatıldığı gibi biri miydi yoksa kan dökmekten başka bir şey bilmeyen bir yaratık mıydı? Peki kendisi kimdi? Yunan filozof, matematikçi, astronom, Aspasia, Andromache, Hypatia... Genç kadın hangisi olduğunu, hangisi olması gerektiğini bilmiyordu.


Öyle bir muallakta kalmış, kafası karışmıştı ki Faunus* ile Minerva** bir araya gelip kafasındaki düğüm olmuş düşünceleri çözemezdi.


☆》¤《☆


SPARTAKÜS


Trakyalı gladyatör, gladyatör okuluna adım attığı andan itibaren hayatı çoğu kişiye göre yücelmiş, amaç ve onur kazanmıştı. Ona göre ise yok olmuştu.


Hayat nedir? Yaşamak nedir?  İnsan neyle yaşar?

Hypatia ve Spartaküs'ten çok çok sonra dünyaya gelen Tolstoy "İnsan merhametle yaşar." derken Tagore'ye göre bir başkasının yaşama sebebi değilsen yaşamanın bir anlamı yoktur. Spartaküs'e sorarsanız insanı yaşatan şeyin "savunduğu değerler" derdi . İnsanların kalbi durur, bedenleri toza dönüşür ve unutulurlardı. Asıl ölümün unutulmak olduğu kabul edilirse yaşamak için hatırlanmak gerekirdi. İnsanı yüzyıllar sonraya taşıyan, yaşatan da bu durumda fikirleri ve düşüncelerinden başka bir şey olamazdı.

Spartaküs; bir insanın başka insanları -yurt edindiği toprakları ya da sevdiklerini korumak dışında hangi gayeyle olursa olsun- öldürmesinin canîlik olduğuna inanıyordu. Ve o bir grup Romalının canı öyle istedi diye kendisiyle aynı kadere sürüklenmiş başka insanları sık sık öldürmek, kendisine kimlik kazandırıp onu "Spartaküs" yapan fikir ve düşüncelerini düzenli olarak çiğniyordu.


Arkadaşlarının yanına dönebilmek için başka çaresi yoktu fakat sebep olan şeyler ve kişilerin değişmesi; sıfırı böleceğiniz sayıyı değiştirmenizden farklı değildi, sonuç hep aynıydı: hiçlik. Sıfırı isterseniz bire isterseniz bine bölün, bölüm sıfır olur; tribünlerdeki insanları, kutlama bahanesini değiştirin; Spartaküs'ün inandığı şeylere karşı gelmesi onları değersizleştirip Spartaküs'ü öldürüyordu.


Zırhını ve silahlarını kuşanıp bir beceriksizin, yirmi yıldır tahtta oturan bir beceriksiz oluşunu kutlamak için güney kapısından arenaya giriş yaptı. Rakibi kesinlikle kolay lokma değildi, bunu iddia edemezdi ama Spartaküs de değildi. Onu nakavt etmek on dakikadan fazla zamanını almıştı. İnsanların, gerçekten iyi bir mücadele vermiş İbnum'a misyo işareti kaldırmasını beklerken tam tersiyle karşılaşması ve adama son nefesini verdirmesi ise çok daha kısa sürmüştü.

Kazananın palmiye yaprağıyla arena etrafında koşması, kalabalığın daha çok coşması için yapılan birçok hareketten ve gelenekten biriydi. Spartaküs, elinde palmiye yaprağıyla sahneyi turlarken seyircilerin yaptığından asla haberi olmadığı ve olmayacağı bir şey yaparak onları gözlemliyordu. Onca insanı nasıl izleyebiliyor, neden izliyor demeyin; kurduğu planlar için gözlem, sanılandan daha fazla önem arz ediyordu ve Spartaküs bu yüzden eline geçen her fırsatı değerlendiyordu.


Bir hayatın sonlanmasını çığlık çığlığa kutlayan insanlar görmeye alışık olan adamın beklemediği; Spartaküs'ün zaferiyle coşan kalabalığın ortasında, sükûnetle etrafı süzen bir kadındı. Hızını düşürüp gözlerini kısarak elinden geldiğince incelediği genç kadın, Capua'nın güneşten kavrulmuş tenli yerli halkından değildi. Gerçi arenada kazandığı maçın sonucuyla ilgilenmediği de hesaba katılınca Romalı olma ihtimali bile düşüktü.


Arkadaşlarının yanına dönüp içlerinden birini dövüşe uğurlayınca gördüğü tuhaf kadını unutuverdi.


☆》¤《☆


Faunus*: Roma mitolojisinin bilici tanrısı.
Minerva**: Roma mitolojisinin bilgelik tanrıçasıdır.  Sanat ve ticaret ile anılmıştır.
 
 
 

Recent Posts

See All

Comments


  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page