top of page

Kurban (Sherlock Holmes Hayran Kurgusu) Bölüm 4: Dört Emir Tarikatı

Dünyanın en tehlikeli türlerden biri,' diye söze girdi, "işsiz, arkadaşsız kadındır. En zararsız ve çoğunlukla da en faydalı insanlar olmalarına rağmen, yine de başkalarını suça teşvik eden en büyük güçtürler. Biçaredir yalnız kadın. Göçebedir. Onu ülkeden ülkeye, otelden otele götürecek kaynaklara sahiptir. Çoğunlukla, nereden geldiği belli olmayan emeklilik ödeneklerinin ve huzurevlerinin arasında kaybolmuştur. Kurtlarla dolu bir dünyada küçük bir kuzudur. Kurt onu kaptığında merak eden kimsesi çıkmaz.

"Sherlock Holmes: Gerçekler Kanıt İster" Arthur Conan Doyle


¿?


-63. Gün

Alışık olunanın dışında sıcak ve açık bir havası vardı o gün Londra'nın. Güneş kocaman, yakıcı ve ışıl ışıldı. Tek bir meltem bile esmiyor, yaprak kıpırdamıyordu.


Nadiren omuzlarından ayırdığı paltosunu kolunun altında taşıyacak kadar sıcaklamış Sherlock ve kısa adımlarıyla ona yetişmeye çalışan John, Müfettiş Lestrade'nin aniden ortadan kaybolan kocasının nerede olduğunu öğrenmek isteyen bir kadının vakasını çözmesine yardım ettikten sonra 221B Baker Caddesi'ne dönmüşlerdi. Speedy'nin Yeri'nde karınlarını doyurmuşlar ve artık eve girme vakti gelme gelmişti fakat bir sorun vardı, sorun da Sherlock'tu:


"Sherlock? Hey!" John hipnoz olmuş gibi gözlerini kısmış siyah bir kamyonete bakan Sherlock'un gözünün önünde parmağını şıklattı ve onun trans halini bozdu. "O Ford Ranger ile derdin ne senin?"


"Hiç." Sherlock birden durduğu noktadan ok misali fırlayıp eve girdi, ışık hızında merdivenleri tırmandı ve dairesine öyle bir girdi ki kapı arkasındaki duvara çarptı. Ona yetişmeye çalışırken nefes nefese kalan John da kapıya çarptı tabii. Bu yüzden evin her yerine dağılmış siyah takım elbiseli adamları ve salondaki müşteri koltuğuna kurulmuş yaşlı adamın karşısında oturan, yanakları utançtan kızarmış ve kıkır kıkır gülen Bayan Hudson'ı görüp tepki vermesi Sherlock'tan geç oldu.


"İlahi Tom!"


"Tom?" Aralarındaki samimiyet Sherlock'un dikkatini çekmişti. Bayan Hudson gülerek yerinden kalktı ve tezgahtaki çaydanlıktan taze çay alıp eve yeni giren kiracılarını görmezden geldi.


"Misafirperverliğiniz, harika sohbetiniz ve lezzetli İngiliz çayınız için çok teşekkürler Bayan Hudson." dedi Tom.


"Lütfen bana Louise de Tom." Sherlock ve John'un şaşkın bakışlarla takip ettiği Bayan Hudson hâlâ gülüyordu.


"Peki Louise." Vito Corleone* tipli Tom'un yaşı en az Bayan Hudson kadar vardı, evdeki diğer adamlarla uyumlu olacak şekilde siyah takım elbise giyiyor ama onlardan farklı olarak gömleğinin cebinde hercai renginde bir mendil taşıyordu. "Henry Louise'ye benim kartlardan verin." deyip yanındaki genç delikanlıya el hareketi yaptı Tom. "Misafirperverliğin için çok teşekkürler ve canın gerçek bir sohbet arkadaşı isterse beni aramaktan çekinme lütfen Louise ama Bay Holmes ve Bay Watson geldiğine göre biz erkeklerin iş konuşma vakti gelmiş demektir."


"Ah bu gerçekten harikaydı." Bayan Hudson Tom'un etkisinden çıkamamıştı, liseli bir ergen gibi gülerek gitmeden önce John'un omzuna vurup "Size iyi eğlenceler çocuklar." dedi. Sherlock da kapı kapanınca sordu.


"Ona ilaç mı verdiniz?"


"Tabii ki hayır Bay Holmes." Tom espri zannettiği soruya karşılık kahkaha atsa da Sherlock gayet ciddiydi, o ve arkadaşının gergin gergin bakışmasını fark etmesi gülüşünü ortada kestirdi yaşlı adama. "Lütfen oturun ve bizim çocuklardan çekinmeyin. Güvenlik nedeniyle onları yanımdan ayıramıyorum ne yazık ki. Ayrıca sürpriz ziyaretim ve evinize baskın yapar gibi girdiğim için de affınıza sığınıyorum. Tahmin edebileceğiniz üzere bunlar da birer güvenlik tedbiridir." Adamın güven vermek amacıyla konuşmasının daha çok şüphelendirdiği iki adam, Tom'un karşısındaki koltuklarına oturdular ama diken üstündelerdi.


"Buraya vakanızı bizimle paylaşma amacıyla geldiğinizi varsayarak sorununuzu sormadan önce neden gizlice evimize girdiğinizi öğrenmek için can attığım belirtmeliyim. Beklemek bu kadar mı zordu?" Alnı şişmiş John, agresif bir şekilde konuştuktan sonra defterini ve kalemini hazır etti.


"Ah evet, evet! Öncelikle evinize gizlice girmedik, ev sahibenizden bizi içeri almasını rica ettik. Sebebi ise tamamen sağlıkla alakalı, yaşlılıktan dolayı çok uzun süre oturamadığım gibi çok uzun süre de ayakta duramıyorum. Arabanın içinde de dışarıda dikilerek de gelmekte hiç aceleci olmayan sizi bekleyemezdim."


"Kendisi dördüncü evre parkinson hastası, John." Sherlock, buzdolabından aldığı buz torbasını arkadaşına attı. "Tek elinizde titreme, hareketleriniz ve konuşmanızda yavaşlama, motor becerilerinde azalma, mimik ve jestlerinizde fakirleşme var. Ön dişlerinizdeki sararma ve dudağınızda sonradan oluşmuş ovalliğe bakılırsa geçmişte sıkı bir sigara tiryakisiymişsiniz, ikide bir boş olan ceket cebini yokladığınızdan yakın zamanda işin ciddiyetini anladığınız ve tütünü bıraktığınızı söyleyebilirim."


"Sanırım şaşırmamam gerekiyor." William sanki her şeyi biliyormuşçasına rahat olan Sherlock'a tebessüm etti. "Ben Thomas Rotheram-"


"Almanya'nın adalet bakanını evimizde ağırlıyormak sana da ünümüzün ülke sınırlarını aştığını hissettirmedi mi John?" John gözlerini kırpıştırarak bir Sherlock'a bir Thomas Rotheram'a baktı, duyduklarını sindirmesi için biraz vakit gerekmişti.

"Almanya adalet bakanı mı?"


"Aynen öyle." diye sakince onayladı Thomas, ardından konuya döndü. "Gönül isterdi ki bu sadece bir dostluk ziyareti olsun ancak belki başka zamana çünkü buraya tahmin ettiğiniz gibi iş konuşmak için geldim. Anlatmaya başlamadan önce size ve ağzı sıkılığınıza güvensem de bu sorunun çok ciddi ve hızlı bir konu olduğunu ayriyeten belirtmek isterim." Thomas'ın kaşlarını kaldırarak attığı bakış, hoşuna gitmeyecek durumlar oluştuğu taktirde bunları hoşa gitmeyecekla yollarla çözeceğini söylüyordu adeta. "Otuz yıl kadar önce en güvenilir adamlarımızdan birinin kız çocuğu oldu. Kendisinin ailesinde daha önce seyredilen birtakım hastalıklardan dolayı özel doktoruma danışmasını tavsiye etmiştim ve doktor korktuğumuz gibi hastalıkların çocuğa geçebileceğini söyledi. Biz de kızı özel bakıma aldık ki hastalık gözlenirse anında tedavi edilsin, vakit kaybedilmesin ve hastalık ilerlemesin.

Doktorun öngördüğünden çok daha kötü bir durumla karşılaşınca kendisini daha ağır ve ciddi bir gözetime bizzat ben aldırdım. Babası olan adam yıllardır Almanya'ya ve bize bir fiil hizmet eden, çok değerli ve artık adeta aile olduğumuz insanlardan bir tanesiydi. Bu yüzden çocuğunun sağlık problemleri anlaşılır anlaşılmaz iyiliği için elimizden gelen her türlü şeyi yapmaya çalıştık. Lakin zaman ilerledikçe durumu kötüleşti ve ne yazık ki bunu anlayamayacak hale gelip tutulduğu özel bakımevinden kaçtı."


"Bunun için polise gidebilirdiniz, siz Almanya'nın adalet bakanı değil misiniz? İsterseniz peşine özel harekat bile takabilirdiniz." John sıradan bir kişiyle görüşmeseler de onlara sıradan bir kayıp vakası sunulmak üzere olduğunu sanmıştı. "Sizi bize getiren ne?"


"Denemediğimizi mi sanıyorsunuz?" Thomas elini kaldırınca sol arka tarafındaki adamın kendisine verdiği dosyayı sehpaya, Sherlock ve John'un önüne attı. "O kız son derece tehlikeli bir akıl hastası. Şizofreni, sosyopati, psikopatlık, sosyal fobi, anksiyete... Ne ararsanız var.


On yıl önce herkesin iyiliği için tutulduğu özel bakımevinden dokuz adamımı zehirleyip birini vurarak kaçtığında adalet bakanı olarak elimde olan tüm gücü ve bireysel kaynaklarımı onu bulmaya yönelttim. Polisler, uluslararası istihbaratlar, ajanlar, özel harekat... Hiçbiri işe yaramadı. Toplum içinde bulunması düşünemeyeceğiniz kadar tehlikeli ve on yıldır elini kolunu sallaya sallaya insan içinde dolaşıyor. Daha fazla buna göz yumamayacağım için size başvurma kararı aldım."


"Sizin gibi güçlü ve her yerde eli kolu olan biri için bir kız çocuğunu bulamamak oldukça sinir bozucu olmalı, yanılıyor muyum?" John kaşlarını çatarak "Çeneni kapa." diyen bakışlarını kaşınan Sherlock'a dikti.


"Bu güçlü ve her yerde eli kolu olan adamın ve daha önce çok kez başvurduğu polislerin on yıldır dünyanın her yerini karış karış aradığı ve bulamadığı kadını küçümsememenizi tavsiye ederim Bay Holmes." Thomas içinde bir sürü fotoğraf ve belge olan dosyayı göstererek iki adamdan incelemelerini istedi. "Şu an söz konusu olan kadın; daha önce benim de küçümseme hatasına düştüğüm, on farklı dili farklı aksanlarla konuşabilen, kılık değiştirme ustası, ikna kabiliyeti en üst düzeyde, hacker ve soğukkanlı bir katil."


"On mu? Azmış." Odadaki herkes sözlerine anlam veremedikleri Sherlock'a böm böm baktı. "Bir adı var mı kendisinden deli gibi korktuğunuz bu kadının?"


"Ondan değil, yapabileceklerinden korkuyorum ve adamların en son Natalia Check adını kullandığını saptamış." Thomas, John ve Sherlock'a aradığı kadının her biri farklı şekillerde, değişik peruklar ve kıyafetlerle gizlice çekilmiş fotoğraflarına bakmaları için zaman tanıdı. "Ne düşünüyorsunuz? Fikriniz nedir? Vakayı kabul edecek misiniz? Bunu yapabilir misiniz?"


"Elbette yapabiliriz..." Sherlock ayağa kalkıp ellerini cebine koydu ve camın yanında durdu. "...ama yapmayacağız."


"Yapmayacak mıyız? Neden?" Şaşıran John, Thomas'ın insanı ürküten adamları yüzünden kelimelerini Sherlock'tan daha dikkatli seçiyordu.


"Nedenini öğrenebilir miyim peki? Alman olmamız mı?"


"Sakladığınız şeyler olduğunu düşünüyorum." Bu doğru bir tespitti ve bu doğru tespit, Thomas'ı gererek yüzünü düşürdü. "Tam anlamıyla şeffaf olmayı reddeden bir tanık tanık değildir ve ben tanıklarla çalışırım."


"Kararınıza saygı duyuyorum." Thomas bastonundan destek alarak zorlanarak da olsa ayağa kalktı, John'a cebinden çıkardığı kartını uzattı. "Eğer fikrinizi değiştirecek olursanız arayın."


¿?


-46. Gün


John faturaları posta yığınından ayırıp sehpaya attı, kendine gelen belgeleri seçip masaya bıraktı ve bu elemelerin ardından geriye kalan son mektubun dışını inceledi. Zarfta çirkin, kargacık burgacık bir el yazısıyla "Danışman Dedektif Sherlock Holmes'a" yazıyordu. John, mutfakta keman çalan arkadaşına seslendi:


"Sherlock, sana bir mektup var!"


"Kimden?" Sherlock kemanını kutusuna yerleştirirken John cevapladı.


"Miran ne Laydi? Milan Leydo? Açıkçası okuyamıyorum. Kim yazdıysa okumayı yeni öğrenmiş bir ilkokul yedi yaşındaki bir öğrencisinden beter bir el yazısına sahip." Sherlock gelip mektubu John'un elinden neredeyse kopararak aldı ve kendi tarzında önce zarfı, sonra zarfı yırtıp içinden çıkardığı asıl mektubu "incelemeye" başladı.


"Miranne Loayde."


"Bir vaka mı? Gerçi başka ne olacak ki? Bir mail atabilirdi, hangi çağda yaşıyoruz? Ne istiyormuş?"


"Benim dışarıya çıkmam gerek."


"Ne? Ne alaka şimdi bu?" Sherlock hiçbir açıklama yapmadan paltosunu aşırılıktan alıp üzerine geçirdi ve çıktı gitti. "Sherlock! Sherlock! Hey!" John dünyanın en sinir bozucu adamının arkasından -gözüne Sherlock'un gitmeden önce bıçakla duvara sapladığı mektup takılana kadar- lanet saydırdı.


Sherlock birkaç hafta önce Thomas Rotheram'dan aldığı numaraya mesaj atıp konuşmak istediğini söyledi, anında aldığı geri mesajda gitmesi istenen adrese doğru ilerlerken mektubun üzerinde görür görmez ezberlediği numarayı telefonuna girip aradı. Arama, telefon bir kere bile çalmadan direkt açıldı:


"Bayan Loayde?"


"Benim, siz kimsiniz?" İnce sesli kadın yeni ağlamış gibi kelimeleri titriyordu, ağır bir Fransız aksanı vardı.


"Çocuklarınızı bulması için tutmak istediğiniz danışman dedektif, Bayan Loayde."


"Bay Holmes?! Vakayı kabul etmek için aradığınızı söyleyin, yalvarırım!"


"Öyle yapmak için aradım Bayan Loayde, rahatlayabilirsiniz!"


"Şükürler olsun, şükürler olsun!" Kadın hıçkırdı ve burnunu çekti. "Bana diğer herkesin yaptığı gibi inanmaz ve 'deli' dersiniz sanmıştım, çok teşekkür ederim!"


"Aslında Bayan Loayde içimdeki bir his herkesin sandığından çok daha kurnaz ve akıllı bir kadın çıkacağınızı söylüyor." Kadın bir süre sustu.


"İltifatınız için de teşekkür ederim, ne zaman işe koyulacaksınız? Hiç vakit yok!"


"Çoktan koyuldum, merak etmeyin." Sherlock belirtilen buluşma noktasına gelmiş, onların da aynı şekilde geldiğini gösteren bir işaret bekliyordu. "Ancak aklıma takılan ve size sormam gereken birkaç şey var be bunları telefonda konuşmayı uygun bulmuyorum. Mektubunuzda Londra'ya yakın bir kasabada motelde kaldığınız yazıyordu, doğru muydu?"


"Evet."


"O zaman akşam dokuz gibi Beyaz Tavşan Kafe'ye gelebileceğinizi umuyorum. Mektubunuza damladığını fark ettiğim kuşburnu çayının âlâsını yaparlar." Müşterisi, Sherlock'un söylediği son sözü duymazdan geldi.


"Elbette elbette, dokuzda sizi Beyaz Tavşan'da bekliyor olacağım."


Telefon kapandığı gibi Sherlock'un önünde bir taksi durdu, şoför araba hâlâ çalışır haldeyken camını yavaşça açıp kafasını dışarı çıkardı ve sordu:


"En son ne yediniz beyefendi?"


"San Sebastian cheesecake." Sherlock parolayı söyledikten sonra arka koltuğun kapısı, camlardaki filmlerden dolayı dışarıdan gözükmeyen ama arkada oturan başka bir adan tarafından açıldı.


"Lütfen buyrun Bay Holmes." Sherlock araca binip ardından kapıyı kapattı. Araba harekete geçtikten sonra yanında oturduğu -bir iskeletten yalnızca birazcık daha kilolu olan- adam "Bunu yaptığımız için bizi mazur görün Bay Holmes ancak bilirsiniz, standart tedbirler." deyip kafasına etrafı görmesini engelleyen siyah bir başlık geçirdi. Başlığın rahatını bozamadığı Sherlock yol boyunca ne sorun çıkardı ne istifini bozdu.


Bir yere oturtulmasının ardından siyah başlık yüzünden alınınca göz bebeklerinin ışığa adapte olması için gözlerini açıp kapatan Holmes, görüşü düzelince karşısında Thomas Rotheram'ın oturduğu başta olmak üzere birçok detayı daha fark etti.


Almanya adalet bakanı af dilemeye yeltendi:


"Hoş geldiniz Bay Holmes, ilk olarak adamlarımın yapmak durumunda olduğu hoş olmayan hareket ama gerekli tekbirden ötürü dizden özür diliyorum. Eminim nerede olduğumuz şu anda sizin için büyük bir gizem oluşturuyor- "


"Charing Cross ve Holborn arasında bir süre kaybolduğumu itiraf etmeliyim ama Safforn Hill Caddesi'ndeki fırın beni kurtardı: ekmeklerinde özel bir Fransız tadı olan Britanya adaçayı kullanan tek yer. Ardından araba önce sola sonra sağa saptı ve Fleet kanalı üzerinde kendini ele veren bir tümsekten geçti. Bunlar da demek oluyor ki St. James Meydanı'nın kuzeybatı ucundayız ama önemli olan bulunduğumuz yerin konumu veyahut lokasyonu değil, ne olarak faaliyet gösterdiği ve ne anlama geldiği. Duvarlardaki Hitler portreleri, yazılar, tablolar ve taktığınız yüzükteki kutsal işaret Dört Emir tarikatının faaliyet gösterdiği binalardan birinde olduğumuzu söylemek için yeterli ancak işin içine kişisel özdeşi ve tahminleri ekleyecek olursak Dört Emir tarikatının İngiltere merkezindeyiz ve siz tarikatın gizli liderisiniz sayın Thomas Rotheram.

Benim için büyük bir gizem oluşturan tek şey neden gözlerimi bağladığınız."


"Sanırım geleneksel ve içgüdüsel bir hareket." Thomas buruk bir tebessümle güldü. "Peki benim için büyük gizem oluşturan şey be sizce?"


"Neden görüşme talep ettiğim?" Thomas başıyla onayladı. "Vakanızı alacağım."


"Yanlış anlamayın, sevinmediğimden değil fakat kararınızı ne değiştirdi?"


"Olaya farklı bir bakış açısı ile bakmak." Örneğin sizinkine çok benzeyen ve kesinlikle bir yerden sizinle bağlantılı çıkacak başka bir hikayenin farklı bilgiler ve detaylar içeren bir mektupla önüme serilmesi, diye Sherlock'un iç sesi cümleyi devam ettirdi. "Ancak bir şartla, bana tamamen açık olacaksınız." Thomas bu şarttan açıkça hoşlanmamış, gergince oturduğu koltuktaki duruşunu düzeltmişti.


"Size tamamen açılacak kadar nasıl güveneyim? Az önce anladığınız gizli görevim yüzünden kendimden önce düşünmem gereken sayısız şey ve insan var, açığa çıkma ve onları tehlikeye atma riskini alamam."


"İnsanların yüzde altmışının on dakikalık bir konuşma sırasında en az bir kez yalan söylediğini ve ortalama iki ilâ üç yalan söylediğini ortaya çıkardı. Yani birine hiç düşünmeden güvenmek aptallıktan başka bir şey değildir lakin..."


"Lakin?"


"Bana değil çıkarlarıma güvenin. Şu dünyada tarikatınızı ve sırlarınızı açığa çıkarmak lehine olmayacak, sizi umursamayan sayılı kişilerden birisiyim. Tek gayem vakanızı çözmek, ne her şeyden üstün tuttuğunuz gizli kimliğiniz ne de müritleriniz ilgimi şu kadar çekmiyor." Bu yanıt Thomas'ın hoşuna gitmişti. "Ayrıca yalnız konuşmak istiyorum. Karşımda fazla kişinin olmasını sevmem, odadaki aptallık seviyesi artıyor." Yaşlı adam güldü.


"Hans ve Arthur dışındakiler çıksın. Hans, dosya 'o', dosya 'h' ve dosya 's'yi istiyorum."


"Efendim-"


"Hemen."


İkinci bir tereddüt yaşanmadı, odayı denilen iki adam dışındaki herkes terk ettikten sonra Hans adındaki çam yarması "çok gizli" damgalı üç dosyayla dönmek üzere Thomas'ın sol çaprazındaki yerinden ayrıldı. Sherlock, eline bırakılan dosyaları incelerken Thomas açıklamaya başladı:


"Son kullandığı ismiyle Natalie, bakımevinden tek başına kaçmadı, yanında beynini yıkadığı Henry adında bir çocuk da onunla beraber kaçtı ve ardından kayıplara karıştı. Natalie'yi bulmaya çalışırken bir yandan da Henry'yi, onu Natalie'ye karşı koz olarak kullanmayı hedeflediğimiz için arıyorduk ve bir ay kadar önce bulduk da."


"Demek Natalie oğlunuzun aklını yıkadı." Thomas bu tespitin ardından gelecekleri huzursuz bakışlar atarak bekledi. Sherlock dosya "h"yi Thomas ile aralarındaki masaya attığında içindekiler dağılarak masaya yayıldı ve dedektif fotoğraflarla teorisini kanıtladı. "Göz renginiz aynı: az rastlanır bir koyu yeşil. Badem rengi benekler... Sadece doğrudan kan bağıyla geçen benzer kulak kepçeleri... Bu durumda ya kardeş olmalısınız ya da baba oğul. Yaşlarınıza bakılacak olursa ikincisi daha makûl. Henry Blackwood sizin oğlunuz." Thomas derin bir iç çekti.


"Natalie onun öyle bir aklını almıştı ki Henry onun için beni ve tüm tarikatı karşısına aldı. Doktorların dediğini dahi reddediyor, onun hasta değil bir dahi olduğu konusunda diretiyordu. Hiç şüphesiz kaçmasına da o yardım etmiştir, oğlum oluşu ona her kontrolsüz ve sınırsız giriş hakkı sağlıyordu." Thomas'ın gözlerinde keder bir saliseden kısa bir süre için gelip gitti. "Natalie onun için gelecek."


"Başka?"


"Dosya 's' Natalie'nin onu ve babasını doğumundan çok kısa bir süre sonra terk eden ve tarikattan ayrılan biyolojik annesi Susan'a ait. Tarikattan ayrılmak isteyenlere uygulanan özel bir politikamız var, yeni kimliklerle onları yeni bir ülkeye taşıyor ve onlara orada bir iş buluyoruz. Tabii ki bunları bizi açığa çıkarmamaları karşılığında yapıyoruz. Susan'ı da 'Betthany Kelvin' ismiyle Londra'ya taşımıştık ve bir pastanede iş bulmuştuk. Natalie'nin onu bulmak için Londra'ya uğrayabileceğini düşündük. Son dosya olan 'o' Natalie hakkında bulabildiğimiz ve bildiğimiz her şeyi içeriyor. Başka bilmek ya da sormak istediğiniz bir şey var mı-"


"II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanyası'nda gizli mesajların şifrelenmesi ve tekrar çözülmesi için kullanılan şifre makinesi 'enigma' ile ne alakanız olduğunu öğrenmek istiyorum." Danışman dedektif, hem Henry'nin hem de Natalie'nin dosyasında ortak olarak bulunan "enigma" yazılı kağıdı Thomas'a gösterdi.


"O Natalie ve Henry'nin kaçmadan önce müritlerimin ve tarikatımın varlığı, faaliyetlerimiz hakkında buldukları tüm kanıtları topladıkları flash bellek için kullandığımız bir lakap yani şifre çözme makinesi ile bir alakası yok." Thomas'ın bastonundan mendille yüzünü silmek amacıyla yukarı kalkan elinin titremesi enigmanın bahsi geçince birden artmıştı. "Natalie'yi tuttuğumuz evde bilgisayarın da bulunduğu bir kütüphane vardı.


Normalde kütüphaneye girebiliyordu ama bilgisayara yaklaşması bile yasaktı. Hiç dışarı çıkmadığı için onu nasıl oyalayacağını bilemeyen görevliler tarafından zaten bilgisayar çoğu siteye erişim izni olmayan bir internete bağlı olduğundan bu kural esnetilmeye başlandı ve yirmi yıl içinde Natalie durdurulamaz bir hacker oldu çıktı. Hal böyle olunca kaçmadan önce bizim hakkımızda ne bulursa toplayıp yanında götürmesi kaçınılmaz oldu. Anlayacağınız yalnızca Natalie'yi bulmamız yetmiyor, bilgilerimizi depoladığı şeyi de geri almamız gerek."


"Sizin gibi son derece itaatkar bir adamın kızının bu kadar sorun çıkartması ne kadar da tuhaf?" Sherlock ayağa kalkıp ceketinin yakasını düzeltti ve Thomas'ın sağ çaprazında dikilen, saçları kırlaşmış, orta yaşlı Arthur'un gözlerinin içine baktı. "Natalie göz rengini annesinden almış olabilir ama yapısı sizinkiyle bire bir eşleşiyor. Dişlerin boyutu ve şekli her iki ebeveynden de alınabilse de babanın genleri daha dominanttır, Natalie'ye de bundan dolayı Susan'ın dişlek diş yapısı yerine sizin düzgün dişleriniz geçmiş. Çocuğun boyu da büyük oranda baba tarafından belirlenir ve bu da annesi kısa olduğu halde neden sizin gibi uzun olduğunu açıklar."


"Adamımı rahat bırakın Bay Holmes." Thomas birden tehditkar bir havaya bürünürken Arthur'un beti benzi atmıştı. Arkasında buluşturduğu yumruklarını sıkmış ve gözlerini kaçırmıştı. "Öğrenmek istediğiniz başka bir şey kalmadıysa artık bizi rahat bırakın."


"Aslında ben de tam gidiyordum, yetişmem gereken bir randevum var."


¿?

Vito Corleone: 40'lar ve 50'lerin Amerika'sında, bir İtalyan mafya ailesinin destansı öyküsünü konu alan ünlü Godfather filminde Marlon Brando'nun canlandırdığı bir karakter.

 
 
 

Recent Posts

See All

Comments


  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page