top of page

Kurban (Sherlock Holmes Hayran Kurgusu) Bölüm 5: Kurban


31. Gün

Birkaç gündür sürekli Sherlock'un başının etini yiyip ona işkence eden John, aynı faaliyeyi onu düşük bir suratla olay yerine doğru takip ederken de devam ettiriyordu.


Annmarie'nin ortadan kayboluşunda kilit rol oynayan kişi olarak Sherlock'un hiçbir şey işe yarama gayreti göstermemesi, kendisinin başına bir şey gelse onu kurtaracağına dair John'un güvenini sarsmıştı. Sherlock'u Annmarie'den uzun süredir tanıyor olabilirdi ama kimse Annmarie'nin sıradan müşteri ya da tanık olduğunu iddia edemezdi. Sherlock'un ona yardım etmedeki isteksizliği ya kızın ölümüne yol açarsa? Ya benzer bir durumu John da yaşarsa ve Sherlock aynı isteksizliği gösterirse?


İki katlı, canlılığını güneşten dolayı yitirmiş mavi renkli, eski bir evin önünde taksiden inmişler ve Sherlock kapının önündeki Lestrade'yi kayda almadan içeri dalmıştı.


Evdeki adli tıp ekibinin ve polis memurlarının yarattığı kargaşayı görür görmez çileden çıkmıştı:


"HERKES DERHAL EVİ TERK ETSİN! DERHAL!" Sherlock'un ani tepkilerinden ve hiddetinden nasibini almamak için evdeki görevlileri bizzat kendisi çıkartan Lestrade, cesedi kast ederek konuştu.


"Koltuğun arkasında-"


"Biliyorum." Uzun adımlarla merhumun yanına gitti ve çenesinin altından sıkılmış tek kurşunla beyni dağılarak ölmüş bedenin yanına çöktü. Onların yanına gelen Anderson da sesini duyurmak için bağırdı.


"Tek kurşun ve bum! Her yer beyin! Ama hiçbir yerde tabanca bulamadık, katil yanında götürmüş olmalı-"


"Anderson, kapa çeneni! Tüm sokağın IQ'sunu düşürüyorsun!" Anderson geldiği yoldan bozararak geri döndü. John ise Sherlock'un önüne çıkana parlamasını umursamayarak söylenmeye başladı.

"Annmarie'nin nerede ve ne durumda olduğu belirsizken hatta hayatta olup olmadığı bile kesin değilken sen cinayet çözmekle uğraşmayı mı seçiyorsun Sherlock? Sana inanamıyorum! Ben sana inanamıyorum..." Gözü yerde yatan, ela gözleri kocaman açılmış, dip boyası gelmiş, kısa ama incd kadın cesedine takılınca bir anlığına sustu ve sonra konuyu değiştirdi John. "Bu kadını bir yerden tanıyor muyuz?"


"Kendisi Annmarie'nin neredeyse tüm fiziki özelliklerini aldığı biyolojik annesi Susan, yeni ismi ile Betthany Kelvin." Sherlock John'un sorusunu yanıtlayıp çöktüğü ayağa kalktı.


"Ne?!"


"Londra'ya tek geliş amacı bizimle görüşmek değildi, hiç tanımadığı ve görmediği biyolojik annesini de bulmak istiyordu."


"Annmarie'nin silah sesinin duyulup polise haber verilmesinden önce eve girişini kameralar doğruluyor ama çıkışına dair hiçbir kayıt yok. Evin arkasında kamera bulunmayan ara sokağa kaçmak için pencereyi kırıp atlamış olabilir." Lestrade kafasını kaşırken açıklama yaptı.


"Annmarie annesini öldürüp kaçtı mı diyorsun?"John duyduklarına inanamamış, daha doğrusu inanmak istememişti.


"Öldürülmüş olsa göz kapakları açık kalmaz ve eli barut kokmazdı, intihar etmiş." Kendisine can sıkıcı hiçbir sorunun yöneltilmesine izin vermedi. "Kırılan cam nerede?"


"Üst katta, misafir odasında." Sherlock kırık camın konumu hakkında aldığı bilginin önderliğinde merdivenlere yöneldi, Lestrade ve John da onu takip etti.


"Eğer amacı camdan atlayıp kaçmak olsaydı alt kattaki camdan atlardı, üst kattakini seçip yaralanma riskini göze almazdı. Üstelik pencere kilitliymiş ve bütün kırıklar evin içinde, cam dışarıdan içeriye giren biri tarafından kırılmış. Eline yapışmış misali bir an bile ayrılmadığı çantasını salonda bıraktığını, annesinin intiharını ve geçmişini camın dışarıdan kırılmış oluşuna eklersek kaçmadığı aşikar."


"Yani?" Lestrade'nin bomboş bakışları Sherlock'un sabrını sınıyordu adeta.


"Annmarie annesini vurup kaçmadı, kaçırıldı. Bu da onu kaçıranların bize küçük bir hediyesi." Odadaki yatağın üzerine nazikçe bırakılmış bir adet Annmarie'nin cinayet işlenmesine sevinen John'un sevinci, kızın kaçırılmasının ortaya çıkışı ile kursağında kaldı.


"O yaptı! Thomas mıdır nedir? O iş birliği yaptığın lanet olası herif kaçırdı Ann'i!"


"Ben onunla iş birliği yapmadım, onunla iş yapmayı kabul ettim. Her zaman yaptığım şey yani-"

"Senin hatan yüzünden Ann onların elinde Sherlock! Sen anlamadan dinlemeden bilmeden taraf seçtiğin için!"


"Eğer bir taraf seçmiş olsaydım ve bu onlar olsaydı şu anda bu evde bulunmazdım John Watson." Soğukkanlılığı ile tartışmayı noktalayan Sherlock, kendine eşlik eden ölümcül sessizlikle beraber aşağı kata indi ve salonun ortasında durdu.


Öylece durdu. Kendi etrafında döndü ve hayatının ilk on sekiz yılını beraber geçirdiği adamları ve tarikatı onlardan iyi tanıdığı için sonraki hamlelerini tahmin etmemesi imkansız olan, dahi sendromlu kadının bıraktığı herhangi bir izi aramaya başladı.

Annmarie salak değildi ve Thomas tarafından arandığını biliyordu. Annesinin yanına gelerek risk alıyorsa mutlaka bir plan yapmış olmalıydı.

Yapmıştı da. Sherlock buzdolabına yapıştırılmış neon pembe notu özelliğini fark edince onu olduğu yerden söküp dikkatle inceledi:


"Neye bakıyorsun?"


"Bu Anna'nın yazısı." John başını sağa sola salladı.

"Bu onun el yazısı değil. Annmarie'nin kargacık burgacık ve yazmayı yeni öğrenmiş gibi bir el yazısı var, bunun gibi güzel ve italik değil-"


"Hayır o yalnızca bir aldatmaca. Herkesin ulaşabileceği ve görebileceği şeyleri senin dediğin çirkin el yazısı ile yazıyor, asıl yazısı günlüklerinde kullandığı bu yazı."


"Peki kâğıtta ne yazıyor?" dedi Lestrade, Sherlock'un cevabını duyduktan sonra gülüşünü saklamak için elinden geleni yapacaktı.


"İş yüzünden erken çıkmak zorundaydım bebeğim, lütfen beni affet. Söz bu akşam erken döneceğim ve arkadan deneyeceğiz ;)" Lestrade dayanamayıp kahkahayı bastı, John hayal kırıklığı ve utançla başını başka yere çevirdi. Sherlock ise IQ'su araba tekeri kadar olmayan iki adamı görmezden geldi. "Anna'nın annesi bir erkek arkadaşa sahip olamayacak kadar pasaklı, dağınık, güvensiz ve paranoyak bir kadındı. Not ona da olmayan bir sevgiliye de ait olamaz." Mırıldanarak gözlem ve çıkarımına devam etti. "Arka kelimesini neden daha kalın yazdın Anna?" Ardından yavaşça kağıdın arkasını çevirdi ve birden bağırıp diğer iki adamın irkilmesine sebep oldu. "İyot! İyota ihtiyacım var! Bekleyin, vazgeçtim!" Kendi resmen yere atarak Annmarie'nin çantasının yanına çömeldi ve aradığı şeyi içindeki gereksiz bulduğu diğer şeyleri oraya buraya fırlatarak aramaya başladı.


"Ne yapıyorsun Sherlock-"


"Not ile beraber çözümünü de bıraktın, öyle mi Anna?" Bir yandan kendi kendine konuşan Sherlock çantadan çıkardığı iyotu notun üzerine döktü ve harflerin yavaşça belirmesini bekledi. "Lanet olsun!"


"Ne oldu?" John'un sinirleri o kadar bozulmuştu ki artık en ufak şeye kocaman tepkiler veriyordu.


"Günlüğünü yazdığı kodlamayı kullanmış!"


"Bize bıraktığı ipucunu günlüğünde kullandığı yöntemle görünmez yapıp üstüne bir de kodlamış mı? Ne?!"


"Bize değil, bana." Sherlock koltuğa kendini bırakıp bağırdı. "Kağıt ve kaleme ihtiyacım var!"


Bir süre geçen sefer denediği yolla şifreyi çözmeye çalıştı, sonra çok sık yapmadığı bir şey yapmaya karar verdi: Başka bir bakış açısıyla bakmak:


"Ya baştan değil de sondan kodluyorsa..." Ardından pamuk ipliği misali geldi gerisi.


"Çözdün mü? Ne yazıyormuş? Sherlock?!" John sabırsız, Sherlock ise imsanı çileden çıkaracak kadar sakindi.


"Benden haber bekleyin. 104 AM."


"Bunun manası ne?"


"Eve gitmemiz gerekiyor demek. Hadi Watson!" Olay yerini hiçbir şey olmamış gibi terk eden iki arkadaşının arkasından bakakaldı müfettiş.


John da Lestrade gibi Sherlock'un hızına yetişemiyor, az önce olanı anlamlandıramadan yeni bir şeyin ortaya çıkmasını yalnızca ağzı açık izleyebiliyordu. Koştura koştura taksi bulup aynı şekilde eve girdiler, Sherlock dosdoğru şöminenin yanındaki rafa yönelirken John nefes alış verişini düzene sokmaya çalıştı:


"Neden şimdi eve geldik? Neler oluyor Sherlock?"


"Yüz dört AM'in bir radyo frekansı olduğunu tahmin ediyorum."


"Tahmin mi ediyorsun?"


"Evet ve benim tahminlerimin yanlış çıkma ihtimali piyango vurma ihtimalinden düşüktür." Raftan aldıktan sonra frekansını ayarladığı radyodan sadece bir cızırtı geliyordu.


"Burada hiçbir şey yok."


"Şu anda yok." Sherlock çalan telefonuna bakmak için radyoyu bıraktı ve ekrandaki ismi okudu. "Thomas arıyor."


"Ne?!"


"Sessiz ol ve radyoya ver tüm dikkatini. Mors alfabesini kullanarak mesaj yollamaya çalışacaktır." diye arkadaşına kızıp çağrıyı kabul etti Sherlock.


"Merhabalar Bay Holmes." Thomas Rotheram Sherlock'un beklediğinin aksine oldukça sakin bir giriş yapmıştı.


"İyi günler Bay Rotheram."


"Ne yazık ki ben size iyi günler dinleyemeyeceğim. Sizce neden Bay Holmes? Hadi şaşırtın beni."


"Çünkü artık küçük sırrınızı biliyorum." diye yanıtladı Sherlock. "Siz insan kurban eden, çağ dışı faaliyetlerde bulunan bir suç örgütünün başısınız."

"Ben himayesi altındakileri korumaya çalışan dini bir liderden başka bir şey değilim."


"Kendinizi kandırıyorsunuz." İşte şimdi Thomas'ın tepesi atmıştı.


"Bana ihanet etmiş bir adama hiçbir şey açıklamak, inandırmak zorunda değilim."


"İhanet duygusal ilişkilere özgüdür, ortaklar arasında sadece yalan ile gerçek olabilir ve bizim iş ortaklığımızda yalan karşılıklıydı."


"Bana yönelttiğiniz önce suçlamaya, Natalie'nin bana ve insanlarıma verdiği onca zarara karşın eğer uzlaşmaya yanaşırsanız onu geri veririm Bay Holmes. Her şeye rağmen bunu yaparım." Sherlock sustu ve gelecekleri bekledi. "Bu akşam saat on ikide SN radyo istasyonuna gelin, o fahişenin size verdiği tüm kopyaları teslim edin, ben de size Anna'nızı tek parça rahat bırakayım. Tek istediğim o lanet olası belgeler." Thomas'in son ana kadar kararlı ve özgüvenli bas sesi, artık gerginlikten titriyordu. "Ya o çok sevgili Anna'nız ya da belgeler. Seçiminizi çabuk yapın çünkü merhametimi de sabrımı da sonuna kadar tükettiniz."


"Onun benim için bu kadar önemli olduğunu nereden çıkartıyorsunuz?" Sherlock radyoya ve arkadaşına bakarak kıza, yapmasını beklediği şeyi yapabilmesi için konuyu değiştirerek vakit kazandırmaya çalışıyordu.


"İzini sürebilmek için gittiğiniz Susan'ın evinden yeni dönmüşken bunu söylemeniz çok manidar Bay Holmes." Sherlock hâlâ radyodan gelecek mesajın yolunu gözlüyordu. "Ne oldu? Bunu öğrenmem sizi çok mu şaşırttı? Yerin kulağı vardır Bay Holmes-"


"Onun fotoğrafını istiyorum."


"Ne?"


"Anna'nın fotoğrafını istiyorum."


"Yanlış anladınız sanırım Bay Holmes, istekte bulunabilecek konumda değilsiniz."


"Ya Anna'nın fotoğrafını gönderirsiniz ya da SD kartı da uzlaşmayı da rüyanızda görürsünüz." Thomas sinirle homurdanarak telefonu Sherlock'un yüzüne kapattı.


"Bir şey oldu mu?"


"Evet. Radyodaki cızırtı, mors alfabesinde anlam ifade eden belli aralıklarla kesilip devam etti." John Sherlock'a not aldığı kağıt parçasını verdi. "Diyor ki: itsiktirgitsiktirgitsiktirgitsi. Ne kadar anlamlı değil mi?"


"En azından onun Anna olduğundan emin olabiliriz." Radyodaki gürültünün kesilmesi ikilinin dikkatini bir anda üstüne topladı.


"Kağıdımı geri ver!" John kağıdını ve kalemini Sherlock'tan geri alıp not almaya başladı, Sherlock'un ise bir kağıda ihtiyacı yoktu. "herr şeyi kabul et geel bna güven." diye kaşlarını çatarak yazdığını okudu John. "Bu da ne demek?" Sherlock telefonuna gönderilen fotoğrafı açar açmaz Thomas onu geri aradı.


"İstediğinizi aldığınıza göre sıra bende. Belgeler mi, Anna mı Bay Holmes?" Sherlock cevap vermeden sükûnetle bir dakika kadar bekledi. "İyi günler Bay Holmes-"


"Kabul." Thomas sonunda rahat bir nefes alabilirdi.


"Polis yok. Kandırmaca yok. Yalnızca takas, unutmayın Bay Holmes." Thomas tekrar telefonu Sherlock'un yüzüne kapattı.


"Ne diyor? Neler oluyor? Neyi kabul ettin?" John artık bilgilendirilmek istiyordu, ondan bağımsız gelişmelerin yaşanması adamın canını sıkmaya başlamıştı.


"Anna Thomas'a, şu her şeye sebep olan SD kartı ve kopyalarını bize verdiğini söylemiş."


"NE?! İyi de vermedi ki!"


"Thomas bu gün akşam saat on ikide Anna'nın bize verdiğini SD kart ve Anna'nın değiş tokuşu için bizi SN radyo istasyonuna bekliyor olacak."


"Sherlock bu bir tuzak, farkındasın değil mi?"


"Kabul ettim." John bir gerizekalının bile anlayabileceği bir gerçeği, tanıdığı en zeki adamın görmeyi reddetmesi karşısında başını sıvazladı.


"Sen ciddi misin Sherlock? Yoksa beni çileden çıkarmak için kasten mi yapıyorsun?"


"Yanlış gözlem, bunun için özel bir uğraşta bulunmuyorum..." Sherlock koltuğuna oturdu ve cümlesini içinden tamamladı, kendine sakladı. "...yalnızca Anna'nın bir planı olduğuna inanıyorum."


Anna'nın bir bildiği olsa gerçekten çok iyi olurdu çünkü Sherlock ölümünün, bir grup ruh hastasının elinde olmadından daha şatafatlı; cenazesinin, cesedinin kuytu bir köşede çürümesinden Daha dramatik olmasını planlıyordu.


Londra'nın dışında, elli yıl kadar önce terk edilmiş, eski Nazi radyo istasyonuna taksiyle gittiler. John haklı olarak huzursuzdu, yerinde kıpırdanıp duruyor ve dakikada bir oturuş pozisyonunu değiştiriyordu. Sherlock da Almanya'nın neredeyse her kurumunda adamları olan, kökleri ulaşabileceğiniz bütün noktalara ulaşan bir tarikatın tuzak olduğu her halinden belli buluşması yerine Speedy'nin Yeri'ne sandviç yemeye gidiyormuşçasına sakin ve durgundu.


Ruh hali, istasyonun önüne gelir gelmez yirmiden fazla silahlı adam etraflarını çepeçevre sardığında bile değişmemişti danışman dedektifin. Hâlâ hiçbir sorun yokmuş ve hiçbir şey sorun olmayacakmış gibi davranıyordu.


Telefonunu ritmik bir şekilde titreten kısa mesajı okuyup aleti mont cebinin derinliklerine gönderdi, ardından kendi Vito'suna* baktı:


"İşte buradayım Thomas." Sesi duygusuzluk ve tekdüzelikte Siri'ye taş çıkartırdı. Aralarında iki iki buçuk metre olan Thomas Rotheram'ın gözüne sokarcasına üçük, siyah bir kutuyu yukarı kaldırıp salladı. "Uğruna her şeyi tehlikeye attığın o tırnak kadar dahi büyük olmayan SD kartlarla tam karşındayım."


"Sizin istediğiniz de tam karşınızda, içeride." Bastonuna tüm ağırlığını vererek vücudunu döndürdü ve arkasındaki kapalı, kamyon girebilecek büyüklükteki istasyon kapısını gösterdi. "O zaman, daha ne duruyoruz?"


"Bekle, bekle." John'un çıkışı tüm tarikat mensuplarını silahlarına yöneltti. "Annmarie'nin orada olmadığı ne malum? Size nasıl güveneceğiz?"


"Getirdiğiniz SD kartların bir kurmacadan ibaret olmadığı ne malum? Hiçbir şey hiçbir zaman kesin değildir Bay Watson ve anlaşmalarda her zaman iki taraf, birbirlerine birinin diğerine ihanet edebileceği ihtimalini göze alarak güvenmek zorundadır."


"Karşı gelme, uyum sağla." diye fısıldadı Sherlock arkadaşına, kutuyu adama teslim ederken.


"Bizi öldürteceksin seni pislik herif!" Sherlock'a onun gibi fısıldayarak yanıt verdi, Thomas'ın yandaşlarının açtığı kapıdan içeri yürürlerken kalbi ağzında atıyordu doktorun.


"Bana güvenmiyor musun?" Genişçe ve bomboş odanın sonuna kadar ilerlediler.


"Hayır! Lanet olası, hayır..." Ve o ağır, koca kapı birden üstlerine kapandı. "BU DA NEYDİ?!"


"Kapıyı üstümüze kapattılar-"


"GÖREBİLİYORUM SHERLOCK!"


"O zaman neden soruyorsun?"


"SENİN YÜZÜNDEN ÖLÜRSEM VE SEN PAÇAYI SIYIRIRSAN HORTLAK OLUP YAKANA YAPIŞACAĞIM SHERLOCK-" Kulak kanatacak kadar yüksek bir patlama sesi ve büyük kapının gerilerek ciyaklaması ama tüm gücüyle dışarıdaki alevleri dışarıda tutması John'un lafını balla kesti. "Bu da neydi?"


"Bu mu?" Sherlock hiç şaşırmamış gibi görünüyordu. "Annmarie az önce onu yakarak kurban etmek isteyenleri tavuk gibi kızarttı, o yani."


İtfaiye, polis ve ambulans ekipleri gelene kadar John; dövülmekten içi dışına çıkmış Henry ile nispeten daha iyi durumda olan Annmarie'ye ilkel bir ilk yardım uyguladı. Kimse soru sormadı, kimse konuşmadı, kimse hesap sormadı. Ne yerde kendi kanı içinde yüzen, boynuna törpü saplanmış adamın ne de bombanın konusu açıldı.


İtfaiye yangına müdahale ederken polis, şoka giren ve tıbbi müdahaleye ihtiyacı olan tanıkları sorgulamayı erteleyip olay yerini incelemeye başladı.


Henry gerçekten berbat durumdaydı, çocuğun kendi başına nefes alacak hali yoktu, ambulans onu alıp hiç vakit kaybetmeden en yakın hastaneye yola çıktı.


Annmarie ise vazgeçmeden önce polislerin tüm itirazlarına rağmen ifade vermek için ısrar etmişti. Üç kaburga kemiği kırılmamış, dört parmağı çatlamamış, her yeri ezik çürüklerle kaplı değilmiş gibi davranarak hastaneye gitmeyi kabul etmemişti. Doktor ekipleri onun bu halini yaşadığı şoka bağlasa da Sherlock onlarla aynı fikirde değildi.


Annmarie'nin; Dört Emir tarikatının ve Thomas Rotheram'ın, hayatını daha fazla etkilemesine tahammülü yoktu. Yaptıkları pisliklerle beraber geberip gitmişlerdi, artık genç kadını şu kadarcık dahi ne varlıkları ne de yoklukları bağlayacaktı.

Küle dönmüş radyo istasyonu üzerine yağan karı, üşüdüğü için kollarını vücuduna sararak sükûnetle seyreden kızın yanına yaklaşıp ona kalın, yünlü bir battaniye ve Mycroft'un özel arabasından aşırdığı sıcak su dolu bardağı uzattı Sherlock:


"Teşekkürler."


"Sıcak su, ellerini ısıtman için." Sherlock'un işaret ettiği, neredeyse bembeyaz kesilmiş parmaklarını bardağın çevresine sardı Annmarie. "Etkileyici ve oldukça ışıltılı bir gösteriydi." Genç kadın yere bakarak gülümsedi.


"Sağ ol-"


"Annenin amacı hiçbir zaman intikam alıp onları bitirmek olmamıştı, o yalnızca kurtulmak istiyordu. Senin aksine tarikattan nefret etmiyordu, ölesiye korkuyordu. Bu yüzden oencereden geldiklerini gördüğünde öyle bir paniğe kapıldı ki kendini vurdu.

Silah sesi tüm dikkatleri eve çekmiş ve onları hızlandırmıştı, sayıları da çoktu yani yardım çağıracak zamanın ve hepsini tek tek alt edebilme şansın yoktu. Şüphelerini çekmemek için bize ipucu bıraktıktan sonra bodruma kaçıp dikkatlerini başka yöne çektin.


İngiltere ve özellikle Londra Thomas'ın bölgesi değildi, gidebileceği yer sayısı azdı. Getirileceğin yeri tahmin etmen, akabinde doğru planı yapman on beş dakikanı bile almamıştır eminim çünkü asıl zor kısım burası değil. Açıkçası ben, radyo sinyallerini keserek mors alfabesiyle bize mesaj yollamak için kullandığın sinyal kesiciyi nereye sakladığını merak ediyorum." Annmarie sağ ayakkabısını çıkarıp portatif sinyal kesiciyi Sherlock'a gösterdi. "Kendi telefonunu olay yerinde bırakıp anneninkini almak güzel bir fikirdi, peki o nerede?"


"Sudyenimin içinde, onu göremeyeceğin için üzülebilirsin." Sherlock onu tiye alan kadın konuşmamış gibi davranarak yok saydı.


"Thomas seni almak için radyo istasyonuna girdiğimizde bizi, orada sen ve Henry ile bıraktığı canlı bombayla öldürecekti ancak hesaba katmadığı bir şey vardı: bir törpü! Planını suya düşüren, küçümsediği ama en az bıçak kadar işlevsel bir törpüydü, törpüyü kullanarak Thomas ve adamları çıktığı zaman seni bağlayan ipleri kestin ve canlı bombayı öldürdün.


En ufak bir zaman hatası sonraki aşamada bizi öldürürdü çünkü canlı bombanın üzerindeki bombayı alıp çatıya çıkmış ve Thomas'ın dışarıda kalıp içeride ölmemizi izlemek gayesiyle bir an öylece duracağı anın gelmesi için pusuya yattın. O an geldiğinde camdan aşağı bombayı atıp patlattın, patlamayı içeride tutması planlanan kapı -görevini yönü ters de olsa yaparak- bizi korudu ve sen mükemmel bir zamanlama ile hem Dört Emir tarikatının başından hem de tarikattan kurtulmuş oldun lakin benim parmak basmaya can attığım nokta değil, bu..." deyip Sherlock Annmarie'nin mavi taşlı kolyesini boynundan usulca aldı. "Thomas Rotheram akıllı bir adamdı fakat oğlu babasına çekmemiş anlaşılan.

Thomas, Henry'nin sensiz hayatta kalamayacağını bildiğini biliyordu. Onun hayatını değerli kılmak zorundaydın. SD kartı tam da Thomas'ın dediği gibi kopyalayıp aslını bir kolyeye, kopyayı bir bileziğe koyup işi hatıraya çevirdin; verdiğin bileziği, Henry'nin asla yanından ayırmayacağı ama asla asıl değerini anlamayacağı bir objeye çevirdin. Thomas olayı anlamasın diye Henry'yi SD kartların bir yerde saklamışsınız ve o, o yeri biliyormuş gibi davranması için ikna ettin ancak Thomas anladı. Yalnızca bakması gereken yere bakmadı." Büyük taşa basıp küçük hazneyi açınca uğruna neredeyse savaş çıkartacak SD kartı iki tırnağı arasına aldı. "İşte asıl tebrik edilesi hamlen buydu Annmarie."


"Gerçek ismim Opfer* Hans." Gözleri hüzünlü ama duruşu çelik gibi sert ve güçlüydü. "SD kartın benim için tehlikesi ortadan kalktı, onu John'a verebilirsin böylece bloguna koyabilir. Dört Emir tarikatını, faaliyetlerini ve Thomas Rotheram'ın aslında nasıl biri olduğunu açıklamanın en iyi yolunun basına, halka, herkese bunu duyurmak olduğunu düşündüm."


"Kurban..." Sherlock kendi kendine mırıldandı ama Opfer bunu duymuştu.


"Bana doğru düzgün bir isim bulma zahmetine bile girmediler, kaderim olduğunu düşündükleri şeyi suratıma yapıştırdılar." Sherlock ile John'un da bulunduğu kalabalığa ilerlerken Opfer'ın başı, sanki olanlar kendi suçuymuş gibi utançla yere eğilmişti.


"Anna, senin için yeterli mi?" Bu soru, Opfer'ın dudaklarına minicik ama çok şey ifade eden bir tebessüm koydu. Bir süre susarak yollarına devam ettiler, Sherlock kalabalıkla aralarında iki metreden az mesafe kaldığında onu durdurdu.


"Şimdi ne yapmayı planlıyorsun?"


"Açıkçası bilmiyorum, sanırım doğaçlama davranacağım çünkü ne yapmam gerekenden önce, kim olacağıma karar vermem gerek." Sesini kısarak kendini yapacağı itirafa hazırladı. "Tarikat müritlerinin 'aydınlanma ayini' için diri diri yakarak kurban edecekleri Opfer, Almanca öğretmeni Helga Wayne, bilgisayar uzmanı Zeynep Babüroğlu, girişimci ve çevre dostu bir eylemci Cindy Portman, kasiyer Natalia Check... En sonuncusu da ressam ve sanat tarihçisi Annmarie Doyle idi. Anlayacağın aynı zamanda hem çok kimlikli hem de kimliksizim çünkü hâlâ kim olduğumu bilmiyorum. En başından beri bildiğim yegâne şey 'Opfer' olmak istemediğimdi lakin artık hayatıma nasıl istersem devam edebilirim, tek yapmam gereken kim olduğumu bulmak."

"Ressam olduğunu biliyordum." Yeniden Sherlock için ismini yitirip Kişi'ye dönüşen genç kadın, gözlerini devirdi.


"Kendimi bulmak için küçük bir yolculuk yapmam gerek."


"Tayland? Çin?" diye "kendini bulmak"tan yola çıkarak yürüttüğü tahminleri sıraladı Sherlock.


"Nepal."


"Her türlü ihtimale karşı, odanı boşaltmayacağım." Kişi, anlamayarak kaşlarını çattı. "Farkında değilsin sanırım ama hâlâ 'gidecek başka yeri olmayanlar' kategorisindesin."


"Farklı bir sebepten dolayı değil yani?"


"Davalarda işe yarama ihtimali de taşıyorsun." Sherlock kızdan gözlerini kaçırıp ileriye doğru baktı ve kollarını birbirine kavuşturdu.

¿?


Opfer*: Almancada "kurban"

 
 
 

Recent Posts

See All

Comments


  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page