top of page

KURBAN - ¿1? (Sherlock Holmes Hayran Kurgusu)

1. GÜN - Sarı Yağmurluklu Kadın Vakası


Sherlock hiçbir şekilde önündeki kafası bedeninden ayrılmış cesetle ilgilenmiyordu. Ve bu oldukça şaşırtıcı bir durumdu.


Sherlock Holmes dişine göre bir vaka bulduğunda kendisine şeker verilmiş çocuk gibi sevinen tuhaf bir adamdı, gizem çözmek onu çalıştıran ve hayatta tutan yakıttan farksızdı. Normal şartlarda hiçbir şey bir cinayet kadar ilgisini çekemezdi.


Birkaç hafta kadar önce ikide bir durup arkasını kontrol ederek başlayan paranoyaklığı, son günlerde gittikçe aşırılaşmıştı. Geçen gün bir lokantada yemek yerlerken aniden masanın altına girmiş, sokakta yürürlerken John'un hiç beklemediği bir anda ara sokağa koşup çöp kovasının içine atlamıştı ve şimdi de yeni vakasıyla ilgilenmiyordu.


Sherlock hiçbir zaman sıradan bir çocuk, delikanlı ya da adam olmamıştı lakin bunlar bile onun için fazlaydı.


Müfettiş Lestrade morgun kapısında bir noktaya gözlerini kısarak bakan ve başka bir şeyi umursamayan Sherlock'un tavırlarını tolere etmek için elinden geleni yapmaya devam ederek konuşuyordu:


"...maktülün annesinin dediğine göre barınak sahipleriyle ciddi sorunlar yaşamış. Şimdi gidip onlarla konuşacağız." Lestrade'nin başka söyleyecek ve odadaki sessizliği dolduracak sözü kalmamıştı. Bu da morgdaki üç kişinin de artık tek odaklarının Sherlock okduğu anlamına geliyordu.


"Senin eklemek istediğin bir şey var mı Sherlock?" dedi John kaşlarını çatarak. Sabrı taşmak üzereydi ve Sherlock'un dikkati hâlâ dağınık, gözleri "o" noktadaydı. "Sherlock!"


"Ne?" Danışman dedektif "o" noktasıyla göz temasını bozmadan cevap vermişti arkadaşına.


"Hani önümüzde öldürülmüş bir adamın cesedi var ya?" Tekrar dönüt alamamak John'un bardağını taşıran son damla olmuştu. Sherlock'un yanına sinirli ve seri adımlarla ilerleyip tam yanında durup önce ona baktı sonra onun nereye baktığını çözmeye çalıştı. "Nereye bakıp duruyorsun sen?"


"Hiçbir yere!" diye kestirip attı ve kısa bir süre için Lestrade, Molly, John ve az önce kafası kopuk cesede döndü. "Cinayet değil."


"NE?" Döndüğü dört bedenden yaşayan üçü aynı anda, aynı soruyu, aynı adama yöneltmişti. Molly açıklama yapmak için konuşmaya dahil oldu.


"Sherlock az önce adamın boğazına saplanmış bir satır çıkarttık ve sen 'Cinayet değil.' mi diyorsun?"


"Eğer köpek tutuklayabilecekseniz evet bu bir cinayet."


"Bir köpek gelip satırla adama mı saldırdı yani?" Lestrade, Sherlock'un gözlerini devirmesine yol açan salaklığı ve körlüğünün daha da sinir bozucu kıldığı bir tebessümünü saklamak için elinden geleni yapıyordu. Bu da Sherlock'u daha çok sinirlendiriyordu.


"Sherlock, ne dediğinin farkında mısın-" John'un sözünü daha fazla vakit kaybetmemek için keserken gözlerini yine "o" noktaya dikmişti.


"Maktül Gregor Jobs; sokaktan topladığı kedi ve köpekleri kendi evinde tedavi edip eğiten, onlarla çektirdiği fotoğrafları da masasının baş köşesine koyan sıkı bir hayvanseverdi. Dikkatli baksaydınız evin belli yerlerinde birikmiş tüylerden ve bahçedeki pati izlerinden son kurtardığı hayvanın The Perro de Presa Canario ya da kısaca Presa cinsi bir köpek olduğunu, köpeği yeni bulduğunu da onunla henüz masasında bir fotoğrafı olmadığından anlayabilirdiniz ama sadece bakıp gözlemlememeyi tercih ettiniz." Attığı lafın ardından kısa bir nefes molası verdi. "Presa cinsi köpekler; 62 santimetre uzunluğa ve 54 kilogram ağırlığa ulaşabilirler, genellikle koruma köpeği olarak kullanılırlar ve son derece agresiftirler. En ufak bir tehlike sezdiklerinde ölümcül olabilirler ve söz konusu olan köpek yeni evini de geçici sahibini de tanımıyordu.


Gregor, köpeğin sorun çıkartabileceğini düşündüğü -haklıydı- pençelerini kısaltmaya karar verdiğinde hayvan bunu tehdit olarak algıladı. Pençesiyle attığı tek darbe adamın boğazında aslında öldürücü olmayacak bir keşik açtı fakat ikisi de korkmuştu, Gregor yere sırt üstü düşerken köpek kaçtı. Kaçarken masaya çarpıp köpek için et keserken kullandığı ve orada bıraktığı satır yerde yatan Gregor'un boğazına saplandı ve bum!"


Pür dikkat kendisini dinleyen üç kişi, Sherlock'un konuşmasının sonuna eklediği efekt ile irkilmişti. Sherlock birden duvara monte edilmiş dolabın içine girdiğinde ise şaşkına dönmüşlerdi:


"Sherlock? Sherlock! Sen ne yapıyorsun-" John tam bıkkınlıkla dolabın içinden onu çıkartmaya gidecekken Sherlock kapakları açıp dışarı fırladı.


"İçerisi iğrenç kokuyor... Neyse!" Sherlock paltosunu düzeltip üzerini temizledi. "Bu gün eve gelmeyeceğim. Beni yemeğe beklemene ve Sarah ile buluşmak için dışarı çıkmana gerek yok, onu -odamdan ve laboratuvarımdan uzak durmanız şartıyla- davet edebilirsin."


"Sen Sarah ile buluşacağımı nereden biliyorsun?" John çıkışa yürüyen Sherlock'un arkasından bağırdıktan sonra "Bu da soru muydu?" diye içinden geçirdi. "Nereye gidiyorsun? Sherlock SHERLOCK!"


Sherlock'un o gün eve dönmeyecek olması, bardaktan boşanırcasına yağmurda dışarıda kız arkadaşı ile buluşmaya çalışmayacak olan John için iyi bir durum iken o gece, "o" nokta için kötüydü.


Danışman dedektifin; yağan sağanak yağmurun Londra'nın kaldırımlarında oluşturduğu çamurlu göletlerdeki suları paçalarına sıçratan adımlarını, adımlarına uydurduğu kişi rolleri değiştirdiklerini fark ettiğinde kovalamaca başladı.


Sherlock; limon sarısı yağmurluğunun kapüşonuyla yüzünü örtmüş"Kişi"yi girdiği en pis arka sokaklarda, yıkık dökük evler ve çeşitli sebeplerden yollarda sızmış insanların olduğu mahallelerde bile bir an dahi yalnız bırakmamış ve hava kararana kadar takip etmişti.


Londra'nın bulundukları kısmını boydan boya turladığı, sarı yağmurluklu ve kahverengi, nostaljik dosya çantalı Kişi'yi kaybettiğinde Sherlock; karakolun birkaç bina ötesinde olduğunu, Kişi'nin ona daire çizdirdiğini ancak anlayabilmişti.


Birinin onunla dalga geçiyor olma ihtimali birden kafasına dank etti fakat kendisine kızma fırsatını bulamadan sağındaki sokak lambasız çıkmaz sokağa çekildi. Boğazıyla göğsüne iki el bastırırken ayakları ince bir bacak tarafından kitlenmişti:


"Kimsin sen?" Kişi'sinin sarı yağmurluğunu tanıyan ve yüzünü karanlıktan göremese de vücut hatlarıyla sesinin tonundan kadın olduğunu çıkartan Sherlock, kendini birden yere bırakıp onu şaşırttıktan ve ayaklarını kurtardıktan sonra yaptığı hatayı lehine çevirmek için bir an bile tereddüt etmedi: Kişi'nin destek almak için arkasında tuttuğu diğer bacağına vurdu. Düşmeyeceğini biliyordu ve Sherlock da düşmesini istememişti zaten, omuzlarından tuttuğu gibi az önce onun yaptığı şekilde duvara yapıştırdı. Ardından Kişi'nin düştüğü hataya kendi düşmemek adına ona olabildiğince yaklaştı.


"On yedi gün, on üç saat ve kırk yedi dakikayı geçik bir zamandır işsiz gibi durmadan takip ettiğin danışman dedektifim." Hafifçe kafasını geriye çekti ki Ay ışığı yüzünü aydınlatsın ve Kişi onu tanıyabilsin. "Bu soruyu asıl benim sana sormam gerek."


"Neyden bahsettiğinizi bilmiyorum." Sherlock'un onu kıstırdığı yerden çıkmak için çırpındı Kişi. "Beni hemen bırakın yoksa çığlık atacağım."


"Demek Almansın." Kişi'nin nefesi kesildi, bunun açığa çıkmasından hiç hoşlanmamıştı. "İngiliz aksanı taklidini sevdim fakat bununla kandırabileceğin ne yazık ki son İngiliz bile değilim."


"Beni bırak..." Kişi'nin sesi tehditkar bir edayla kalınlaşmıştı.


"Birini farklı kılıklara girerek takip etmeye karar verirsen eğer kendini açığa çıkarabilecek her şeyden vazgeçmelisin ve girdiğin rollerin tekrar eden özellikler taşımadığından emin olmalısın. Sürekli çanta taşıyor ve şu kolyeyi en azından bir kez takmıyor olsaydın seni fark etmek imkansız olurdu." Sherlock kadının kolyesini kaldırmak için bir elini serbest bırakınca bu kez karşı tarafın hatasını lehine çeviren Kişi olmuştu. Sherlock'un bacak arasına dizini geçirdikten sonra laf yiyen çantasıyla -adam acıyla büküldüğü için aşağıya inen- kafasına vurdu ve serbest kaldı.


Ama kaçmadı. Sherlock toparlanana kadar bekledi, akabinde Ay ışığının altına girmek için ona doğru bir adım attı. Baştan aşağıya sırılsıklam olmuş kadının saklamak için insanüstü bir çaba gösterdiği sırlarını açıklamak için hazırda bekleyen ayrıntılar artık Sherlock'un önüne serilmişti.


Kişi; dudak bükmek, sağ bacağını titremek ve Sherlock dışında her yere bakmak gibi huysuz ve halinden mutsuz olduğunu işaret eden mimikler sergiliyordu. Danışman dedektif doğrulup kendisinden -tam olarak on santimetre- kısa olan kadına üstten baktı:


"Benden ne istiyorsun?" Agresif olma sırası, kurduğu cümledeki tüm kelimeleri ayrı ayrı vurgulayarak bunu belli eden Sherlock'a geçmişti.


"Vakamı çözmenizi Bay Holmes."


"Neden derdini anlatmak için daireme gelmek ya da telefonla aramak gibi insancıl yollar denemediğini açıklamak ister misin?"


"Size bu vakayı emanet etmeden önce güvenilir ve güvende olduğunuzdan emin olmak istedim."


"Güvenilir ve güvende? Çok düşüncelisin." Sherlock kadına yaklaşarak onunla doğrudan göz kontağı kurdu. "Beni on yedi gün, on üç saat ve elli iki dakika boyunca sana takip ettirecek kadar seni endişelendirip diken üstünde tutan olayı duymak için can atıyorum." Genç kadın etrafa küçük ama tedirgin bakışlar attı.


"Bunu konuşmanın ne yeri ne de sırası Bay Holmes. Sizinle yarın düzgün bir saat ve düzgün bir yerde konuşmayı tercih ederim." Omuzlarının üstüne düşen kapüşonunu yüzüne geri çekti ve çıkmaz sokağın çıkışına kadar ilerleyip durdu. "Sizi yarın saat dokuzda Büyükannenin Yeri'nde bekliyor olacağım." Yürümeye başlamış kadını Sherlock'un onun arkasından seslenişi yerine mıhlamıştı.


"Bu yağmurlu ve soğuk geceyi geçireceğin bankı bulmak için acele etmeni anlıyor olsam da acilen konuşmamız gereken daha çok şey olduğuna inanıyorum." Aralarındaki gerilim ve Kişi'nin, çantasını tekrar Sherlock'un kafasına geçirme ihtimali giderek artıyordu.


"Geceyi geçirmek için haftalardır kaldığım otelime gideceğim Bay Holmes."


"Eğer paran olsaydı son yapacağın şey başkalarının sana uymayan ve alakasız kıyafetlerini çalıp giymek, bardaktan boşanırcasına yağmur yağarken su alan spor ayakkabılarla dolaşmak olurdu. Ayrıca göz altında oluşmuş torbalar, kanlanmış gözlerin ve tahtada yatmaktan tahriş olmuş sağ yanağın farklı bir şey söylemiyor ne yazık ki."


"Ne yapmamı tavsiye edersiniz Bay Holmes?"


"Gidecek başka yeri olmayanların ağırlandığı bir dairede boş bir odanın olduğunu duydum..."


"Evinize gelmeyeceğim Bay Holmes." Anlaşılan Kişi, Sherlock'un 221 B Baker Sokağındaki evini tanıtma şeklini bile biliyordu.


"Bankta yatmanın bu kadar rahat olduğundan haberim yoktu."


"Size işimin düşmesi, size evinizde kalacak kadar güvendiğim anlamına gelmiyor." Sherlock sokağın başındaki kadının yanına gitti.


"Birilerinden veyahut bir şeylerden deli gibi korkan biri olarak..." Sherlock sesini alçaltıp fısıldayarak cümlesini tamamladı. "...bana güvenmekten başka şansın yok."


"Peki siz neden bana beni evinize davet edecek kadar güveniyorsunuz?" Bu çok güzel bir soruydu. "Sizi kandırmak ve öldürmek için herhangi bir sevmeyeniniz tarafından tutulmadığımı nereden biliyorsunuz?"


"Eğer bana zarar vermek isteseydin çoktan verirdin." Sherlock Kişi'nin bu defa bileğine uzanıp yağmurluğu dirseğine kadar sıyırdı ve küçük bir kayışla oraya bağlanmış törpüyü açığa çıkardı. "Üstelik birini öldürmek için kamera, ışık ve insan bulunmayan bir çıkmak sokaktan iyi bir ortam bulmak imkansızdır."


"O sadece bir törpü." diye reddetti Kişi.


"Kullanmasını bilirsen bir silgiyle bile insan öldürebilirsin. Hem onu bileğine bağlı olarak tuttuğundan dolayı 'sadece bir törpü' olduğunu iddia edemezsin." Sherlock soğuktan üşümüş ve kızarmış ellerini birbirine sürtüp üfledi. "Şimdi... Biraz daha yağmurda dikilip zatürre olacağımızdan emin mi olmak istersin yoksa sıcak bir çay ve kuru kıyafetlere doğru yola koyulalım mı artık?" Beraber yürümeye başladıklarında Kişi kendi hakkında bir itirafta bulundu.


"Ben çaydan nefret ederim."


"O zaman kahveye ne dersin? Yoldan alabiliriz."


"Teşekkürler. Bu arada..." Kişi ikisi birlikte gecenin sessizliğine gömülmeden önce Sherlock'un hoşlanmayacağı bir başka itirafta daha bulundu. "...aslında sizi bir aydır takip ediyordum."


Eve vardıklarında Sherlock anahtarıyla kapıyı açıp merdivenleri ışık hızıyla tırmandı. Bayan Hudson da birden kopan gürültünün sahibine hesap sormak için kendi dairesinden çıktı:


"Sherlock? Sherlock! Bu gürültü de ne?" Ev sahibesi ile karşı karşıya gelince ne yapacağını bilemediği için Sherlock'u takip etmekte birkaç saniye geciken genç kadın, Bayan Hudson'a selam vermeyi ihmal edememişti.


"İyi akşamlar Bayan Hudson." Islak kıyafetleriyle her yeri sırılsıklam edip adımlarıyla yere çamurlu izler bırakan Sherlock ve eve getirdiği kadının arkasında bakakalan ve şoka uğrayan Bayan Hudson, tepki bile verememişti.


Kişi'si ile Sherlock, Sherlock'un dairesine baskın yapar gibi birden ve kapıyı çalmadan girmelerinden saliseler önce John ve kız arkadaşı Sarah, beraber geçirecekleri huzurlu ve uzun gecenin tadına çıkaracak ve neredeyse ikinci aşamaya geçeceklerdi.


Önce, içeri giren iki davetsiz misafir yüzünden yüreği ağzına gelen John; sonra Sarah tekli koltuktan yere düştü. John kalkmadan önce derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı:


"Sherlock... Senin burada ne işin var?"


"Sizin benim koltuğum üzerinde ne işiniz var?" Sherlock Kişi'yi kapının önünde yalnız bırakmış, paltosunu asıp boynuna bir havlu aldıktan sonra mutfağa geçmişti.


"Bu gün eve gelmeyeceğini söylemiştin!"


"Gördüğün üzere..." Sherlock yanındaki kadını işaret etti. "...yeni bir vakamız var."


"Merhaba Bay Watson ve Bayan Sawyer, verdiğim rahatsızlıktan ötürü lütfen beni affedin." dedi nereye gidip ne yapması gerektiğinden emin olamadığı için hâlâ girişte dikilen Kişi. Çehresine yapışmış gülümsemenin sahteliği çok açıktı.


"Bu kadın da kim ve Sarah'yı nereden tanıyor Sherlock?" John, Sarah kendisi ve Sherlock yüzünden ölümden döndükten sonra onu "dedektifçilik" oyunları dışında tutmaya ayrı bir özen gösterir olmuştu.


"Henüz ben de bilmiyorum." Sherlock mutfakta bir şey karıştırıyordu.


"Henüz tanımadığın bir kadının eve gelmesine izin mi verdin? Sherlock!"


"Ben en iyisi artık gideyim-"


"Beni buraya o getirdi." Kişi boş yere suçlanmak istemediğinden dolayı kendini savunmak için Sarah'nın sözünü kesmişti.


"Özür dilerim Sarah, söz veriyorum bunu telafi edeceğim ama..." John af dileyerek kız arkadaşını geçirirken Sherlock da en sonunda bulduğu havluyu Kişi'nin yüzüne bastırdı ve onu banyoya sürükledi. Arkasından kadını içeri ittirip kapıyı kitledi.


"Sen ne bok yediğini zannediyorsun?! Hemen çıkart beni buradan!"


"Pardon? 'Sen' mi? 'Bok' mu? Bu gerçekten çok kaba." Sherlock dalgasını geçmenin verdiği rahatlıkla üstünü değiştirebilmek için odasına ilerledi. Kişi halen daha arkasından bağırmaya ve kapıya vurmaya devam ediyordu.


"Kapıyı aç lanet olası pislik! Beni nasıl tuvalete kitlersin? Bu ne cüret!"


"Zatürre olmaya ve çöp kokmaya göründüğün kadar meraklı değilsen hemen banyo yap derim." Kadın sustu, mantıklı gelmişti. "İşin bitince kapıyı çalarsan kilidi açar ve sana kıyafet ile iç çamaşırı veririm."


Sherlock kuru kıyafetler giyip salona döndü ve John'un onu son derece mutsuz bir suratla bekliyor olduğunu görmezden gelerek kendine kahve yapmak için su ısıtıcısını çalıştırdı:


"Sanırım su ısıtıcısında bir sorun var-"


"Şu anda banyoda hiç tanımadığımız bir kadın var ve senin sorunun su ısıtıcısı mı Sherlock? Su ısıtıcısı mı Sherlock?!"John akabinde takıldığı başka bir noktaya değindi. "Evde kadın iç çamaşırı vardı?"


"Evde bir aralar kara mamba da vardı ama sonra kaybettim."


"NE?"


"Dalga geçiyorum, zehrini sağdıktan sonra onu bir hayvanat bahçesine verdim. İç çamaşırlarını da kahve aldığım süpermarketten aldım."


"Yılanın zehrini sağıp onunla ne yapmış olabilirsin?" Sherlock'un yüzünün aldığı ifadeyi görünce John alnını ovdu. "Vazgeçtim, bilmek istemiyorum."


Çalan kapı Sherlock'un çalmasını beklediği kapı değil, dış kapıydı ve çalan da Bayan Hudson'dı. Yaşlı ev sahibesi çay getirme bahanesiyle neler olduğunu öğrenmeyi planlamıştı fakat Sherlock'un hiç onunla uğraşası yoktu:


"Merhaba Bayan Hudson." deyip kapıyı yeterince aralayıp tepsiyi aldı ve ardından hiç beklemeden yaşlı kadının yüzüne geri kapattı kapıyı. "Görüşürüz Bayan Hudson."


"Sherlock! Ne yapıyorsun Sherlock?!" Kapının ardından sesi boğuk geliyordu. "Planlarınız arasında umarım neler çevirdiğinizden beni de haberdar etmek vardır! Hey! Duyuyor musunuz? Sherlock? John!" Bayan Hudson içeriye giremeyeceğini anlayınca evine söylenerek döndü.


"Neden böyle bir şey yaptın şimdi?"


"Hiçbir değer taşımayan ve çöp sorularınızı yanıtlamakla vakit kaybetmek şu an yapmam gereken son şey bile olamaz."


"Siz mi?"


"Evet, siz." John'un kaşları yediği ayardan ötürü çatılmıştı.


Kişi; banyonun kapısını yumrukladığında Sherlock'un kendisine getirdiği şeyleri giyip saçlarını kuruladıktan sonra salonda onu, koltuklarında put gibi oturarak bekleyen iki adamın yanına gitti. Önlerindeki boş koltuğa hiç konuşmadan ona dik dik bakmalarından rahatsız olduğu için diken üstünde oturdu:


"Ona benim pijamalarımı mı verdin?" John'un sorduğu şey gergin ortama çok ters kaçmıştı.


"Tam gelmesini bekliyordum ama kısa olmuş." Kişi; beli kendisine bol gelen pijamaların açıkta bıraktığı bileklerine baktı, John'un suratı yeniden asılmıştı.


Sherlock; uzun ve kemikli parmaklarını çenesinin altında hafifçe birleştirdiği o dinleme pozisyonunu almış, bir yandan da yeni vakasını gelişini ufak bir tebessümle kutluyordu. Konuya döndü:


"Evet... Seni dinliyoruz."



ree

"İlk önce kendinizi tanıtmaktan başlasanız?"John araya girdi. "Malum daha adınızı bile bilmiyoruz."


"Adım Annmarie Doyle." Uzun kirpiklerinin altında gözlerini devirdi. "Almanım ama çok uzun bir süre önce orada yaşamayı bıraktım. Otuz bir yaşındayım. Bilmek istediğiniz başka kişisel bir şey var mı?"


"Vakan-" Sherlock'un ilgilendiği tek şey buydu ve artık beklemekten sıkılmıştı.


"Kız arkadaşımı nereden tanıyorsunuz?" Aynı anda konuşan Sherlock ve John göz göze geldi.


"Bay Holmes'u bloğunu okuduktan sonra tanıdım ve kendisinden yardım alma kararını verdikten sonra onu detaylı bir şekilde araştırmaya başladım. Dolayısıyla ağabeyi Mycroft Holmes'u, ev sahibesi Bayan Hudson'ı, bilinen tek arkadaşı olan sizi ve kız arkadaşınız Sarah Sawyer'ı da." Peşine bir ay boyunca işsiz gibi takıldığını bildiği kadının bunları yapmış olması Sherlock'u şaşırmamış olsa da John'un gözlerinin büyümesine ve huzursuz olmasına yol açmıştı.


"Şu an ne kadar detaylı bir araştırmadan söz ediyoruz acaba?"


"Şey... Afganistan Savaşı'na katılmış bir ordu doktoru olduğunuzu, Bayan Hudson'ın eşinin idam edilmiş bir uyuşturucu satıcısı olduğunu ve Mycroft Holmes'un İngiliz yönetminde azımsanamayacak bir etkisi olduğunu biliyorum." İşte bu yeni bilgiler Sherlock'u da şaşırtmaya yetmişti. "Hakkınızda yaptığım geniş çaplı araştırmayla özel hayat gizliliğinizi ihlal ettiğim için lütfen beni mazur görün fakat size tam anlamıyla güvenmeden hayatımı emanet edemeyeceğim için beni anlayacağınızı umuyorum."


"Şu vakayı çok fena merak etmeye başladım." John'un kalemini ve defterini hazırladığını gören Sherlock en nihayetinde uzun zamandır beklediği anın geldiğini anlamıştı.


"Sanırım artık vakaya geçebiliriz." Annmarie sırtını dikleştirip dudaklarını yaladı, kendini ve cümlelerini hazırladı.


"On yıl kadar önce şirketleşmiş ve birçok ülkenin birçok önemli yönetim birimine sızmış bir mafya çetesi tarafından kaçırıldım. Ellerinden orada edindiğim bir arkadaşımla kaçmak en fazla bir yılımı alırken beni unutmalarını sağlamak için on yıl verdim ama yetmedi." Annmarie önündeki sehpada duran kahve bardağına uzandı ve bir yudum aldı filtre kahveden. "On yıldır izimi sürülemez kılmak için bir şehirde altı aydan, bir ülkede bir yıldan fazla kalmamaya dikkat ederek dünyayı dolaştım. Londra'ya gelmeden önce Oslo'da konaklarken onlardan beraber kaçtığım arkadaşımı yakaladıklarını öğrendim."


"Yani?"


"Sizden arkadaşımı onlardan kurtarmak için yardım istiyorum." Annmarie, anlattıklarından amacının kolayca anlaşılabileceğini sanmıştı.


"Onu hayatta tuttuklarını nereden biliyorsun?"


"Biliyorum işte." Kahvesinden bir yudum daha alan genç kadın ne kadar istemese de ihtiyacı olan yardımı almabilmesi için daha çok şey paylaşması gerekliydi. "İlk kurtulduğumuz sıralarda ikimizin hayatını güvenceye alabilmek adına birkaç karar vermemiz ve önlem almamız gerekiyordu. İlki, beraber seyahet etmemek hatta nerede bulunduğumuzu dahi diğerine söylememekti. Böylece birimiz kaçırılırsa diğeri onun yardımına koşabilecekti ya da en azından güvende olacaktı. Sonraki ise hayatlarımızı değerli kılacak bir bilgiye sahip olmaktı." Annmarie derin bir iç çekti. "Binayı terk etmeden önce bilgisayarlarının şifresini kırıp tuttukları ve varlıklarını kanıtlayabilecek tüm dosyaları bir SD karta aktarmıştım. Bunun hem bizi güvende tutacağını sanmış hem de bir gün onları çökertmek için kullanabileceğimi düşünmüştüm lakin ilkinde yanıldım, ikincisine ise cesaretim yetmedi.


SD kartı; çalınma, kopyasının başkasının eline geçme ihtimalini göze alamayacağım için kopyalamadım. Tek versiyonunu yalnızca benim bildiğim bir yere sakladım fakat karttaki bilgiler kadar arkadaşımın hayatı da mühimdi. Bu yüzden beni arayıp arkadaşımı öldürmekle tehdit ettiklerinde ve kartın yerini istediklerinde onda olmadığı halde 'SD kartın bir kopyasının yerini biliyormuş gibi' davranmaya karar verdim fakat bu beklediğimden çok daha ters gitti. Planımı bilmeyen arkadaşımın dengesiz hareketleri ve söylemleri çete liderini 'aslında var bile olmayan bir kopyayı taşıdığına ama ona kopyayı sezdirmeden verdiğim için nasıl taşıdığını bilmediğine' inandırmış.


SD kartın aslını ve kopyasını onlara vermediğim taktirde arkadaşımı öldüreceklerini ve evrakta sahtecilik falan yaparak onu ben öldürmüşüm gibi göstereceklerini söylediler."


"Bence bu vaka seni uzun bir süre idare eder Sherlock." John, Annmarie'yi ağzı açık dinlemişti.


"Göreceğiz." diye yanıtlayan Sherlock yerinden kalkıp bir süredir şöminenin üstüne bıçakla saplanmış halde bekleyen mektubu çıkarttı ve kadına uzattı. Sonra tekrar koltuğundaki yerini ve duruşunu aldı. "Bunu nasıl açıklamayı düşünüyorsun?"



ree

"O, eski kocasının bağlı olduğu tarikat tarafından kaçırılan kızı yirmi bir yıldır bir binada tutulduğu için bizden yardım -tam anlamıyla- dilenen kadının mektubu değil miydi?"


"Aynen öyleydi Watson. Kadının adı neydi hatırlıyor musun?" John hafızasını zorladı.


"Mary? Hayır... Miriam?"


"Miranne Loayde. Ve 'Miranne Loayde' şu an karşımızda oturan hanımefendinin adının yani 'Annmarie Doyle'un bir anagramı."


"Ne?"


"Doğru, bu mektubu size ben yolladım." Annmarie ilk defa bir şeyi tek çırpıda ve zorlamadan kabul etmişti. "Hikayeme vereceğiniz tepkiyi ölçmek için sizi benzer bir hikayeye sınamak mantıklı gelmişti. İşe yaradı da, Bay Holmes vakaya bakmayı kabul ettiği bir mektup yollamıştı."


"Nasıl yani? Benden habersiz bir vaka mı kabul ettin?" John Sherlock'a döndü fakat danışman dedektif onu görmezden geldi.


"Ve gerçek vakanızı da kabul ediyorum Bayan Doyle."

 
 
 

Recent Posts

See All

Comments


  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page