top of page

Büyünün Doğuşu #2#

Kırık bir kalpten kötüsü nedir? Cevap: Boşuna kırılmış bir kalp. İki haftadır neredeyse hiç nefes almadan çalışıyordum fakat ne kılıç kullanmak, ne dövüşmek ne de büyü yapmak kısa sürede uzmanı olunacak şeyler değilmiş ne yazık ki. Ve sandığının aksine Nos'un tüm acımasızlığıyla bunları yüzüme vurması işimi kolaylaştırmıyordu. Aksine kendimi her şeyin başladığı çatı katına kitlemem dışında bir b*ka yaramıyordu. Günlerden bir gün, yine çatı katındaydım. Bana bir sürü laf eden ortağım yüzünden gururum kırılmış, kalbim incinmiş bir şekilde sırtımı kitli kapıya dayamış ve göğsüme defteri bastırmış oturuyordum. Bu süreçte defterin bana istediği şeyleri gösterdiği de fark ettiğim şeyler arasındaydı. Üzgün olduğumda hafıza silme ve domuza çevirme büyülerini, sinirlendiğimde parçalama ve acı çektirme büyülerini gösteriyordu mesela. İki haftadır zamanımın Nos ile çalışmak ve kavga etmek dışında kalan zamanlarımı bu kitaba ayırdığım halde onda birini okumayı dahi bitirememiştim. Yaşlı gözlerimi silip gelişi güzel bir sayfayı açarken aklımda neden laneti aktifleştirmekten başka büyü yapamadığım vardı. Dünyaya sihir salındığı ve büyü yapmak kolaylaştığı halde iki haftadır başka numara gerçekleştirememiş ve Nos'un alaylarına maruz kalmıştım. İyi de neden? Açılan sayfanın başlığı "Tılsımlar"dı. Merakla okumaya başladım : "Tılsımlar büyü yapmayı, ona hükmetmeyi ve yönlendirmeyi kolaylaştıran sihirli işaretlerdir. Deriye özel kalemlerle çizilir ya da küllerle dağlanırlar. En çok yeni başlayanların kullandığı bilinse de üzerinde uzmanlaşan kişilerin elinde büyük bir silaha dönüşebilirler. Ancak tılsımın gücünü kontrol altına almayanların da büyü enerjisini ve ruhunu emip tüketebilirler. Bu yüzden hafife alınmamalıdırlar..." Aman ne güzel, diye düşündüm. Büyü yapmamı sağlayabilecek tek şey aynı zamanda beni öldürebilir. Hatta büyük ihtimalle öldürecek. "Çizenin büyü kontrolüne bağlı olarak defalarca ya da bir iki kez kullanıldıktan sonra silinirler. Silinme süreci de aynı çizim aşaması gibi zorlu ve tehlikelidir." En başında ölmeyeceksem sonunda öleceğim yani? Mükemmel. Detaylı olarak son zamanlardaki hayatımı düşündüm. Ailemden ve arkadaşlarımdan haber alamıyordum, burada hiç tanımadığım bir herifle sıkışıp kalmıştım ve şimdi ölmezsem çıkacağımız yolculukta ölecektim. Ne kaybederdim ki? Kendi kendimi ikna ettikten sonra şu "özel kalem"i aramaya koyuldum. Külü bulsam da derime hayatta dağlayamazdım, bundan dolayı kaleme kalmıştım. Umarım canım yanmazdı. Odadaki tüm çekmeceleri, dolapları ve kutuları karıştırıp bulduğum tüm kalemleri masaya dizdim. Normal olduklarını düşündüğüm kalemleri ayıklamaya başladım, sonuçta bir dolma kalemin neresi özel olabilirdi ki? Olabilir miydi yoksa? Derin bir iç çekip hepsini tek tek denemeye karar verdim. Kitaptan bir tane seçmek için defteri de yanıma aldım şekillerde göz gezdirdim. Taklit? Bu Nos'la dövüşürken işime yarayabilirdi. Dikkat Dağıtmak da aynı şekilde. Ya Beceri Kaybettirici? Ne kadar saçma ve değişik tılsımlar vardı! Birini kusturmak için neden tılsıma gerek duyayım ki? Takliti seçip tüm kalemleri denemeye başladım. Odundan ve uç kısmı kömürden olan, görüntüsüne rağmen aşırı hafif kalemde bir tuhaflık olduğunu onu elime alınca anlamıştım ama bu beni durduramadı. Kalemi tenime değdirdiğim anda gözlerim yandı ve yaşardı, kaşlarımın arasından alnıma yayılan ağrı dalgası görüşümü bulandırdı. Kolum üzerinde çektiğim her çizgi sanki hücrelerimi yakıyordu. Tüm bunlar yetmemiş gibi birden üzerime ağırlık çöktü ve göz kapaklarımı yukarıda tutmak için büyük bir uğraş vermek zorunda kaldım. Bir yandan bacaklarımdan tüm güç çekilmişti, ayakta zor duruyordum. Tılsımın çizimini yarıda bırakamazdım çünkü bu ruhumun tamamını, kalanını tamamlamak için absorbe etmesine yol açardı ancak o tatlı uykuya karşı koymak hiç kolay değildi. Burun deliklerimden dudağıma damlayan kan tadını aldığımda işimi bitirmek için fazla vaktim kalmadığını anladım. Çizim güç bela bittiğinde titreyen ellerimden yere düştü kalem. O lanet kalemin yanına yıkılıp uyuyakalmadan önce yaptığım son şey masaya istifra etmek oldu. Ne kadar zaman sonra uyandığımı bilmiyorum fakat uyandığım ve hâlâ bir ruhum olduğu için şükredecek vakit bulamadan ortalığı temizlemeye koyuldum çünkü Nos kapıyı dövercesine çalıp bağırıyordu : "Kamer!" Masadaki kusmuğu ve yerdeki burnumdan damlayanlarla oluşmuş minik kan gölünü peçetelerle ışık hızında temizledim. "Eğer şimdi dışarı çıkmazsan ne halde olduğunu umursamadan kapıyı kıracağım ve duş olayında olduğu gibi bağırırsan da seni camdan atacağım." Duş olayı bir hafta kadar önce ben duş alırken Nos'un havlu almak için içeri rahat rahat girip rahat rahat çıkmasından kaynaklanan dehşet verici bir anıdan başka bir şey değildi. Öğrenmiştim ki onların evreninde insanlar birbiri önünde kıyafetsiz durmaktan utanmıyormuş. Yüzümü de sildikten sonra kapıyı tam o kırmak için hazırlanırken açtım. Suratı beş karış asıktı : "Bahçeye, hemen." Ardından kendisi arkasını dönüp merdivenlere yöneldi ancak ağzı durmadı. "Sanki boşuna seni çalıştırmıyormuşum gibi bir de seni bekliyorum!" Sen şimdi göreceksin Nos. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırsam da beceremiyor, sürekli o iki et parçası yukarı doğru kıvrılarak bana ihanet ediyorlardı. Neyseki Nos'u, arkasından takip ediyordum yani beni görmüyordu. Bahçeye indiğimizde çıplak ayakla kuru çimlere bastım, ayakkabılarımı giymedim. Ceketimin fermuarını sonuna kadar çekip dövüşürken kolumdaki tılsımın açığa çıkmayacağından emin olduktan sonra pozisyon aldım. Nos: "Sana öğrettiğim numaraların hepsini bana karşı kullanmanı istiyorum. Hepsini karma bir şekilde nasıl birleştireceğini görmek istiyorum." dedi ve ekledi. "Daha doğrusu nasıl birleştiremeyeceğini." Tılsımın verdiği özgüvenle dediklerini umursamadım, gözlerimi bile devirmedim. İlk vuruşu kendisi yaptı, hep o başlıyordu zaten. Çeneme bir yumruk attı, geriye çekilerek kaçtım ve dengesi bozularak öne doğru sallandı. Bunu fırsat bilip yumruğumu ona yolladım ama eliyle benimkini kavrayıp durdurdu. Karnına sağlamından bir tekme atmayı deniyeyim dedim ancak bacağımı sertçe yakaladı, ben ne olduüunu anlamadan birden çevirdi ve beni yüzüstü yeri devirdi. Kanamadan dolayı hassas olan burnumu çarptığım için gözlerim yaşarmıştı : "Daha uzun sürmesi mucize olurdu zaten. Ayağa kalk. Tekrar." Sinirlenmiş ve hayal kırıklığına uğramıştım. O kadar acıyı ben işe yaramayan bir tılsım için mi çekmiştim şimdi? Harika! Üstümdeki otları temizledim ve yeniden gardımı aldım. Bıkkınlıkla ona baktığım zaman hangi daha harekete geçmeden ne yapacağını bildiğimi fark ettim, sağ eliyle boğazıma bir darbe indirecekti. Dirseğimi kaldırıp kolunun ilerleyişini engelledim. Tıpkı onun gibi hiç beklemeden, çok hızlı bir şekilde göğsünün ortasında bacağımı kaldırarak tekme attım. Nefesi kesilmişti, çelme taktım ve onu boylu boyunca yere düşürdüm. İkimiz de birbirimize böm böm baktığımızda ne yaptığımı anlayabildim. Yaptıklarım Nos'un dövüş stilinin bire bir aynısıydı: seri hareketler, nefes kesme, darbeyi yok etme, yere düşürme. Acaba anlamış mıydı? Tılsımları biliyor muydu ki? Tekrar benimle dalga gelecek miydi? En azından bir süre onun laflarından muaf olsam hiç kötü olmazdı. Korkuyla derin bir nefes alıp ağzından çıkacak sözü beklerken kendimi hazırladım ancak ondan beklediğimin tam zıttı bir davranışta bulunarak sessizce çalışırken kullandığımız tahta kılıçlardan birini alıp öylece durdu : "Hazırlan, sıra kılıçta." Bir an rahatlasam da hemen ardından endişeyle yutkundum. Hâlâ beni yakalayabilirdi. Büyü sanki foyamı açığa çıkarır gibi yine ilk raundda kaybetmemi, ikincisinde Nos'un az önce kullandığı hareketlerin tıpkısını kullanarak kazanmamı sağladı. Adam tahta kılıcı toprağa saplayıp bana tuhaf tuhaf baktıktan sonra bir şey demeden ev girişine yöneldi : "Hiçbir şey söylemeyecek misin?" dedim heyecanlı heyecanlı. Ben de ayaklarımı temizlemek için duvardaki musluğa doğru ilerledim. "Ne söylememi istiyorsun saksı çiçeği?" İçeri girmekten vazgeçerek merdivene oturdu. "Ne zaman beni yensen söyleyecek bir sürü yerici lafın oluyor ama ben seni yendiğimde dut yemiş bülbüle mi döneceksin?" Kızgınlıkla sitem ederken ayaklarımı altına soktuğum musluğu açtım. Su başta gelmedi, sonra gürültüyle koyu kırmızı bir sıvı akmaya başladı. "Kahretsin! Bu da ne?!" Korkarak birden geri çekilsem de ayaklarımı ve taytımı kirlenmekten kurtaramamıştım. Nos kapattığım çeşmeyi açıp elini sıvının altına uzattı, ardından burnuna götürüp kokladı : "İnsan kanı bu." "Çeşmeden niye insan kanı aksın ki?" Başım dönüyordu. "Canavarlar içme suyunuzun geldiği yere yakın bir yerde katliam yapmış olmalı. İnsanlarınız karşı koyamamış sanırım, akan sıvı saf insan kanı. Bir damla canavar kanı yok." Etrafa bakındı. "Acilen yola çıkmamız gerek. Yarın evden ayrılacağız, ayıldıktan sonra hazırlan. Eğer beni bekletirsen seni beklemez giderim." "Ayıldıktan sonra mı?" Bacaklarım pelteye dönmüştü, ayakta durabilmek için duvara yaslandım. Gözümün önüne bir perde inmişti sanki. Nos'un konuştuğunu duyuyor fakat göremiyordum. "Cidden b*ktan cadı hileni anlamayacağımı mı sanmıştın?" Güldü ve sesinin ne kadar uzaktan geldiği şaşırttı beni. "Sen daha emeklemeye yeni başladığında ben canavarların bağırsaklarını çıkartıyordum. İlk tılsımın işlenmesinin ardından kullanılıp silinmesi çok kısa sürer. İşlenmesinde de silinmesinde de deneyimsiz cadılar her seferinde bayılır. Neyse, en azından seni bir iki gün daha daha yaşatabilecek bir şey bulmuşsun." Konuşmak için ağzımı açsam da dudaklarımın arasından sadece hava çıktı, elim duvardan kaydı ve bacaklarım pes etti. Ama yere düşmedim. "Mitra'ya yemin ederim şu iki haftada ömrümün yarıdan fazlasını yiyip bitirdin." Kafam onun göğsüne yaslandığında bacaklarım kollarından sarkıyordu. Kanayan burnumu silmek için bile elimi kaldıramadım. Sonra her şey karardı ve eşyalarım toplanmak için ayılmamı beklemek zorunda kaldı.

 
 
 

Recent Posts

See All

Comments


  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page