Göklerin Günahı ×1×
- Kelime Ressamı

- Sep 14, 2020
- 7 min read
Updated: Sep 21, 2020
İnsanlar onlardan beklenileni yaptılar.
¡|¡▪︎¡|¡
Éléa'ya göre insan içkilerinin en kötü yanı kendisini ve kendisi gibileri sarhoş edememeleriydi.
O akşam yaptığı gibi litrelerce içki tüketse dahi zihninin biraz olsun bulanmaması canını çok sıkıyordu. Sarhoş olup ne bok yediğini bilmemek en çok deneyimlemek istediği şeydi. Faniler bunun değerini bilmiyordu.
Dünyada sıkıldığı zamanlarda yaptığı şeyi yapmak yani kendince ufak bir oyun oynamak için lüks gece kulübünde dans edenleri incelediği sırada yanına bir insana ait olamayacak kadar saf sıralı biri oturdu. Ondan tarafa bakmadan içkisini yudumladı ve konuştu:
"N'aber pamuk?" Daisy beyaz saçlı, camı andıran mavi gözleri olan, -türdeşlerinin geri kalanı gibi- ilahi güzellikte bir melekti. Her daim kusursuz, robotumsu ve sakin oluşu onu çoğu zaman sıkıcı yapsa da Éléa, çalıştığı Evrenler Kütüphanesi'nden nadiren çıkan meleği severdi.
"Joaquin beni nazikçe kovdu." Kollarını göğsünün altında birleştirip başını eğen melek, ona yapılan hareketten açıkça hoşlanmamıştı.
"Dünya'ya ilk inişim olduğundan ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemedim. Ben de senin yanına geldim."
"İyi yapmışsın." Éléa arkasını dönüp barmene cilveli bir bakış attı. "İki kokteyl."
"Hangisi?"
"Şaşırt beni." Éléa'nın göz kırptığı yirmi iki yaşlarındaki genç adam, dudağının tek tarafıyla gülümsedi. Onun aldığı motivasyonla harika iki kokteyl hazırlamasına Daisy'nin ince, nazik sesi engel oldu.
"Biri alkolsüz." Barmen şaşırsa da ona denileni yapmak üzere işine döndü.
"Bazen bu iyi kız hallerin çok sıkıcı oluyor." Éléa dudaklarını büzüp gözlerini devirdi. "Ama olsun! Gece daha yeni başlıyor! Çok eğleneceğiz."
"Saat üçü geçmedi mi? Fanilerin dünyasındayız ve aslında sabah olmak üzere-"
"Gece daha yeni başlıyor!" diye meleğin sözünü gözlerini kırparak yaptığı abartılı tatlı bir ifadeyle böldü. "Hadi senle bir oyun oynayalım!"
"Nasıl bir oyun?"
"Oyunun ismi 'Kimin Ağına Düşecek?' , nasıl?"
"Hoşlanmadım."
"Şaşırmadım." Éĺéa omuz silkti, onu umursamadı. "İlk ve tek kural: Yetenek kullanmak yok, yalnızca kendi etkileyiciliğini kullanacaksın. Anlaştık mı?" Daisy başıyla onayladı. "İlk kurbanımızı seçme şerefini sana verirdim ama zevkine güvenmiyorum."
"Kurban mı-"
"Şu." deyip onlardan iki üç koltuk ileride oturan adamı işaret etti. "Kendisi arkadaşının bekarlığa veda partisi için burada olan evli bir iş adamı. Karısının partinin barda olacağından haberi olmadığı için vicdan azabı çekiyor. Ne kadar tatlı!" Éléa işaret parmağını boğazına götürerek kusuyormuş gibi yaptı.
"Onu tanıyor musun?"
"Hayır."
"O zaman bunları nereden biliyorsun?" O gece? meleğin Dünya'daki ilk gecesi olduğundan faniler hakkındaki en önemli şeyi bilmiyordu: İnsanlar sandıkları kadar gizemli değillerdi. Hatta onları tahmin etmek, okumayı bilen için açık bir kitabı okumak kadar kolaydı.
"Yüzük parmağında normal teninden daha açık ve kızarmış, taze bir izden bara geldiğinde yüzüğünü çıkarttığını, diğer eliyle sürekli o izi ovaladığından da bundan pişmanlık duyduğunu ve eşine sadakatle bağlı çıkartabiliriz. Ayrıca geldiğinden beri arkadaşlarının ısrarlarına rağmen yerinden bir kez bile kalkmadı. Etrafındaki kadınların hiçbirine de yedi saniyeden uzun bakmıyor, hemen sanki yaptığı utanç verici bir şeymiş gibi başını öne eğiyor. Tam bir kılıbık."
"İnsanları gerçekten iyi tanıyorsun." Dünya'ya yaptığı sık ziyaretleri sayesinde insanoğlunu çözmesi uzun sürmemişti. "Ona ne yapacaksın?"
"Karısına olan sadakatini test edeceğiz." Éléa kullandığı fiili özellikle vurgulamıştı. Daisy sanki biri önünde solucan yiyormuş gibi irkildi.
"Ne istediğinin farkında mısın? Bir insanla asla yatmam!"
"Sana kim onunla yatacağını söyledi? Sadece biricik eşine cidden düşündüğü kadar bağlı mı değil mi diye onu küçük bir imtihana tabii tutacağız o kadar."
"Onu baştan çıkartacağız!"
"Nasıl söylemek istersen öyle söyle." Daisy kollarını birleştirip bakışlarını başka yöne çevirdi.
"Benden böyle bir şey yapmamı bekleme!" Éléa bardağındaki son içki yudumunu da boğazından aşağıya yuvarladıktan sonra ayağa kalkıp mini eteğini düzeltti.
"İlk benim o zaman." Saçlarını omzundan geriye attı ve arkasına bakıp son bir söz ekledi. "Ben dönene kadar bir yere ayrılma."
Hiçbir şeyden haberi olmayan adama doğru ilerlerken yolda karşılaştığı bir garsondan geri vermemek üzere iki bardak şampanya ödünç aldı. Kurbanı, Éléa onun olabildiğince yakınına oturmadan önce kontrol ettiği telefonunu kızı fark edince kapattı. Éléa kendisine oyununun çok kolay olacağını düşündüren bu tepkiyle hayal kırıklığına uğramıştı:
"Merhaba Jeff." Adam yutkundu. Daha Éléa başlamadan bacaklarını kızdan çekip ellerini birleştirerek kırmızı alarm vermişti.
"Benim adım Jeff değil."
"John?"
"Hayır." Éléa sol kaşını kaldırıp omzunu zavallı adamın omzuna sürterek şımardı.
"James'e ne dersin?" Genç adam içini çekerek başını sağa sola salladı. "İçinde 'j' yok mu yoksa? Hadi be! 'J' çok ateşli bir harfti oysaki."
"Hanımefendi beni yalnız bırakırsanız sevinirim-"
"Şampanya? Şampanya ister misin?" Eline zorla kadehi tutuşturdu, ardından kendininkini kafasına dikip tek yudumda içti. "Tadı sirke gibiymiş."
"Hanımefendi..." Éléa'nın adama olan ilgisi da sırf egosunu tatmin etmek için oynadığı oyunu kazanma arzusu da bir anda yok olmuştu çünkü Daisy'nin oturuyor olması gereken yere bakmıştı. Daisy Dünya'ya ilk kez geldiği için gerçekten faniler ne yapar ne eder bilmiyordu, kendi kafasına göre bir yere gitmiş olamazdı. Hem ona dönmesini beklemesini söylememiş miydi?
"Ananas ve mango kokan çirkin ağzını kapa." Adam az önce istemediğini belli ettiği halde kendisiyle inatla flörtleşen kadının ani ruh değişimi yüzünden şoka uğramıştı.
Éléa artık onunla uğraşamazdı, Daisy'yi bulmak amacıyla koltuktan ayrıldı. Meleğin saf ruhunun bıraktığı beyaz izi takip edebilmek için insanların arasından sıyrılarak ilerlemeye çalıştı.
Onu barın dışında buldu. Bir çöpe doğru eğilmişti, yüzü sapsarı kesilmişti. Elini kızın sırtına yerleştirdi:
"Pamuk? İyi misin?"
"Midem kalkmıştı, ben de temiz hava almak iyi gelir diye dışarı çıktım. Affedersin."
"Sorun yok. Fani gıdaları dokunmuş olmalı." Daisy'yi bu halde yalnız bırakamazdı. "Otele dönelim."
"Ama Joaquin-"
"Joaquin bok yesin." Birilerinin sözünden çıkmamak, laf dinlemek hiç Éléalık bir davranış değildi. "Hadi Pamuk! Sabrım taşmadan yürü. Aksi taktirde seni keyfi bozulmuş miden ve kaderinle baş başa bırakır, bara dönerim." Tehditin korkuttuğu melek, Éléa'nın istediğini yaparak onu takip etmeye başladı.
Dünya'daki çoğu şeye midesi de kendisi de alışık olmayan melek için taksiye binmek yerine otele yürümeye karar verdiler. Éléa ara sokakların bozuk ve çamurlu kaldırımlarını görür görmez pişman olsa da başka bir çift Versace ayakkabı çalmasının o kadar da zor olmadığıyla kendini avuttu.
Sokak lambaları azalıp kaldırımlarda yatan evsizlerin ve farelerin sayısı arttıkça Daisy tırsıyordu:
"Bunlar normal mi?"
"Evet."
"Burası hastalık ve açlık kaynıyor. Diğer faniler neden kendi türdeşlerinin acınası hallerine göz yumuyor, acılarını yardım edebileceklerini bile bile görmezden geliyor? Anlamıyorum."
"Çünkü onlar ölümsüz olduklarını ya da ölümün ardına malını mülkünü götürebileceklerini zanneden, egolarını tatmin edip arzularını gerçekleştirebilmek için kendinden olanları dahi katledebilecek kadar bencil ve kibirli bir avuç zavallı."
"Ben öyle düşünmüyorum." Daisy elbette Éléa gibi düşünmüyordu, o doğası gereği karanlığın içindeki ışık hüzmesini görmeye odaklıydı. "Kusurlular, hem de çok kusurlular ve yaratılışlarından kaynaklı bu kusurları, onların doğru tercihlerde bulunabilmelerini daha da hayranlık uyandırıcı kılıyor."
Éléa'nın gözbebekleri, Daisy ile gittikçe yaklaştıkları yol ayrımındaki dört beş serserinin üstüne kitlenmişti. Üç kızı duvarın orada kıstırmış, kapüşonlarını ağızlarına kadar çekmiş heriflerin mide bulandırıcı kıkırtıları Éléa'da kulaklarını kezzapla yıkama istediği uyandırıyordu.
Yol arkadaşı öyle bir hızla Daisy'den kurtuldu ki melek ne olduğunu anlayamadan kendini şaşkın yüzlerle dolu bir evin içinde buldu. Éléa, saliseler içinde sokaktaki evlerden birinin kapısını açıp Daisy'yi içeri ittirmiş ve hemen çıkmasın diye kilidi eritmişti.
Ona zarar vermek dışında yapılacak hiçbir şey Daisy'yi uzun süre uzakta tutamazdı fakat Éléa'nın zaten uzun bir süreye ihtiyacı yoktu.
Topuklularının sesi cesurca sokaklarda yankı yapıp Éléa'nın gecesine hareket katacak grubun dikkatini çekti. Çetenin lideri gibi görünen, üzerindeki paçavralar kendine iki üç beden büyük gelen sıska; Éléa'yı inceleyip ıslık çaldı:
"Beyler, partimize katılmak isteyen bir tavşancık daha var!" Sıska yanındaki kırmızı bereliye itici bir baş hareketiyle kadını işaret etti. Kırmızı bereli, hiçbir kelime kullanmayan liderinin dediğini telepati yoluyla anlamış gibi çarpık bir gülümsemeyle Éléa'ya yürümeye başladı.
Éléa, karşısında gram şansı bulunmayan yeni kurbanı ona dokunma cüreti gösterdiğinde yanağına değen parmağı tutup tersine çevirerek kırdı. Parmağın çatırtısını adamın çığlığı takip etti ancak bu yalnızca bir başlangıçtı.
Parmağını kırdığı eli sıkıca tutup bırakmadan kırmızı berelinin arkasına dönerek geçti, kolu çevirip yerinden çıkarttı. Acıyla kıvransın diye yere düşmesine izin vermeden önce duvar çatlatabilecek bir yumrukla kaburgalarını parçaladı.
Arkadaşının halini görünce diğer ikisini yollayan sıska, İsviçre çakısını hazırsa tutmak için gizlice pantolonunun cebine uzandı.
Éléa'ya aynı anda saldıran saldırganlar, kızın etrafını çevrelemişlerdi. Küçümsedikleri kızla kıyaslandıklarında dövüşlerinin aslanla karıncanın savaşını andırdığını bilen lakin kendilerini yanlış hayvana benzeten adamları telaşlandırmak için Éléa başta onların darbelerinden kaçmak dışında bir şey yapmadı. Sonraki hamleleri ise şovdan, eğlenceden başka bir şey değildi.
Yeşil saçlı ve piercingliye çelme taktığı bacağıyla iri kıyımın bacak arasına vurdu. Dizleri üstüne düştüğünde art arda iki yumruğu adamın burnunu kırıp elmacık kemiğini çatlattı.
Arkasını yeşil saçlı ve piercinglinin ayağa kalktığını bilerek döndü, platform topuklu ayakkabılarının etkisini arttırdığı tekmesi iguana tiplinin çenesini yerinden çıkarttı ve ağzından kanlı tükürükler sıçratarak yıkıldı.
Sıskanın şoka uğradığı ve korktuğu her halinden belliydi ancak insanların hayatta kalma içgüdüleri zekâlarından bile güçlüydü, çakısının işe yarayacağını zannederek Éléa'ya koştu. Kadın birden eğilip onu bacaklarından yakaladı ve kalktığında bıraktı. Sıska Éléa'nın omzunda yarım takla atarak tepetaklak oldu ve yere yapıştı.
Éléa dakikalar içinde biten, kendisini de biraz bile zorlamayan dövüşün üzerinde bıraktığı tek izleri -tozları- kıyafetlerinden temizledikten sonra yerdeki çakıyı alıp duvarın dibiyle bütünleşmiş, tir tir titreyerek ağlayan kızların yanına gitti ve en yakın olana çakıyı fırlattı. Kız bir yakalayamadığı çakıya bir de Éléa'ya baktı:
"Onu alıp yanıma gelin." Kızların yaşadıkları travmadan parmaklarını kıpırdatacak halleri olmasa da az önce dört herifi pataklamış ve nefes nefese bile kalmamış kadının sözünü dinlememe cesaretini göstermediler, onunla beraber baygın olarak yatan serserilerin başında toplandılar. "Boğazlarını keserseniz uyanır ve bilinçleri yerindeyken kendi kanlarında boğulurlar." Üç genç kız, kadının üstü -ince bir örtüyle- kapalı dediği şeyi anladıkları için daha da dehşete düşmüşlerdi. Éléa gözlerini devirdi. "Burası devletin elektrik tasarrufu yapmak için kameraları çalıştırmadığı, her hafta sayısız kavganın çıktığı ve cinayetin işlendiği bir mahalle; yerde yatanlar da ölümlerinin üstünden günler geçtikten sonra gelen polislerin 'Tartışıp birbirlerini bıçaklamışlardır kesin, oh olsun.' deyip dosyayı o gün akşam kapatacağı insanlar. Kimse buradaki işleri bittikten sonra sıcacık ve güvenli evlerine dönen üç masum kızı suçlamayacak. Şimdi sarışın, seçtiğinin kanını kendisi gibi pis kaldırımlara akıttıktan sonra çakıyı size yapacaklarını başkalarına yapmalarının önüne geçme şerefini tatsın diye diğer arkadaşına ver."
Işık azlığından rengi bordoymuş gibi görünen insan kanı yavaşça kaldırım taşlarının aralarında ilerlerken giderek hızlandı ve oluşturduğu göl iyice büyüyüp mazgaldan kanalizasyona damladı:
"Şimdi çakıyı geri verin ki Dünya'dan dört lekeyi silen üç iyi kızı ele verebilecek tek delili sizin yerinize yok edeyim." Çakıyı avucunda sıkan hafif balık etli kızın kafasındaki tereddüt, iç sesi"Bizi ihbar edecek olsa kurtarmazdı." dediğinde yok oldu.
Éléa o gecenin hatırasını havaya atıp tutarak kızgın arkadaşının yanına gitti ve beraber tekrar otel yolunu tuttular. Daisy onu rahat bırakmadı, sorması gereken bir hesap vardı:
"Az önce orada ne yapmak üzere olduğunun farkında mısın? Delirdin mi sen?!"
"Gayet profesyonelce bir cezalandırma." diye bıkkınlıkla cevap verdi Éléa. "Onları ben öldürmedim." Daisy'nin çıldırmak üzere olmasının sebebi melek ve şeytanların insanların canına kıymalarının kesin olarak yasak olmasıydı.
"Kızları buna zorladın!"
"Teşvik ettim. Cazibemi bile kullanmadım ayrıca." Éléa bazen melekleri hiç anlamıyordu. "Onların kalplerini durmasına sebep olan kimdi?"
"Sen. Ama fiziksel olarak değil."
"Cezalandırırken aradıkları ne? Fiziksel olan. Yani ben tamamiyle suçsuzum hakim hanım."
Daisy konuşmalarını kırgınlık ve kızgınlığı yüzünden sonlandırınca Éléa avucundaki karıncalanmayı kontrol edebilmek için sonunda fırsat bulmuştu. Tam hayat çizgisinden* akan ve elini gümüşe boyayan sıvı karşılaşmayı beklediği bir şey değildi.
Eli kanıyordu. Ve çakının sivri ucunda parlayan, elindekiyle eşleşen Gök sakinlerine özgü kan da kabahatliyi Éléa'ya karşı korumuyordu.

Comments