Göklerin Günahı ×2×
- Kelime Ressamı

- Sep 21, 2020
- 6 min read
İnsanoğlu yoldan çıkmakla kalmayıp yalnızca onun için yapılmış yolları bizzat kendisi yıktı.
¡|¡▪︎¡|¡
𝕾𝖍𝖊𝖆𝖒𝖚𝖘
Sheamus Wilson ilkokuldayken öğretmeni kendisine her sorduğunda polis olacağını söylerdi çünkü en büyük hayali; ağabeyini, annesini her akşam haline ağlatacak kadar kötü duruma sokanların ailesini rahat bırakmasını sağlamaktı.
Büyüdükçe hedefinin kapsadığı alan genişlemişti. Tüm suçluların meyve kasalarına konulur gibi sokaklardan toplayıp hapse tıkılacakları, ailelerin dağılmayacağı, çocukların daha güvende hissedecekleri bir dünya için dişini tırnağına takacağı günlerin gelmesini heyecanla bekliyordu.
Ardından yetişkin olmuştu ve düşlerinin imkansızlığının başını çektiği acı gerçeklerle yüzleşmişti. Büyük bir şevkle başladığı, çok sevdiği dedektiflik mesleği yüzünden gittiği yer ve gördüğü şeyler umutlarını tam orta yerlerinde kırıp Sheamus'u değiştirmişti. Köpekler gibi çalıştığı, ter akıttığı seneler gecelerine farklı farklı kabuslar, zihnine karanlık ve ellerine kan eklemişti lakin boyunca insanların insanlık konusunda bir arpa boyu yol katedememesi, aksine dünyanın her geçen gün daha da çok batması ona boşa emek verdiğini düşündürtüyordu.
Kötümserleşmenin en büyük etkilerini sabahları hissediyordu. Henüz yeni atanmış, işe gitmek için can atan, alarm her çaldığında yatağından zıplayarak çıkan bir çömezkenki enerjisinden eser yoktu şimdi. Yataktan sürünerek ayrılıyor, duş almak dışında bakımına özen göstermiyor, sabah en az iki bardak kahve içmezse ayılamıyor ve karakola zombi gibi gidip geliyordu.
Yine de terapistinin dediğinin aksine tükenmişlik sendromuna falan girmiş değildi. Her gün şiddet görmüş ya da öldürülmüş kadınların, evsizlerin, uyuşturucu bağımlılarının, para için işlenmiş cinayetlerin vakalarına bakmaktan ve şehrin en kirli yönleriyle yüzleşmekten dolayı hayattan bıkmış olması, sosyalleşmeye karşı olan aşırı isteksizliği onu en fazla depresif yapardı, akıl hastası değil.
Güneşin soluk renkli bulutlar ardına saklandığı bir pazartesi günü karakola girer girmez sert bir kahve almak için ilerlerken mesai arkadaşı Linda Jolie tarafından yavaşlatıldı, içeceği yudumlayıp aldığı gofreti ısırırken bir yandan onu dinledi:
"Berbat görünüyorsun Wilson."
"Çok naziksin Jolie." Gofretin boş ambalajını çöpe atıp ağzını temizledi ve beraber ofise doğru gittiler. "Bu gün neyin var?"
"Doğu Sokağı'nda şüpheli ölüm."
"Doğu Sokağı'nda mı?" diyerek gözlerini devirdi Sheamus. Orada her hafta uyuştucu, borç gibi sebeplerden kavga çıkar; ayda bir cinayet işlenirdi.
"Küçümseme derim. Hepsi birer lanet olası serseri de olsa dört insanın hayatı söz konusu."
"Dört mü?" Sonunda dedektifin ilgisi çekmeyi başarmış Linda gülümseyerek adamın masasına dosyayı fırlattı.
"Kendi gözlerinle gör." Sheamus'un gözleri; her yerinde morluklar olan, boğazları kesilmiş dört cesedin fotoğraflarını inceledikçe büyüdü.
"Aman Tanrım..."
"Cesetler otopside ama önce olay yerini görelim diyorum, sence?"
"Hadi yola çıkalım."
Doğu Sokağı tıpkı Sheamus'un büyüdüğü sokaklara benziyordu. Suç mahallinde çalışan polisleri kıyıda köşede izleyen küçük çocuklar ona dejavu yaşatmıştı.
Yolun farklı yerlerindeki büyük ve koyu kırmızı lekeler kanalizasyonda birleşmişti, bu izlerin geçmesi birkaç haftayı bulacaktı.
Sheamus dikkatlice etrafı incelerken Linda geri geldi:
"Ne düşünüyorsun?"
"Cinayet silahı?"
"Henüz bulamamışlar."
"Kameralarda bir şey var mı?"
"Bundan hoşlanmayacaksın fakat elektrik tasarrufu yapmak için ne kadar kamera varsa kapatılmış. Hiçbir şey yok."
"Görgü tanığı?"
"Görünürde hayır, yine de olay yerinin çevresindeki evlerden başlayaral tüm mahalleyi soruşturacağız." Linda telefonunu titreten mesajı okumak için durdu. "Otopsi bitmiş ve bir şeyler bulmuşlar, bizi çağırıyorlar."
"Sen arabaya git, arkandan geliyorum." dedi o an dikkati başka bir şeye çekilmiş olan dedektif.
"Tamam." Kadının gidişini bekledikten sonra yere eğilip yoldan parlayan taş parçasını kopardı. Sheamus dışı gümüşle kaplı çakılı inceledi, ardından cebine attı ve arkadaşının yanına döndü.
Çöplükte yüzmeyi, ciğerlerine kadar her yerleri açılmış dört cesedin kokusunu çekmeye tercih ederdi. Mesleğinin cesetlerle ilgilenmek olduğu düşünülürse hâlâ çürük kokularını benimsememiş oluşu ona bayağı zorluk çıkartıyordu:
"Ölüm saatleri sabah dört buçuk suları ve hepsinin ölüm sebebi şah damarının kesilmesinden dolayı yaşadıkları kan kaybı, ölmeden önce ciddi bir tartışmaya girmiş olmalılar çünkü her yerleri darp izleri ve kırıklarla kaplı. Hepsinin aynı aletle öldürüldüğünü düşünüyorum. Kesiklerin kalınlığı dördünde de aynı."
"Borçlandıkları kişiyle kavga edip doğrandıkları çok açık değil mi?" Hamish Brandon bu vakanın uğraşmaya değer bir dava olduğunu düşünmediği için morgda oturmuş kahve içiyordu. "Böyle insanlar sürekli başkalarıyla ya borç ya da uyuşturucu yüzünden kavgaya girerler, öldürülürler. Neden bu kadar abartıyorsunuz?"
"Kavga ettikleri kişi değil, kişiler." Adli tıp uzmanı, sözünün kesilmesinden hiç hoşlanmadığı için polise kötü bakışlar atıyordu. "Hepsinin öldürüldüğü alet aynı ama ben birden fazla katılın olduğunu düşünüyorum." Teorisini desteklemek için harekete geçti ve en sağdaki cesedinin yanına gidip boynundaki kesiği gösterdi. "Bu boyunda temiz, tek bir kesik var ve açısından yola çıkarak katilin solak bir kişi olduğunu kesin olarak söyleyebilirim ama şuraya gelirsek..." Doktor bu kez en soldaki cesedin yanındaydı. "Bu cesedin katili sağlak, öldürürken eli titrediği için kesik temiz değil ve gereğinden derin kesmiş. Önceki katilin soğukkanlılığını burada göremiyoruz." Kalan iki bedenin ortasında durdu doktor. "Bu ikisinin katili aynı. Suçlu çok güçlü olmadığı için yeterli derinlikte kesememiş ve bu yüzden ikisinin boğazını da iki kere kesmek zorunda kalmış."
"Yani üç kişiyi arıyoruz?" diye emin olmak için sordu Sheamus.
"Suç ortakları var mı bilemem ancak üç katil var, eminim."
"Cinayet aleti hakkında bir tahmininiz var mı?"
"Evet. Kesiklerin biçimlerinden, enlerinden, duruşlarından vesaire küçük, kısa ama aynı zamanda ağır bir bıçak kullanıldığını düşünüyorum. Bu özellikler hesaba katıldığında bir İsviçre çakısı olduğunu varsayabiliriz." Adli tıp uzmanı masaya gidip küçük bir kapla geri döndü. "Bu bulduğum son şey."
"Nedir bu?" Hamish merakla olaya dahil olduğunda meslektaşlarının kötü bakışlarına maruz kaldı. "Ne?!"
"Bu bir deri parçası. Katillerden birine ait olduğunun garantisini veremesem de elimizdeki en net şey bu."
"DNA taraması bitince haber verin doktor. Hamisi, Sheamus gidelim artık-"
"Bekle Linda." Arkadaşına karşı geldikten sonra Sheamus cebindeki taşı çıkarttı ve odadakilere gösterdi. "Bunu suç mahallinden aldım."
"Kanıt mı çaldın?!" Linda şoka girmişti.
"Hayır. Mahalledeki kimsenin gümüş alabilecek durumda olmadığını göz ardı ettikleri için bunu bir kanıt olarak görmediler, bu yüzden şu an taş elimde."
"Çalmış olamazlar mı?"
"Sıvı olarak çaldılar ve yere mi damlattılar? Gümüşün erime sıcaklığı 961,8 derece santigrattır. Mahallede oturanlardan birinin gümüşü o şekilde taşımış, damlatmış olması imkansız. Bu sıvı gümüşü akıtanlar her kimse dışarıdan gelmişler ve anlaşılan şu an ölümlerini araştırdığımız adamlara yakalanmışlar. Gizliliklerine de dört adamı birden öldürecek kadar önem veriyorlarmış." O sırada kapı çaldı. "Gir!" İçeriye bir memur girdi.
"Dedektif Wilson, Jolie ve Brandon?"
"Evet biziz. Sıkıntı nedir?"
"İki tanık bulunmuş efendim."
¡|¡▪︎¡|¡
𝕰𝖑𝖊𝖆
Kral dairesinin penceresinden manzarayı, ayaklarını uzatarak ve elimde çakıyı döndürerek izliyordu.
Elindeki küçük, gümüşî yara izini inceledikçe kafası karışıyordu. Fani metalleri onu kesemeyeceğinden dolayı tek bir ihtimal vardı: Çakının Diagniumdan yapılmış olması. O zaman da şöyle bir sorun ortaya çıkıyordu: Dünya denen kazanın yanık dibini sıyıran bir serseride şeytan ve melekleri kesebilen efsanevi bir metal ne arıyordu?
Kapı çalınmadan açılıp sertçe kapanınca Éléa, hangi misafirinin geldiğini anlamıştı:
"Beni neden çağırdın küçük iblis-" Bir çift melek, Axel'in sözünü keserek odaya giriş yaptı. "Ah, demek küçük melekçiklerle toplantı yapacağız."
"Merhaba Axel, nasılsın?" Daisy, Cehennem'in varisiyle konuşuyor olmasına rağmen herkese nazik davranma felsefesinden vazgeçmemişti. Axel kıza bakarak gözünü kırptı.
"İyidir melekçik."
"Kafa bulmak için mi çağırdın bizi Éléa?" Enerjisi Axel'ı görür görmez düşen Joaquin'in sesi, Daisy'nin sesinin tatlılığına ters düşecek kadar düşmancaydı.
"Elini kaldır Joaquin."
"Ne?"
"Kaldır!" Joaquin tek kaşını kaldırarak anlam veremediğini gösterse de Éléa'nın dediğini yaparak elini kaldırdı.
Éléa çakıyı öyle hedefleyerek attı ki bıçak kısmı Joaquin'in elinde küçük bir kesik bıraktıktan sonra omzunu sıyırarak duvara saplandı.
Gümüş rengi kan aşağıya süzülmeye başladığı gibi Joaquin, yaralanan elini diğeriyle tutup yüzünü buruşturdu. Ne kadar dayanıklı olsalar da acı, Gök sakinlerinin sık karşılaştığı bir şey değildi.
Sağlam elini yaralananın üzerinden çektiğinde parmaklarına bulaşan gümüşi sıvı, üçünü de dehşete düşmüştü:
"Joaquin, sen kanıyorsun..." Éléa duvara saplanan çakıyı almak için kalktı. Aleti aldıktan sonra önlerinde durarak baktı ortaklarına.
"Bu nasıl..." Joaquin cümlesini yarıda bırakıp Éléa'ya çevirdi sinirden ve meraktan buruşmuş yüzünü. "Bunu nasıl yaptın?"
"Sizce de çok açık değil mi?" Çakıyı havaya atıp tuttu. "Diagniumla."
"Dünyadayız soysuz, Diagniumu nereden bulmuş olabilirsin?!" Axel'ın göz bebeklerinin adeta yanıyor oluşundan Éléa, Diagnium bulmasından hoşlanmadığını çıkartmıştı ve sebebini öğrenecekti.
"Birkaç gün önce, Dünya'ya indiğimiz gece bir evsizden ödünç aldım." Daisy o geceyi hatırlayarak yutkunurken erkekler şaşırmıştı. "Bir evsizin Diagniumu nereden ve nasıl bulduğu hakkında en ufak bir fikrim yok ama size verilen görevle alakalı olduğunu hissediyorum."
"Görev bunla mı alakalıydı?" Daisy, Dünya'ya inerken ona çözülmesi gereken sorunların ne olduğunun söylenmemesine, bilgi verilmemesine şaşırmasa da aynı konu, gerçekler açığa çıkmak üzere tekrar açıldığında Joaquin'e hayal kırıklığıyla bakıp sitem etmekte kendisine engel olamamıştı.
"Belki de-"
"Yarım yamalak cevaplar verme Joaquin!" Éléa'nın olmayan sabrı taşmış, birden parlamıştı. "Bizi buraya her şeyin dışına itip götünüzü toplayalım diye getirdiğinizi ve sonunda tüm övgüyü almayı planladığınızı anlamamak için salak olmak gerekir ve anlaşılan bizi salak zannediyorsunuz ama size bir sürpriz yapayım mı? Değiliz! Bize ne biliyorsanız anlatacaksınız-" Dikkati dağıldığı sırada çakıyı kızdan almak için atağa geçen Axel, Éléa'nın refleksleri yüzünden hüsrana uğradı. "Hayır, hayır... O kadar kolay değil kara kanat."
"Vicdan yaptırma ve acındırma politikanı Joaquin üzerinde yapmaya devam et çünkü ben yemem soysuz, bir anlaşma yaptık!"
"Ne anlaşması..." Daisy'nin lafı kavga eden şeytanların lafları arasında yutuldu.
"Bana yeterli bilgi vermedin! İşin bu kadar ciddi olduğundan haberim yoktu!"
"Bu hiçbir şeyi değiştirmez ve beni de ilgilendirmez!"
"Haklısın, beni de ilgilendirmez." Éléa çakıyla Axel'in, ressam elinden çıkmış kadar düzgün çene çizgisine sağlam bir şekilde vurdu.

Comments