Kuzey Rüzgârına Yakalan Gemi × 0
- Kelime Ressamı

- Jun 30, 2020
- 7 min read
Dev ticaret gemisinden tek sıra halinde inen kölelerin arasında, köle olmaktan çok uzak olan ama köle numarası yapan bir kadın vardı.
Kendisine, ablasına, ondan korkan veyahut ona saygı duyanlara sorarsanız adı Sølv olan kadına bazı halklar ve politikacılar cadı, katil, şeytan derken ebeveynleri Uheldi'de karar kılmıştı.
Sözcüklerin değil fikir ve hareketlerin önemli olduğu bu çağda Avrupa'nın neredeyse her meyhanesine asılmış olan ilana bakacak olursak devlet onu "son derece tehlikeli kaçak, terörist ve katil Viking" olarak tanımlamayı ve kellesini krala getirecek kişiye, kişinin ailesini torunlarına kadar rahat ettirecek bir meblağ vereceğini not düşmeyi uygun görmüştü.
Herkesin kendisine farklı şekilde hitap ettiği, namı ve dedikoduları kendinden önde giden kadın eski püskü, küf yeşili pelerininin başlığını yüzünü kapatacak şekilde tutup başını öne eğerek köle kalabalığından ayrıldı. Kimseye yakalanmadan ve sorun yaşamadan iskeleden ayrılmaktı amacı, pek öyle olmadı ve onu fark eden bronz tenli ve silahlı bir görevliye çarptı:
"Sırayı takip et köle." Sølv sıraya geri dönmedi. Sıkıntı çıkartmadan buradan bir an önce gidebilmek için görevlinin önce sağına, sonra soluna geçmeye çalıştı ama iki seferde de adam onun önünü kapadı. "Kalabalığın yanına dön ve bana zor kullandırtmaya çalışma köle!"
"Ben köle değilim." dedi sakince, bu adamı daha da çileden çıkardı. Onun kadın olmasından cesaret alarak üzerine rahatça yürüdü.
"Kendini ne zannediyorsun be kadın! Son kez nazikçe söylüyorum! Sıraya dön-" Sabır dağıtılırken herhalde kılıcını bileyen Sølv'un sabrı taşmıştı. Üzerindeki pelerini tek hamlede üzerinden attı ve tabancasını karşısındaki silahına davranmaya vakit bulamadan alnına dayadı.
"Hadi kaba bir şekilde söyle, nasıl kaba olurmuşsun merak ettim." Adamın alnına daha çok bastırdı silahın namlusunu. "Seninle bir anlaşma yapalım, beni rahat bırak ve kendi yoluma gideyim. Memleketime gelir gelmez üzerim kirlensin istemiyorum. Fakat beni buna zorlarsan gözümü bile kırpmadan beynini yere dökerim. Tamam mı?" Görevli dudaklarını sinirle birbirine bastırdı ve tek kelime etmeden başıyla onayladı. Onun aksanını tanımıştı. Bu Viking kadınları ne de çirkef ve çekilmez oluyordu! "Aferin uslu çocuk."
Sølv tabancasını indirdi ama kemerine yerleştirmedi. Şehir merkezine gitmek için yürürken botlarının topuğunun iskelede çıkarttığı sesi mırıldandığı türkünün ritmine uydurdu.
Bahar Şenliği için herkes son hazırlıklarını tamamlamaya ve kalan birkaç eksiğini temin etmeye çalıştığı için Uppsala'nın şehir merkezindeki pazar tıklım tıklımdı. Yine de hiçbir şey Sølv'in, ablasının platin sarısı saçlarını tüm kalabalığın içinde ayırt edip onu tanımasına engel olamazdı.
Aylardır görüşmemiş iki kız kardeş birbirlerini fark ettiklerinde kalabalığı yararak çeşmenin yanında buluştular. Yufka yürekli İoana'nın gözleri sarıldıkları anda hemen dolmuştu:
"Tam zamanında gelmişsin! Bir süre sonra artık mektuplarımı almadığından ve şenliğe yetişemeyeceğinden şüphelenmeye başlamıştım!"
"Mektuplarını alıyordum, sadece cevap yazmak için gerekli vakti bulamadım. Ne kadar meşgul olduğumu biliyorsun."
"Bilmez olur muyum!" İoana gözlerini devirdikten sonra kardeşini kokladı ve yüzünü buruşturdu. "Anlaşılan banyo yapmaya bile zaman bulamamışsın, berbat kokuyorsun!"
"Buraya bir Fransız ticaret gemisinde ve köle kılığında geldim. O heriflerin kralları bile banyo yapmıyor, kölelerin temizliği umurlarında mı sence?"
"Eve gidelim de yüzün sabun görsün, balina kusmuğundan beter kokuyorsun." İoana böyle dese de omuz omuza yürümeyi özlediği kardeşinin koluna girdi ve beraber İoana'nın evine gitmek için yola koyuldular.
"Gemideyken koleradan ölmediğime şükret."
"Peki Fransa nasıldı?" İoana Uppsala dışına bile ancak birkaç kez çıkmıştı ve Avrupa'yı çok merak ediyordu.
"İnsanlar dışkılarını sokağa atıyorlar ve yürürken onlara basmamak için topuğu yüksek ayakkabılar giyiyorlar."
"Uçan köpeklerin üzerinde yolculuk yaptıkları ve dev dişli-"
"Onlar kocakarı uydurması İoana, Avrupa'daki tek canavar türü erkekler. Kadınları istedikleri gibi kullanabilecekleri bir nesne zannediyorlar ve akılları başlarına gelmesin diye bellerine taktıkları korseyi beyinlerine de takmışlar."
"Ciddi olamazsın!"
İoana'nın naif ve narin bir kadındı, silah kullanmasını küçükken öğrendiği ve kendini savunabileceği kadar biliyordu. Buna rağmen kendi kocası Porir ona böyle davransa onu uyurken öldürürdü ve yerli şef bile buna laf edemezdi.
Patikayı sıkıntı yaratabilecek kimseyle karşılaşmadan geçtiler ve eve vardıklarında İoana direkt kardeşinin eline sabun, havlu ve temiz kıyafetler tutuşturup Sala'ya yolladı.
Sala Nehri Uppsala'yı ortadan ikiye ayırıp Mälaren Gölü'ne dökülen, uzun ve büyük olmasa da güzelliği dillere destan -en azından Sølv için öyle olan- bir nehirdi. Sølv küçükken ne zaman canı sıkılsa, ailesi ile tartışsa buraya gelirdi.
Tabancasını havlusunun altına yerleştirip gizledikten sonra üstündekileri çıkartıp nehrin buz gibi sularına girdi.
Çıktığında gerçekten kendini arınmış hissediyordu. Havluyu bedenine sardı ve temiz kıyafetlerini giymeye hazırlanırken bir çıtırtı duydu.
Uppsala'nın ilkbaharda bile insanı tir tir titretecek kadar soğuk ve rüzgarlı havasında üzerinden sular akarken durduğu halde bunu umursamadan silahını eline aldı ve etrafa bakındı. Sık ağaçlıklı bölgeyi hedefini izlemekten iyice hassaslaşmış gözleriyle taradı ve yeniden oluşan sessizliği yararak bağırdı:
"Kim var orada? Bana kendini öldürtmeden çık ortaya!" Çıplak ayaklarına çimlerin arasındaki dallar ve taşlar yürürken batsa da arkasından gelen dal çıtırtısına olduğu yerde yüz seksen derece dönerek ve nişan alarak tepki verdi.
Ancak orada kimse yoktu, yalnızca bir geyik vardı.
Genç kadın gerginlikle kaldırdığı omuzlarını ve silahını indirdi.
Sonra ani bir kararla geyiği vurdu. Birinin akşam yemeğini hazırlaması gerekiyordu sonuçta.
Giyinip geyiği sırtlamadan önce tekrar etrafı kolaçan etme dürtüsüne engel olamadı.
Bir kiralık katil olarak düşman denen şeyden Sølv'de çuvallarca vardı. Bu yüzden sürekli tetikte olmak artık onun meslek hastalığı olmuştu, kırk yılda bir memleketine geldiğinde bile gidene kadar diken üstünde hissediyordu çünkü Uppsala'da değilken saldırı anında savunması gereken tek kişi kendisi oluyordu lakin buradayken düşmanlarının onu vurabileceği tüm zayıf noktaları açığa çıkıyordu.
Sølv'in ağzı iyi pişmiş, baharatlı ve aromalı geyik etinin kokusu burnuna geldikçe sulanıyordu, şarapla bunu engellemeye çalıştı. Porir harbiden çok şanslı bir adamdı, İoana mutfakta harikalar yaratıyordu.
İoana'nın becerikli parmakları şimdi kardeşinin temizlenmiş, uzun saçlarını geleneksel Viking örgüleriyle süslemekle meşguldü, tüm dikkatini buna yöneltmişti. Kocası Porir ise uzun zamandır görmediği için sohbetini özlediği Sølv'i lafa tutmuştu:
"Şenliğe yetişemeyeceğinden neredeyse emindik, İvar Fransa'ya seni alıp getirsinler diye donanma yollamamak için zor duruyordu!" Sølv kahkaha attı.
"Odin aşkına, dokuz yılda bir yapılan Bahar Şenliği'ni kaçıracak kadar Uppsala'dan koptuğumu düşündüğünüz inanamıyorum!"
"Bu konuda bize hiç güven vermediğin için üzülmesi gereken sensin Sølv, her gittiğinde geri dönüp dönemeyeceğinden bile emin olamıyoruz! Ve sen de aylarca ortadan yok olarak bize yardımcı olmuyorsun!"
"Henüz beni öldürecek kişi anasından doğmadı Porir, siz benim için endişelenmeyi bırakın." Tahta kupadaki şarabın tıpkı şişedeki şarap gibi bitmesi Sølv'i üzdü. Gelir gelmez kardeşinin içki stoğunu tüketmemek için sadece tek şişeyle yetineceğine dair kendine söz vermişti ve az önce hakkı bitmişti.
"Bu sefer ne kadar kalacaksın?"
"Şenlik bitene kadar buradayım. Sonra bir gemiye atlayıp Bizans'a gideceğim, Fransızların dediklerine göre oralar çok karışıkmış ve iş bulmam kolay olurmuş-"
"Bu kadar az mı kalacaksın?! Sølv aylardır yoktun zaten!" İoana ağlamaklı bir sesle cırladı.
"Önemli olan şu an burada olmam! Biliyorum size vakit ayıramıyorum ama bu benim işim!"
"İvar seni hâlâ orduya alabileceklerini söyledi." dedi umutla Porir.
"Mesleğimin mükemmel olduğunu hiçbir zaman iddia etmedim ancak işimi seviyorum. Anlık yaşamayı, tehlikeyi, macerayı, pislikleri avlamayı, tabancanın çeliğinin insanı heyecanlandıran soğukluğunu hiçbir şeye değişmem. Bu bizzat benim seçimim ve sonuçlarına katlanmaktan ben korkmuyorken sizin kafaya takmanıza gerçekten gerek yok." Sølv dudaklarını ısırdı, Uppsala'da iki haftadan uzun kalmamasının tek mesleği işi değildi. "Hem burada uzun süre vakit geçirmem demek onlarla karşılaşmayı göze almam demek olur ve hiçbiriyle haşır neşir olup tatilimi mahvedemeyeceğim."
"Duyduğuma göre Bodil Cermen'deymiş, oğullarını da toplayıp gitmiş. Yeni kurulduğu için ihtiyaçları çoktur diye düşünmüş olmalı."
Uppsala'nın en zengin tüccarı ve Sølv'i sırf kahverengi saçlı olduğu için dışlayıp onun sonsuz nefretini kazanan babasıydı Bodil.
Ailesinin yedinci ve sonuncu çocuğu Sølv sülalerinde kuşaklardır doğmuş ilk kahverengi saçlı çocuktu. Viking'lerin sarı saçı güç göstergesi olarak görmesinden dolayı da bu kabul edilemezdi ve ebeveynleri hemen onun üzerinde saç açma işlemlerine, küllü sulara başvurmuşlardı fakat kadının saçları küçükken bile açılmayacak kadar gür, inatçıydı.
Sølv birden ebeveynleri ve beş ağabeyi tarafından şanssız ve lanetli damgası yemiş, dışlanmıştı. Ona verdikleri "Uheldi" ismi de şanssız anlamına gelen "uheldig" kelimesinden geliyordu zaten, Sølv bu yüzden ismini hiçbir zaman kabul etmemişti.
Sølv gözlerinden alev saçarak konuyu değiştirdi:
"Canı cehenneme Porir! Gitmiyor muyuz? Şenliğin ilk gecesine geç kalacağız." İoana da sonunda kadının saçlarını bırakmıştı.
"Sølv haklı. Bu akşam bizimle mi olacaksın yoksa askerlerle mi Porir?" Porir karısına kollarını doladı ve minyon kadın onun kocaman kolları arasında resmen yok oldu.
"Hiç ihtimal vermesem de İvar geldiyse ona ve yanındakilere selam vermemezlik edememem fakat bunun dışında gece boyunca size aitim hanımlar!"
Baharın gelmekte hiç acele etmediği bu soğuk, karanlık topraklarda ilkbahar eğlenceler ve ziyafetlerle kutlanır, insanlar tanrılarını memnun edip ölmüş atalarını onurlandırmak için kurban verirlerdi.
Uppsala Bahar Şenliği de bu kutlamalardan biriydi. Dokuz yılda bir yapılır, ilkbahar ekinoksundan dokuz gün önce başlayıp dokuz gün sürerek tam ekinoks gecesi biterdi. Başladığı günden itibaren her gece yerli şef başkanlığında bir adam ve sekiz erkek hayvan kurban edilir, tapınak kanlarla sulandıktan sonra kutsal korudaki ağaçların dallarına kurbanların bedenleri asılırdı. Ritüelin ardından tüm Uppsala halkının bir şeyler bir şeyler katarak birlikte hazırladıkları ziyafet sofrasına oturulur ve yemek yenir, sohbet edilir, çalgılar çalınır, ritüel ateşi etrafında dans edilip şarkılar söylenirdi.
Amacı Odin'i onurlandırıp gelecek yılda zafer elde etmek olan festivale katılmak için Uppsala'ya şehir dışından da insanlar gelir ve halk tanrı misafiri kabul ettikleri konuklarını en iyi şekilde ağırlayarak kendi milletlerinden başka insanlarla kaynaşma fırsatı bulurlardı.
Bu "konuklardan" biri de Ragnar Lothbrok'un İsveç ve Danimarka'yı birleştirerek kurduğu krallığın başına babası öldükten sonra geçen ve İzlanda'yı toprakları arasına katan yeni kraldı: Kemiksiz İvar.
Sølv sırdaşı, ağzından çıkacak tek bir kelimeyle Avrupa'yı yerle bir edebileceği dostu İvar ile onun babası Ragnar Sølv'i koruması altına aldığında tanışmışlardı. Ragnar'ın İvar dışındaki beş oğlunun Sølv'i kabullenmeyi reddettiği dönemde yakınlaşmışlar, ayrılmaz bir ikili hâline gelmişlerdi. Sølv Uppsala'dan ayrılana ve doğru düzgün uğraşmaya başlayınca biraz araları açılsa da Sølv hâlâ onu İoana'dan ayırmazdı.
Ragnar'la Sølv'in ise kız on iki yaşlarındayken ailesi ile kavga edip Sala'ya kafa dinlemeye gittiğinde yolları kesişmişti. Ragnar o zamanlar kendisine saygı duyulan, sözünü dinletmeyi bilen, cesur bir adamdan ibaretti; henüz kral değildi ama normal biri olması nehirde ağlayan küçük bir kızın elinden tutup ailesine yaptığı saçmalığın haddini bildirmesine engel olamamıştı.
Sølv şu anda olduğu kişiyi Ragnar'a borçluydu. Ölümüne kadar tam bir Viking olarak yaşayan, yüzyıllarca unutulmayacak o kral Sølv ile tanıştıkları andan itibaren onu kanatları altına almıştı. Onun güvenliğinin sağlandığından ve iyi bir eğitim aldığından -çünkü o yaşına kadar ailesi kızın aptal ve güçsüz olduğunu düşündükleri için hiçbir konuda eğitim almasını sağlamamışlardı- emin olmuştu. Diğer yaşıtları okumayı yazmayı çoktan sökmüş; silah kullanma konusunda ilerleyip avlanmaya başlamıştı.
Ragnar ile çok sohbet etmezlerdi çünkü Ragnar hiç kimseyle doğru düzgün konuşmazdı ancak adamın tek bir bakışı, gülüşü Sølv'e kendisiyle dalga geçildiği veyahut çocuklarla kavga ettiği -bu en sık yaşadığı durumdu çünkü sevgisizlik onu iyice vahşileştirip hırçınlaştırmıştı- için bıraktığı işini bitirmesi için sonsuz bir cesaret verirdi.
Yaşıtlarından her alanda çok çok geride olduğu halde kızın onları geçmesi çok çok kısa sürdü.
Sølv on altı yaşlarındayken tek başına ilk boğasını avladığında Ragnar gelecek ay önemli bir savaşa girecek olmalarına rağmen yaptığı kutlamada kızı yerli şefin huzurunda evlat edinmiş ve ona yeni ismini vermişti: Sølv. Thor'un çekicinin yapıldığı, kırılmaz metal gibi: gümüş.
Sonra ölmüştü.
Onun ölümüyle Sølv ordudan ayrılıp İngiltere'ye gitmişti, Ælla denen kral olacak kanalizasyon sıçanını öldürmeye. İngiltere'de aynı amaç için gizlice oraya gelmiş İvar ile karşılaşmışlar ve birlikte Ælla'yı uykusunda öldürmüşler, cesedini de üzerine "Ragnar'ın intikamı alındı." yazıp evinin çatısına asmışlardı.
Ælla'yı gizlice ve uykusunda öldürmek zorunda kalmaları kendi ve halklarının güvenliğini tehdit edecek şeylere yol açmak istememelerinden kaynaklansa da ikisinin de içinde kalmıştı Ælla'yı hâk ettiği şekilde öldürmek.
Bu hayal kırıklığı İvar'ı acımasız ama yetenekli bir kral yaparken Sølv'in ahlâkî ve etik değerlerini unutmasına, kendini memleketine ve ailesinden sevdiği tek kişiye bile dönmekte zorluk çeken bir kiralık katil olarak bulmasına neden olmuştu.
Yaptığı mesleğin ve seçiminin hiçbir açıklaması, mazereti yoktu. Prensipleri olması ve herkesi öldürmemesi insanları öldürdüğü gerçeğini değiştirmiyordu.
Bu yüzden Sølv tapınağın içinde İvar'ın babasıyla birebir aynı gözleriyle karşılaştığında önce aklına Ragnar, sonra onun ölümünün aslında kendi içindeki karanlığı çıkarttığını ve ardından adamın Sølv'i böyle görse ne kadar hayal kırıklığına uğrayacağını düşünmeden edemedi.

Comments