Kuzey Rüzgârına Yakalan Gemi × 1
- Kelime Ressamı

- Jul 6, 2020
- 7 min read
Sølv karamsar düşüncülerinin hepsini tapınağın dışında oluşan kalabalıkta İvar'a gülümserken beyninin derinliklerine süpürdü. Ne şenliğin ilk gecesinde ne de çok özlediği dostunun yanında surat asarak saygısızlık edemezdi.
İnsanların neredeyse birbirlerinin üstüne çıkacağı kalabalıkta zorda olsa buluştular ve o kadar sıkı sarıldılar ki Sølv bir anlığına da olsa nefes alamadı:
"İşte benim kızım! Uppsala'ya hoş geldin Sølv!"
"Sen de hoş geldin eski dostum." İvar İoana ve Porir ile selamlaşırken Sølv İvar'ın kardeşlerine tek tek sarıldı. Ragnar savaşmaktan arta kalan zamanını bebek yapmaya ayırdığından bu onu dakikalarca meşgul etti. "Günlerce yolculuk yapıp hiç dinlenmeden törene katılacak kadar deli olmak tam da sizin sürünüzden beklenilecek bir hareket." Björn kahkaha attı.
"Biz yaş aldıkça ağırbaşlı olacağını zannederken sen biz yokken korsan ağzı edinmişsin bakıyorum!" İoana artık taşımaktan omzu ağrıdığından geyik etinden ritüel sonrası ziyafet için yaptığı yahniyi kocasına verdi, ardından dertli dertli söylendi.
"Sølv ve ağırbaşlı olmak mı? Görürseniz bana da haber verin!"
"Benim favori kızımı rahat bırakın, aylar sonra topraklarına dönmüş ve bizim bunu kutlamamız gerek!" İvar Sølv'in omzunu koluyla sardı ve başının üzerini öptü. Hvitserk dalga geçmek için yer arıyordu, bu fırsatı kaçırmadı.
"Karıncanın kardeşine bakın hele!"
"Ben ciddiyim, uzun zaman sonra ilk defa hepimiz aynı anda aynı yerdeyiz. Bu günün şerefine ritüelden sonra bara gideceğiz, çünkü tüm içkiler benden!"
"Senin bir şeyi başka şekilde kutlayacağını düşünmek hata olurdu zaten!" Hepsi beraber gülüşürken yerli şefin adamı yanlarına geldi ve susmak zorunda kaldılar.
"Şef yakında başlayacağı haberini vermemi ve kurban etme şerefini almak isteyip istemeyeceğinizi sormamı istedi efendim." İvar başını saygıyla öne eğmiş adamın sırtına güven verici bir edayla sertçe vurdu.
"Memnuniyetle." Sonra kardeşlerine ve arkadaşlarına döndü. Eliyle onu takip etmelerini işaret etti. "Hadi gidelim."
Sølv hayvanların kişnemelerinin, kurban edilecek adamın çığlıklarının, damarların yırtılma ve kan akma seslerinin eşlik ettiği yerli şefin dualarına odaklanmaya çalışırken kardeşinin elini tutuyor ve şefin dediklerini tekrarlıyordu.
Dışarıdan bakıldığında ondan beklenilmese de Sølv inançlı biriydi. Tanrılarına güvenir, bazen merhamet ve yardımları için yalvarırdı.
Norsların vatanlarında topraklar kara ve verimsiz, hava kuru ve soğuk, yaşam çetin ve acımasız; bunlara göre şekillendiği için de inandıkları tanrılar hiddetli ve merhametsizdi, aynı zamanda savaş ve zafer düşkünüydü.
Ölüm zafer eldesi için şartsa ne kadar gerekiyorsa kan dökülmeliydi ve Sølv'e göre yeryüzünden sildiği her pislik ona zafer kazandırıyordu. Bu yüzden de Asgard sakinlerinin onunla ilgili nasıl planlar yaptığını kestiremiyordu, onunla aynı fikirdeler miydi? Yoksa onlara göre de mi Sølv ilkel bir caniden ibaretti?
Kurbanların kanları tapınağın geçen gün yağan yağmurdan dolayı çamurla kirlenmiş mermer tabanını yıkadı. Kutsal korudaki ağaçların dallarına cesetler asılıp ritüel bitince de insanlar coşkulu nârâlar attılar çünkü günün beklenen, eğlenceli kısmına gelinmişti: ziyafete!
Sølv ve ailesinin leziz bir geyik yahnisiyle katkıda bulunduğu yemek kralın ve yerli şefin komutuyla başladı. Sohbetler, kahkahalar ve hatta içkiler havada uçuşuyordu.
Tabaklar ve kazanlar boşaldıktan, insanlar doyup sarhoş olduktan sonra şenlik ateşinin başına geçildi.
Ubbe, Sigurd ve Halfdan'ın ne ara çalgıcıların elinden aletlerini aldıklarını kimse anlamamıştı fakat herkes zilzurna sarhoş halde hareketli türküler çalmaya başladıklarının İoana'ya sesiyle eşlik etmesi için tezahürat yapacak kadar bilincindeydi.
Genç kadın başta utanıp kızararak kocasının göğsüne saklandı ancak adam onu cesaretlendirmek için eliyle nazikçe çenesini tutup yukarı kaldırınca şarkıya girdi.
İoana'nın çakma çalgıcılara beraber okuduğu şarkının ilk dizede biter bitmez İvar yerinden fırlayıp ateşin öbür ucuna düşmüş Sølv'i kaldırdı. Sølv sırf İcar onu hazırlıksız yakaladığı ve reddetme şansı bulamadığı için oyunbozanlık yapmak istemedi, beraber ateşin etrafında dans etmeye başladılar.
Uppsala Bahar Şenliği'nin ilk gününde hep olduğu gibi okunan tüm türküler, edilen tüm danslar hareketli, neşeli ve coşkuluydu lakin günler geçtikçe şarkılar hüzünlenip insanlar sakinleşecekti. Her defasında aynı şey olurdu.
Herkes yüksek enerjinin tadını çıkarıp deliler gibi eğlenir ve içerken birisi dans eden iki genci çatık kaşlarıyla izliyordu: Bodil.
Ellerini etinden bir ısırık daha alsa çatlayacakmış gibi duran koca göbeğinin üstünde birleştirmişti ve sinirli sinirli homurdanıyordu.
Ragnar öldüğünden beri Bodil çocuklarını eski kralınkilere yamamak için denemediği yol kalmamıştı çünkü kralın ailesine yakın olmak demek daha çok saygınlık, daha çok köle, daha çok ticaret ve akabinde daha çok para demekti. Ve Bodil paraya bayılırdı.
Lakin Bodil'in planları ters tepmişti. Ne -beşi de aklı içkiden ve kızlardan fazlasına ermeyen birer aptal olan- oğulları ne de -en büyük ve artık turşusunu kuracağından emin olduğu- en büyük kızı Laliana Ragnar'ın sürüyle çocuğundan birinin dâhi ilgisini çekemez, dostluğunu veyahut sevgisini kazanamazken iki söz dinlemez kızı hatta eski kölesi Porir bile onların yanından ayrılmıyordu.
Kendine Sølv diyen işe yaramaz ve çirkin Uheldi'nin; ablası İoana'yı da eski bir köleyle evlenecek kadar bozduğunu keşke önceden fark etseydi! O zaman bu duruma anında el atardı ve şimdi kös kös oturup onları seyrediyor olmazdı.
Bodil geçmişi değiştiremese de öcünü alabilirdi.
Norsların dansları zıplamalı, dönmeli, yere vurmalı, alkışlamalı, sesli ve oldukça hareketli bir danstı. Bu yüzden koca bir ateşin etrafında dakikalarca dans etmek İvar ve Sølv'i savaşmaktan fazla yormuştu. İoana boğazı susuzluktan kuruduğu için yeni bir şarkıya geçemeyince resmen yerlerine çöktüler.
Sølv uzun zamandır bu kadar çok eğlendiğini hatırlamıyordu; gülmekten yanakları ağrımış, sırılsıklam ter olmuş ve saçındaki örgüler savrulmaktan bozulmuştu.
Ubbe kahkahalarının ve hıçkırıklarının izin verdiği kadar gevezelik etmeye başladı:
"Bu kutlama daha bitmedi! Herkes ayağa-"
"Kimsede dans edecek ve çıldıracak enerji kalmadı Ubbe, yeter artık."
"O zaman Midye'nin mekanında devam etmeliyiz!" Björn kalın sesiyle bağırarak yeri göğü inletti.
"Bir damla içki alacak yerin kalmış gibi bar diye mi tutturuyorsun Ubbe?"
"Sizi bilmem ama benim için gece de bitmedi ve hâlâ içki için de yerim var!" Diğerleri de İvar'ın gür kahkahalarına eşlik etti. "Hem hangi ahmak İlk Gece Düelloları'nı kaçırır ki?"
İvar'ın gider gitmez sözünü tutup bardaki herkese ilk içkisini ısmarladığı Midye'nin yeri, menüsü deniz mahsulleri ve içkiden ibaret bir lokantaydı. Sahibi Midye de bu takma adı, eskiden yaptığı işten -midye avcısı- alan ve artık gerçek ismi unutulan, yaşlı bir adamdı.
İskelenin en uğrak yerindeki bir kulübeden bozma, masaları lokantanın dışında duran lokantanın asıl ünü ise istisnasız her Uppsala Bahar Şenliği'nin ilk gecesinde yaşanan düellolardan geliyordu.
Aslında düellolar birilerinin kavga etmesi ve diğerlerinin kimin kazanacağı üzerine bahis oynamasından ibaretti. Genelde birinin diğerine laf atması, bir şey ima etmesiyle başlayıp taraflardan birinin kırık çıkık uzuvları yüzünden dövüşemez hale gelmesi ve Midye'nin ortalığı kirleten kanlardan yakınmasıyla son bulurlardı.
Sølv de o akşam "düello" olarak andıkları bar kavgalarından nasibini alacaktı. Ama hayır, bu nasip sümüklü ağabeyi Bo'nun, babasının kışkırtmasıyla küçük kardeşini dansa (!) davet etmesinden ibaret değildi.
Bodil iddiasına tüm ticaret filosunu yatırmadan önce kupasından bira yudumlamak ve kahkaha atarken etrafa tükürükler saçmak yerine oğlunun bırakın bizzat kavga etmeyi, horoz bile dövüştüremeyecek kadar beceriksiz olduğunu hatırlamalıydı.
Bo ailesinin en büyük ve annesine çekmiş tek erkek çocuğuydu. Babası gibi tıknaz değil, annesi Astrid gibi sıska, cılız ve uzundu. Sølv ağabeyinin işini üç dört hamlede, terlemeden bitirmiş ve onu üzerine bol gelen deri ceketinin omuz kısmından bıçağıyla Midye'nin vitrinine asmıştı.
Ardından ağabeyinin onurunu korumak -daha doğrusu babasının servetini ailenin en az sevilen üyesinin elinden geri alabilmek- için Orvar atağa kalkmıştı.
Orvar cüsseli, heybetli, güçlü kuvvetli ama salağın teki bir adamdı. Sølv onun hamleleri ve vuruşlarından birkaç kez çevik bir şekilde kurtulunca hemen kopmuş ve nakavt olmuştu.
Ne yazık ki gece hâlâ bitmemişti. Sıradaki oğullarının beceriksizlikleri yüzünden yerin dibine girmiş ve acilen bir şeyler yapmazsa buradan bir dilenci olarak ayrılacak olan Bodil'deydi:
"Bir iş yapılacaksa onu kendin yapmalısın." diye homurdandı, kıpkırmızı olmuştu. "Çık karşıma seni hain!" Sølv Bodil'den ölesiye nefret ediyor olmasına ve onu pataklamayı her şeyden çok istemesine rağmen bağlı olduğu değerleri buna engel oluyordu.
"Eniklerini de al ve geldiğin çöplüğe dön babalık. Öyle davranmasan da sen benim atamsın ve seninle dövüşmem-"
"Bana etikten bahsedene, ahlak nutuğu çekene bakın hele! Cesaretin varsa kılıcını kaldırırsın Uheldi-"
"Hayır Bodil." dedi damarına basılan Sølv; üzerindeki tüm silahlarını çıkarıp yere döktü. "Sen kılıcımı kirletmeye bile değmezsin."
Bu kez Bodil morardı.
Sølv tam zamanında geriye doğru eğildi ve babasının kılıcı vızıldayarak başının üzerinden geçti.
Doğrulmadan adama onu boş bir masaya savuracak, sert bir tekme attı. Ardından Bodil'e doğru ilerlerken onun endişeyle, hedefsiz ve düzensiz olarak salladığı kılıç darbelerinin sonuncusu hariç tek tek kaçtı.
En nihayetinde kılıcı keskin tarafından yakaladı, kendine çekti. Elinden bir damla dâhi kan akmamasının şaşkına döndürdüğü adamın boşluğundan yararlanıp kılıcı ondan aldı ve Bodil'in baltasına uzanmasına fırsat vermeden kılıcın kabzasını onun karnına vurdu.
Koca göbeğinde oluşan depremle Bodil yere çöktü. Sølv adamın aile yadigarı kılıcını inceledi, sonra yere attı:
"Benim adım Sølv." Genç kadın arkadaşlarının yanına dönüp ısınmış birasını yere döktü. "Filon da paran da sende kalabilir. Ben görmek istediğimi gördüm: mağlubiyetin."
Sølv İoana'nın yanındaki yerine oturur oturmaz İvar kalktı, Bodil'e doğru ilerledi ve onu yakasından -sanki yüz kilodan fazla değil de, tüy kadar hafifmiş gibi bir rahatlıkla- tutup kaldırdı. Adamı sürükleyerek lokantadan uzaklaştı, kimse onu takip etmedi çünkü kimse Kemiksiz'in öfkeli tehditlerini dinlemek için can atmıyordu.
Sølv üç dövüşle o geceki düello defterini kapattığını zannediyordu lakin yanılıyordu.
Onu Uppsala'ya geldiğinden beri takip eden, barda yapılan onca dövüşten sadece kadının yaptıklarını izleyen, tanışmak için aile içi tartışmalarının bitmesini bekleyen birisi vardı.
Bara geldiğinden beri gözlerini üstünden bir an bile çekmediğini fark ettiği adam ona doğru gelmeye başladığında Sølv -fazla içkiden kusmak istemediği için- tuzlu peksimet kemiriyordu.
Adam genç, uzun boylu ve her hareketinde gömleğinin düğmeleri kopacakmış gibi gerilecek kadar yapılıydı. Gözlerinin okyanus mavisi, saçlarının koyu sarı ve teninin bronz olmasına bakılırsa da (Norsların gözleri buz mavisi olur, saçları sarının en açık tonlarında gezinirdi.) buralardan değildi.
Elleri deri ve dar pantolonunun cebinde, yüzünde sağa doğru kaymış, yarım bir gülümsemeyle Norsça konuşurken Sølv aksanından İtalyan olduğunu çıkarttı:
"Gerçek bir dövüş ve vazgeçtiğiniz ödülünüzün zararını telafi etme şansı ister misiniz?" Sølv ve arkadaşları genç adamı gözlerini kısarak süzdüler. Başka müşterileri için tahta bardak ve tabakları dolduran, hazırlayan Midye araya girdi.
"Buradan sana malzeme çıkmaz yakışıklı, boyundan büyük işlere karışma!"
"Bizzat sizinle konuşma şansım var mı, yoksa aynı ortamda olduğumuz halde aracı mı kullanacaksınız?" Adamın direkt Sølv'in gözlerine bakarak gülüyor olması Sølv'in sinirini bozuyordu. Kadın ayağa kalktı. Kollarını birbirine dolayıp ayağa kalktı, yabancıya tehlikeli denebilecek kadar yaklaştı.
"Ben kendimi ifade edebilirim, gördüğün üzere." dedi Sølv az önce yaptığı düelloları kast ederek.
"Ben onlara antrenman bile demezdim." Sølv çoğu hemcinsinden uzun bir kadındı fakat bu adam kavak ağacından beter olduğundan Sølv'e üstten bakıyordu. "Sizin de demeyeceğinizden eminim." Kesinlikle demezdi bu yüzden bir başka antrenman bile diyemeyeceği kavgayla vakit kaybetmek istemiyordu.
"Questa è l'ultima possibilità per il bambino italiano di scendere prima di decorare il molo con la milza e trasformare il tuo corpo in un cadavere puzzolente. Sii polvere davanti ai miei occhi. (Bu, ben iskeleyi dalağın ile süsleyip bedenini kokuşmuş bir kadavraya çevirmeden önce defolup gitmek için son şansın İtalyan bebeği. Gözümün önünden toz ol.)"
"Voglio dire, sai l'italiano, a dire il vero sono rimasto colpito. (İtalyanca biliyorsunuz demek, açık konuşmak gerekirse etkilendim.)" Sølv'e göre asıl etkileyici olan sürekli Avrupa'ya gidip gelen bir Nors'un İtalyanca bilmesi değil, büyük ihtimalle ilk kez Viking topraklarına gelmiş bir adamın Norsça bilmesiydi ancak tabii ki bunu dile getirmedi.
"İtalyanca konuşmayın..." diye mızmızlandı Björn'ün omzunda sızmak üzere olan ve konuşması kaymış Sigurd. "Hiçbir şey anlamıyorum."
Genç kadın yanından ayrılırken adam onun arkasından tekrar seslendi:
"Yoksa dişli bir rakiple karşılaşmaktan korkuyor musunuz?" Bardaki herkes boğulurcasına kahkahalara boğuldular. Porir ona acımıştı.
"Adamım, çok yanlış kişiye çattın!" Gerçekten Porir haklıydı. Sølv kaşlarını çatarak öfkeyle tanımadığı adama tekrar yaklaştı.
"Bela mı aramaya geldin İtalyan sünepesi? Ne istiyorsun?"
"Beni yenersen sana elli kişilik tayfa ve koca bir gemi vadediyorum ancak ben kazanırsam..." Adamın tebessümü tüm yüzüne ve yanaklarına yayıldı. "Yarın akşamını tamamen bana ayırmanı istiyorum."

Comments