top of page

Mucize Kadın ile Kölenin IV - İhanet ve Satış


Seçimlerin, iyi ya da kötü bir insan olmanın ne kanla ne de milletle alakası var; her şey karakterde, kişilikte bitiyor... <> ...onun katili olmak yerine onunla ölebilirdim.


☆》¤《☆


HYPATİA


Hypatia iç çekerek sürekli sarsılan kasanın ucuna itti kendini. Agro'nun onlar ne pahasına olursa olsun sağ sağlim Vezüv'e varsınlar diye yanlarına verdiği iki korumadan biri olan Bedivere gülerek güven veren bir edayla elini kızın omzuna koydu:


"Gittikçe iyiye gidiyorsun, canını sıkma."


"İskenderiye'den ayrılıp kabilenizin gemisine adım atalı neredeyse iki ay olacak ama hâlâ yedi yaşındaki bir çocuktan kötü konuşuyoruz!"


"Kendi adına konuş." diye konuşmaya katıldı Agnodice. Merontius'un gür gülüşü kağnıyı görülebilir ölçüde sağa yatırdı.


"Mae'r Ysglyfaethwr yn dweud y gwir! Mae eisoes wedi dysgu'r holl felltithion yn ein hiaith! (Yırtıcı Olan doğruyu söylüyor! O çoktan dilimizdeki tüm küfürleri öğrendi!)"


"Cau i fyny! (Kapa çeneni!)" Agnodice, tüm fevriliğiyle Merontius'un haklı olduğunu gözler önüne sererek kağnıdakilere kahkaha attırmıştı.


Agnodice ile Hypatia'nın bir grup Keltle yolu kesiştiği andan itibaren başlayan Galce öğrenme serüvenleri Vezüv'e giderken de devam ediyordu. Aslında ikisi de gayet iyi gidiyordu fakat geçen her dakika yolları biraz daha kısaldığı için Hypatia, istediği seviyeye gelemeden hedeflerine varmalarından korkuyordu.


Yunanca pek konuşamayan ama anlayabilen Merontius ısırdığı elmayı yuttuktan sonra sordu:


"Pam ydych chi eisiau dysgu Cymraeg? Nid yw'r mwyafrif o Rhufeiniaid yn siarad Cymraeg, felly ni fydd dysgu'n helpu. (Neden Galce öğrenmek istiyorsunuz ki? Romalıların çoğu Galce bilmez, öğrenmeniz bir işinize yaramayacak.)"


"Oherwydd nad yw'r mwyafrif o Rhufeiniaid yn siarad Cymraeg. (Çoğu Romalı Galce bilmediği için.)" Yanlarında iki Romalı olduğu için Galce yanıtlamıştı Hypatia. "Byddwn yn ei ddefnyddio pan fydd angen i ni gael sgwrs wedi'i hamgryptio rhyngom. (Aramızda şifreli konuşmamız gerektiğinde kullanacağız.)"


"Rhaid ei bod yn ddrwg na all rhywun ymddiried yn rhai ei genedl ei hun. (İnsanın kendi milletinden olanlara güvenememesi kötü olmalı.)" Kendi aralarında konuşmaları tüccarın gözlerini üzerlerine dikmesine sebep oluyordu. Bedievre bundan hoşlanmadığı için konuştukları konuyu da dili de değiştirdi.


"Gayet iyi konuşuyorsun, yalnızca telaffuz üzerinde biraz daha pratik yapman gerek." Hypatia, Agnodice onu dürtmese sohbete devam edecekti.


"Hypatia ayağa kalk."


"Ne?" Agnodice ufukta bir noktaya o kadar odaklanmıştı ki Hypatia -kasanın içindeki bir türlü durdukları yerde durmayan malların üzerinde bu ne kadar zor olsa da- ayağa kalktı. Agnodice dikkatini çeken yeri arkadaşına işaret etti.


"Şunlar ne?" Hypatia, Agnodice'in gösterdiği yerde küçük noktalar halinde ışıklar ve dağ tepe dışında bir şey görmüyordu.


"Merontius, torbamı verir misin?" Adamdan torbasını, torbadan yolculuklar sırasında göğü incelemek için kullandığı küçük merceğini çıkarttı. Mercekle tekrar aynı yere bakar bakmaz kırmızının üstüne işlenmiş sarı kartallı, güneş ışığının altında parlayan sancakları tanıdı. "Bunlar Roma birlikleri."


"Ne?" Bedievre arabacıya bağırdığında adam yüreği ağzından fırlayacakmış gibi oldu.


"Durdur arabayı!"


"Neler oluyor-" Bedievre şoförün boğazına yapıştı.


"Sana Roma birliklerinin olduğu yolların kullanmaması konusunda kesin emir verildi aşağılık herif! Asıl sen ne yapıyorsun?!" Suratı kıpkırmızı olmuş arabacının arkadaşı çiftçi, onu kurtarmaya çalışırken tüccar durumu açıklamak için yanıp tutuşuyordu. Agnodice Bedievre'nin kolunu yakaladı fakat adamı yerinden birazcık bile oynatamadı.


"Bırak konuşsunlar Bedievre!" Galyalı, arabacının boğazını bıraktığında eyerleri serbest bırakıldığı için hızlanan atlar birden şaha kalkıp durarak aracı tehlikeli bir şekilde bir sağa bir sola eğdiler. Tüccar korkudan tir tir titreyen arkadaşlarının oldukça soğukkanlıydı.


"Yol ayrımındaki birlik; az silahlı, Napoli'deki büyük pazara giden tüccarlardan vergi toplamak için orada olan, sayıca az bir piyade bir grubu. Bunun haberini zaten almıştık, hem tamamiyle tehlikesiz olduğundan hem de bu yoldan çıkarsak Vezüv'e varma süremiz iki katına çıkacağından rotayı değiştirmedik. Kızlara zamanı geldiğinde kağnının altındaki bölmeye girmelerini söyleyecektik ve hiçbir sorun çıkmayacaktı!"


"Bundan niye şimdi haberimiz oluyor Romalı?!"


"Gereksiz tepki verip bizi hırpalarsınız diye endişelenmeyin istedik ama görülen üzere korktuğumuz başımıza geldi vahşi, medeniyet yoksunu Kelt!" Merontius tüccarı tüy kadar hafifmişçesine yakalarından tuttuğu gibi havaya kaldırdı.


"Pwy ydych chi'n meddwl eich bod chi'n ei alw'n 'ddifeddwl'? (Sen kime 'akıl yoksunu' dediğini zannediyordum?)"


"Merontius! Bırak onu!" Merontius Hypatia'ya baktı ve isteksizce de olsa tüccarı bıraktı.


"Hepiniz sakin olup aptallık etmeyi keser misiniz?" Agnodice dostuna katıldı.

"Sorun çözüldüğüne göre artık herkes birbirinden ayrılıp işine dönebilir mi? Biz en kısa sürede Vezüv açıklarına varmamız gerektiğini söylerken siz boş tartışmalarla değerli zamanımızı boşa harcıyorsunuz!" Agnodice, sert mizacıyla desteklediği isteğinin yerine gelmesi için araba sallandığı zaman yere saçılan eşyaların toplanması, atların eyerlerinin düzeltilmesi, şoförün nefes alış verişinin normale dönmesi gibi birkaç ufak sorunun düzeltilmesini bekleyecekti.


Hypatia bunlar yapılırken rahat duramadı.

Kağnıdaki sebze ve meyveler diğer mallardan üzerine oturulup ezilmesin diye kendilerinin oturup yattığı yerden ayrılmış, çabuk bozulmamaları için üzerleri bir örtüyle örtülmüştü. Tam o örtünün ve soğanların altında, Hypatia'nın çok iyi bildiği bir imzayla imzalanmış mektuplar vardı. Genç kadının nabzı, imzayı tanıdığı anda koşturmaya başlamış ve yüzünden ter boşalmıştı fakat adrenalin yüzünden o mektupları ele geçirme şansını kaybedemezdi. Herkesin farklı şeylerle ilgilendiği ve fark edilmesinin neredeyse imkansız olduğu o bu küçük anı doğru ve hızlıca değerlendirmeliydi.


Tüm mektupları almayı denemek riskli olacağından en üstteki kağıdı çekip -dakikalar önce Merontius'tan istediği için hemen yanında olan- torbasının altına aldı, sonra da içine soktu. Ardından herkes araca yerleşene kadar kollarını karnına bastırdı.


Heyecandan kızarmış yüzü ve karnına sımsıkı sardığı elleri ilk Agnodice'in dikkatini çekmişti:


"Aspasia, iyi misin? Neyin var?"


"Karnım ağrıyor." Yalanını daha çok inandırıcı kılmak için yüzünü buruşturdu. "Yola çıkmadan bir tuvalet izni alabilir miyim?" dedi yüksek sesle.


"Ben de seninle geleceğim." Agnodice'ten sonra şoföre seslenen Bedievre'nin ki sesi hâlâ soğuk, havası agresifti.


"Hareket etme, kızların tuvalete çıkması gerek."


"Sağır değiliz Galyalı, duyduk." Şoför önüne dönmese, Bedievre'ye doğru göz devirde yeni bir gerginlik çıkacaktı ama neyseki öyle bir şey olmadı. "Bekliyoruz." Arabadan önce atlatan Hypatia, Agnodice'e inmesinde yardım etti ve onların arkasından gelmek için hareketlenen iki genç adamı durdurdu.


"Sadece ikimiz gidip gelsek olmaz mı?" Talebi Agnodice de dahil olmak üzere herkesi şaşırtmıştı.


"Hayır, ormanda ve yolda karşınıza her şey çıkabilir-"


"Os gwelwch yn dda. Byddwn ni'n iawn yn ôl. (Lütfen. Hemen geri geleceğiz.)"


Merontius, Bedievre'ye "Bırak gitsinler." dedikten sonra kızları sezdikleri en küçük tehlikede bile çığlık atarak kendilerini çağırmaları için tembihledi.


Hypatia Agnodice ile araçtakilerin kendilerini görmeyeceğinden emin olduğu tek yere yani ormanlık araziye girene kadar konuşmadı, bu süre boyunca kızın arkadaşı meraktan ve endişeden neredeyse çatlayacaktı:


"Ne dolaplar çeviriyorsun Hypatia..." Agnodice söylenip şikayet ederken Hypatia çantasından çıkarttığı mektubu dehşet içinde okuyordu. "Sen beni dinliyor musun?"


"Orestes yokluğumuzu anlamış ve arama emri çıkartmış bile. Her yerde resimlerimiz dolaşıyormuş, bizi bulana toplamda iki bin iperpiron* ödül verilecekmiş ve bil bakalım kim bu ödüle talip olmuş?" Hypatia hiçbir şey anlamayan Agnodice'e açıklama yapmaya devam etti. "Bizim tüccar, Orestes'e bir mektupla kayıp kızların tasvirine çok benzeyen ama adları farklı ve Kelt dövmeli iki kadın bulduğunun haberini vermiş. Orestes de karşılaşacakları ilk Roma birliğine onları teslim etmesini, aradığı kişiler oldukları onaylanır onaylanmaz parasını akacağını söylemiş. İhanete uğradık Agnodice."


"Ne? Bu imkansız!" Agnodice mektubu arkadaşının elinden söküp aldı ve o gerçekleri kendi gözleriyle okurken Hypatia çözüm arayışına girdi. "Kahretsin! Kahretsin! Hain herifler, pislikler! Hepsi Jupiter'in öfkesinde kavrulsun-"


"Odaklan Agnodice! Sayıp sövmek bir işe yaramayacak."


"Affedersin." dese de ne yapacaklarını düşünmek yerine küfürlerini fısıltıya taşıdı.


"Yol ayrımına sabah ancak varabiliriz çünkü geceleri durup kamp yapıyoruz. Herkes uyuduğunda çiftçinin haritasıyla birkaç mum çalıp kamptan sıyrılabilir ve ormanda izimizi kaybettirebiliriz."


"Bedievre ve Merontius? Onlara ne olacak? Sabah yokluğumuz fark edildiğinde tüccar ve arkadaşlarının ilk işi bulunmamız için birliklere haber vermek olacaktır. İkinci kere düşünmeden direkt canlarını alırlar. Hiçbir suçları yok, yalnızca bizi korumak için buradalar. Onlara bunu yapamayız."


"Yapmayacağız."


"Gece kaçmadan önce her şeyi anlatan, Galce bir not bırakıp bizimle Vezüv'de buluşmalarını söyleyelim."


"Nota çiftçinin yedek haritasını almalarını da ekleriz. Hız ve boylarını hesaba katarsak bir sorun çıkmazsa bizi oraya varmadan yakalarlar zaten. Yön bulma kabiliyetlerine de güvenmek zorundayız." Hypatia Agnodice'i kolundan tutup araca dönmek için sürükledi. "Onlar bir tuhaflık olduğunu sezmeden dönmeliyiz."


"Kendi ulusumuzdan olanlar bizi iki kuruşa satarken daha yeni tanıştığımız yabancılar bizim için canlarını vereceklerdi." Sırtlarına saplanan bıçak, Romalıların ihanetleri Agnodice'in çok gücüne gitmişti. "İnanabiliyor musun Hypatia?"


"Seçimlerin, iyi ya da kötü bir insan olmanın ne kanla ne de milletle alakası var; her şey karakterde, kişilikte bitiyor sevgili dostum."


Hypatia araca döndüğünde aldığı emaneti yerine koydu.


Planlarını gerçekleştirmek için hiç acele etmediler. Tüm aşamaları sakince ve sırayla takip ettiler: Ay ve yıldızların yol arkadaşlarını mışıl mışıl uyuttuğundan yüzde yüz emin oldular, notu yazıp Merontius'un erzak çantasına bıraktılar, haritayı zimmetlerine geçirdiler, yakmak için uzaklaşmayı bekleyecekleri mumlarını aldılar ve Hypatia'nın astronomi ile uzay bilgisinin önderliğinde ağaçların arasından Vezüv'e doğru ilerlediler.


☆》¤《☆


SPARTAKÜS


Fazla ses çıkartıp dikkat çekmemek için göz yaşlarını engellemeye çalışan Nephele, bunu açıkça beceremiyordu. Sık aralıklarla burnunu çekiyor, boğazını temizlemek zorunda kalıyordu.

Bazen Spartaküs'ün dünyanın çilesini çektiklerini düşündüğü gladyatörlerin yine bir sorunu vardı. Gerçi düzenli olarak sıkıntılarla boğuştukları için alışkınlardı.


Crixus hücresinin demirlerini yumruklamaktan kan damlayan ellerini kısa saçlarından geçirdi ve parmaklıkları sinirle salladı. Ne Spartaküs ne de diğer arkadaşları onun bu öfkeden düşünemez halinden hoşnut değildi. Spartaküs hücrelere inilen merdivenlerde altında gizlenen Nephele'ye hitaben konuştu:


"Nephele artık batıya dön, yakalanacaksın." Nephele başıyla onaylayıp gölgeden çıktı, tozlanmış elbisesini temizledi ama Crixus yüzünden gidemedi.


"Neden? Kılınızı bile kıpırdatmayacağınızı onun yanında söyleyemiyor musunuz?!"


"Ortalarda olmadığı anlaşılır diye Crixus." Spartaküs kızgın arkadaşını alttan alabilmek için olabildiğince dizginliyordu kendini.


"Nephele'nin burada olmasını sağlayan Batiatus ve soylu köpeklerin batıda alem yapması! Onun akıllara gelmesinin imkansız olduğunu sen de biliyorsun!"


"Peki muhafızlar?" Crixus'un karşılık veremeyeceğini tahmin etmişti. "Buradan batıya aktarma yapılan muhafızların oradan kovulması an meselesi. Öfkene hakim olamayarak Nephele'yi tehlikeye atıyorsun." Spartaküs arkadaşının kendi yere bırakıp sırtını duvara dayadığını, ardından kız arkadaşının parmaklıklara yaklaştığını görünce onlara arkasını dönerek mahremiyet sağlamak istedi fakat sesleri hâlâ duyuluyordu.


"Bana veda etmeyecek misin?"


"Hayır Nephele." Crixus ve Nephele parmaklıkların izin verdiği kadarıyla öpüştüler ve adam sevgilisinin göz yaşlarını sildi. "Etmeyeceğim çünkü bana geri döneceksin." Kız gitmeden önce gladyatörlerin hücrelerinin bulunduğu koridor ve merdiveni birbirine bağlayan kapıları kapatıp kitledi. Anahtarı bir muhafızdan -Crixus ile gizlice buluşmalarını daha kolaylaştırmak için- aylar önce çalmıştı. İlk başta muhafızlardan birinin anahtar kaybı okulda büyük bir olay olsa da sonradan unutulmuştu.


Nephele; Batiatus'un kendisinden yaşça küçük, Suriyeli eşi Drusa'ya zamanında Capua'da yabancılık çekmesin diye memleletinden aldığı düğün hediyelerinden biriydi. Spartaküs'ten aldığı hizmet yüzünden ikisinin evliliği çatırdayınca Batiatus Suriye'den aldığı tüm köleleri satıp parasıyla parti vermeye karar vermişti. Nephele de Mısırlı bir tüccara satılmıştı. O gece kızın Batiatus'un evinde, sevgilisinin ve arkadaşlarının yanında geçirdiği son geceydi. Tabii eğer Spartaküs ve arkadaşları acilen çözüm bulmazsa.


Crixus gibi normal şartlarda da agresif bir adamı böylesi bir kriz anında sakin tutmak hiç kolay değildi. Parmaklıları tekmeleyerek ses çıkartan arkadaşına bu kez Gannicus müdahale etti:


"Ses çıkartmayı kes! Muhafızları başımıza mı toplamak istiyorsun?"


"Yalnızca onlar için ölmeyi göze alacağım arkadaşlarım bana yardım etsin istiyorum ama onlar düşünmek için bile kendilerini yormuyorlar-"


"Suçu bize atmak kolay olduğu için bizi suçluyorsun Crixus." Castus haklı da olsa Crixus'un öldürücü bakışlarına maruz kaldı. "Yapabileceğimiz bir şey olsa neden yapmayalım? Nephele senin sevgilin olduğu gibi bizim de kız kardeşimizdi."


"Geçmiş zamana mı terfi etti şimdi pislik herif-"


"Niye bağıyorsun be!" Hücreleri ve gladyatörleri birbirinden ayıran demirler olmasa şimdiye Crixus ile Cactus birbirine girmişti.


"Dil kuralları yüzünden tartışacağınıza fikir yürütün!" diye bağırdı Spartaküs, bağırışı hücrelerden çıkan gelişi güzel konuşma ve fısıltıları yok etti. "Sizce Nephele'nin değeri ne kadardır?"


"Nereden çıktı bu şimdi?" Crixus kast ettiği şeyi anlamıştı. "Onu satın alıp nereye koyacağız? Aynı yerde yaşadığımızdan emin miyiz? Buna izin verirler, onu buraya sokarlar ya da burada tutarlar mı sanıyorsun?"


"Ben 'Onu satın alıp hücrenin baş köşesine oturtalım.' mı dedim? Tahmini bir tutar belirleyip hepimiz para koyalım ve Marlon'dan Nephele'yi, Mısırlı tüccardan satın almasını isteyelim." Hücrelere Batiatus'un çalışanları dışında girebilen yalnızca iki kişi vardı: Marlon ve Kiram adında iki köle satıcısı. Gladyatörlerin Kiram'a kıyasla Marlon'a daha çok güveniyorlardı çünkü Kiram köle işinin yanında Batiatus'un verdiği partileri organize etmek ve onun kirli işlerini halının altına süpürmekle görevliydi.


"Marlon da bunu sırf hayır için yapacağı gibi bir de Nephele'ye bedava bakacaktı değil mi?" Bir anlığına küçük bir umut ışığının sakinleştirdiği Crixus yeniden parlamıştı. "Dâhiyane planın bu mu kahrolası?! Marlon onu bizim yerimize alsa bile onu fahişe yapar!"


"Onu bizim verdiğimiz parayla tüccardan alıp Capua'dan bir yerliye satacak." diyerek planının geri kalanını anlatmaya koyuldu. "Böylece yerli onu başka birine satsa bile Nephele, Capua civarında ya da en azından her şey başladıktan sonra izini sürebileceğimiz bir alanda kalmış olacak." Bu kez Castus'un kafasında soru işaretleri belirmişti.


"Peki niye bunca ayak işini bedavaya yapsın? Ya Batiatus'a falan öterse?"


"Nephele'nin satışından alacağı parayı ona bırakarak bu işlerle uğraşmasının ve bunları sır olarak tutmasının bedelini cebinizden başka para çıkmadan ödeyebilirsiniz." Tüm gladyatörler, gladyatör adayı Bran'e baktı.


"Sadece bir fikir."


"Akıllıca bir fikir tiro." Spartaküs onu takdir etmişti. "Ne diyorsun Crixus?"


"Nephele genç ve güzel bir kadın. Onun fiyatını hayatta karşılayamam." Gannicus'u, Crixus'un böyle düşünmesi açıkça kırmıştı.


"Biz ne güne duruyoruz?"


"Sizden bunu isteyemem-"


"Kimse sana isteyip istemediğini sormadı." Agnus o akşam ilk defa söz almıştı. "Siz bizim kardeşimizsiniz Crixus. Yardım etmek için istemenizi bekleyecek olsaydık çoktan sizi gömmüştük."


Agnus'un ardından hücrelerden başta çevredeki muhafızların dikkatini çekmeyen küçük kıkırtılar yükseldi ama kıkırtılar kahkahalara dönüşünce bir grup muhafız içeri daldı. Gladyatörleri korkutabileceklerini zannediyormuş gibi ellerindeki silahlarla onlara ve parmaklıklara vurdular, bağırıp çağırdılar. Gerçi gittiklerinde gladyatörler hâlâ gizlice gülüyorlardı.


Spartaküs uyumak için  "yatak" demeye bin şahit isteyen, üstüne kötü kokulu minderlerin konduğu tahta ızgaraya yattı ancak yan hücredeki Gannicus'un uzaklara dalıp gittiğini görünce geri kalktı. Arkadaşını uyutmayan şeyin ne olduğunu az çok tahmin ederken kendisi mışıl mışıl yatamazdı:


"Neden yatmıyorsun?" Gannicus gibi hücrenin kıyısına oturup parmaklıklara dayandı.


"Zaten uyuyamayacağım, neden o sidik kokan mezarda dönüp durayım?"


"Sanki hücreler farklı kokuyor!"


"Biz köpek bağlasan durmayacak yerde yıllardır kilit altında tutulurken birkaç adım ötemizde kendine 'soylu' adını takmış bir grup pislik cenneti yaşıyor, sırf eğlenmek için bize birbirimizi öldürtüyorlar." Gannicus, Adonis'in ölümünü normal olarak atlatamamıştı ve Spartaküs onu anlıyordu.


"Başka şansın yoktu." Spartaküs bunu söylerken gerçekten samimiydi.


"Vardı, onun katili olmak yerine onunla ölebilirdim-"


"Böylece her şey başladığında bir yerine iki adamın eksikliğini çekerdik." Gannicus başını başka yöne çevirdi, Spartaküs'e katılmıyordu. "Senin suçun değildi."


"Herkes böyle diyor. Kimi görsem gözleri 'Adonis'in katili!' diye bağırdığı halde -sanki bu her şeyi çözecekmiş gibi- dudaklarından 'Senin suçun değildi.' cümlesi dökülüyor ama ben ne aptal ne de körüm Spartaküs. Siz beni suçlayın ya da suçlamayın, ben kendimi suçluyorum. Hem ben suçlu değilsem kimmiş suçlu?"


"Seni en yakın arkadaşlarından birini öldürmek zorunda bırakanlar." Gannicus dakikalardır avcunda sıktığı şeyi parmaklıkların arkasındaki Spartaküs'ün eline bırakıp ayağa kalktı, yatağına yattı.


"Bana bunu yaptıranlar şu anda tıka basa yiyor ve sonra yemeye devam edebilmek için kusuyorlar."


Spartaküs'ün parmaklarının arasında akan paslanmış zincir, Adonis'in bir zamanlar karısına aldığı ayçiçeği*** kolyesiydi. Helen, Adonis'in savaşa katılacağını öğrenince kocasının yıllar önce kendisini tavlamak için ona verdiği kolyeyi Adonis'e geri vermişti çünkü Trakya'yı taşıyan bu kolyenin ona zafer ve koruma getireceğine inanmıştı.


Demek ki Gannicus, Adonis'in bedeni çekiçler altında parçalanmadan önce kolyeyi alabilmişti:


"Ve sana söz veriyorum, cezalarını çekecekler." derken Spartaküs kime söz verdiğinden kendisi de emin değildi.


☆》¤《☆


İperpiron*: Geç Orta Çağ'daki Bizans parası. Bizans İmparatorluğu sikkesi olarak solidusun yerini almıştır.

Jüpiter**: Roma mitolojisinin baş tanrısı ve tanrıların kralı. Yunan mitolojisindeki Zeus'un karşılığıdır.

Ayçiçeği***: Trakya'nın sembolü.
 
 
 

Recent Posts

See All

Comments


  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page