Mucize Kadın ile Kölenin Savaşı: Bölüm 1
- Kelime Ressamı

- Jul 30, 2020
- 11 min read
Updated: Aug 12, 2020
https://platonun-felsefesi.nedir.org/
Hypatia'nın dersini yazarken buradan yardım aldım, umarım seveceğiniz bir bölüm olur! ;-)
☆》¤《☆
Tayfayı ve gemiyi hazırla kaptan, okyanusa dönüyoruz! <> ...ben kaderin bir gün bizi, daha farklı şartlar altında karşılaştıracağına inanıyorum.
☆》¤《☆
HYPATİA
Genç kadının ününü yaşadığı kentin sınırlarından taşıran; derslerde adeta kendini kaybetmesi, farklı bir dünyaya geçiş yapması, duyduğu sınırsız coşku ve her defasında ilk kez öğrenci karşısına çıkıyormuşçasına heyecanlı olmasıydı.
Sırf onu dinlemek için kilometrecelerce öteden insanlar gelir, okuldan çıktıktan sonra evine giderken yalnızca düşünce paylaşıp fikir almak için defalarca durdurulurdu.
Bunlardan şikâyetçi değildi ve olmayı da planlamıyordu. İnsanlara bir şeyler öğretmek, birilerine yardımcı olmak ve onları cahillikten kurtarmak Hypatia'ya büyük bir mutluluk veriyordu. Herhangi bir öğrencisinin gözlerinde gördüğü merak ışıltısı ona çektiği çilelerin hepsini, yıkmaya çalıştığı önyargıları, dayandığı sıkıntıların tamamını unutturuyordu.
Günlerden bir gün Hypatia yine, gelmiş geçmiş tüm öğrencilerinin sığacağı kadar büyük kalbinin heyecandan göğüs kafesini dövdüğü derslerden birindeydi. Hava sıcak ve nemliydi, gökte bir tanecik dahi bulut yoktu, hiç rüzgar esmiyordu ve dersin konusu Platon'un -gerçek ismiyle Aristokles- öğretileri, düşünceleri ve felsefesiydi:
"Platon'un felsefesini beş önemli kuram içinde toplayabiliriz: bilgi, idealar, ruhun ölümsüzlüğü, evrendoğum, devlet.
Ona ve hocası Sokrates'e göre felsefenin ana ereği mutluluğun ve yetkin yaşamın sağlanmasıdır. Yetkin bir yaşam da ancak ve ancak erdemli bir hayat sürmekle elde edilebilir. Erdemin temeli bilgi, özü idealar kavramı, gerekçesi evrendoğum, güvencesi ölümsüzlük, yaşamsal sığınağı da devlettir.
Mutlak, değişmez olanla değişen arasındaki ilintilerle ilgilenmiş; hem doğa hem ahlak hem de toplum yaşamındaki mutlak ve değişmez olanın peşinden koşmuştur-"
"Hypatia! Hypatia!" Açık hava dersini nefes nefese bir şekilde, istemeden de olsa baltalayan kadın Hypatia'nın canını emanet edecek kadar güvendiği dostu Agnodice'ti. "Konuşmalıyız." Hypatia ders sırasında rahatsız edilmekten gerçekten hoşlanmazdı. Yirmi otuz kişilik sınıfına bakıp çekinerek sessizce konuştu; az önceki onu yerinde durdurmayan coşkusundan eser kalmamıştı.
"Dersteyim Agnodice-"
"Bu çok önemli." Arkadaşının ses tonu ve yüz ifadesinden meselenin gerçekten önemli olduğunu çıkartan Hypatia öğrencilerinden müsade isteyerek Agnodice'le -baş başa kalabilecekleri kadar- uzaklaştı.
Korkuyla karışık bir merak Hypatia'nın ruhunu ele geçirmişti:
"Sorun nedir Agnodice? Bu halin ne? Ne kadar koştun sen?"
"Nestorius mektup yollamış Hypatia." dedi Agnodice, Hypatia'nın sorununu yanıtsız bırakarak. "Onu afaroz etmişler."
"Ne?" Nestorius doğru olanı yapmak için öz babasıyla ters düşmüş bir adam ve patrikti. Çizgisinin dışına hiç çıkmayışı yüzünden patrik olaldan beri Roma'da ne kadar politikacı ve yönetici varsa ters düşmüştü. Afaroz edilişi beklenmedik değildi ve sonunda olmuştu. "Şu an neredeymiş? Yardıma ihtiyacı var mıymış? İyi miymiş-"
"Hiçbirini bilmiyorum. Mektupta yazan tek şey afaroz edildiği ve artık Konstantinopolis'te kalamayacağıydı. Nereye gideceğini falan yazmamış ama Eudoxus Roma'da durmayacağını tahmin ediyor."
"Lanet olsun!" Hypatia'nın hayatının güvencesi Nestorius'tu, genç kadını Orestes'in çarpık ve sapık planlarından koruyan yegane kişiydi. Aynı zamanda babasının -ölmeden önce- en yakın arkadaşı ve genç kadının amcası olarak gördüğü bir adamdı. "Her şeyi öne çekmeliyiz.'
"Ne? Hypatia, buna hazır değiliz-"
"O yoksa ben de burada duramam Agnodice. Orestes'in önünde resmi bir engeli kalmadı. Önce kütüphaneye, sonra okula saldıracak ve ardından sora bana gelecek. Bunu öylece izleyip doğru zamanın gelmesini bekleyemem, yola çıkmalıyım."
"O İtalyan tüccarlarla zaten zar zor anlaşmıştık, tarihi öne çekmek istediğimizi haberi onlara zaten geç ulaşacak, hayatta da kabul etmeyecekler!"
"Limanda şu sıralar birkaç Kelt gemisi olduğunu duymuştum. Ve onlar -özellikle de Druidleri- kadınlarla sorunları yokmuş diye duymuştum. Hatta kadınların boşanma hakları varmış."
"Ya yanılıyorlarsan? Ya onlar da bizimkiler gibiyse-"
"Burada kalırsam direkt Orestes'in elinin altında ve yapacakları için çaresiz olacağım. İtalyanları beklersek her şey çok geç olabilir, denemeliyim, bir şeyler yapmalıyım."
"Herkesi bu kadar kısa bir sürede hazırlamak hiç kolay olmayacak."
"Tek başıma gideceğim, şu anda toplu gitmek çok dikkat çeker."
"Tamam, ne zaman yola çıkıyoruz?" Agnodice Hypatia'dan bile inatçı, dediğim dedik ve dışa dönüktü. Ondan verdiği karardan vazgeçmesini istemek dünyaya ters dönmesini söylemekten farksızdı lakin Hypatia en azından şansını denedi.
"Agnodice, anlaşma yapacak olan benim. Boşuna riske girmeni istemiyorum-"
"Ne zaman gidiyoruz?" dedi Agnodice, cümlesindeki her bir kelimeyi özel bir vurguyla telaffuz ederek.
"Bu gün..." diye cevap vermek zorunda kaldı Hypatia en sonunda. "...güneş bile uyuduğu zaman."
Gerçekten de o gün akşam yanlarına uzun süre saklanabilir yiyeceklerden hazırladıkları erzakları, hafif kıyafetleri ve paralarını alıp limanda buluştuklarında gök en karanlık tonundaydı. Tüm yıldızlar o kadar netti ki Hypatia yanına gözlem araçlarını alamadığı için üzüldü.
Agnodice ve Hypatia'nın seçtiği Kelt gemisi aslında o akşam yola çıkmayacaktı. Bu yüzden iki genç kadını gemideki tek uyanık kişi olan druid Gwilim karşıladı. Gwilim orta yaşlı, kısa boylu, zayıfça bir adamdı. Genç iki kadın gemiye ayak basıp karşısına dikildiği sırada üzerinde kara gecede dahi adeta parlayan beyaz, başlıklı bir cüppe; elinde ökse otuyla toprak tanrısı Dagda'ya dua ediyordu.
Hypatia ilk konuşan olmak için aceleci davrandı:
"Merhaba sayın rahip." Genç kadın hafiften öne eğilerek selam verdi. "Ben Atinalı Aspasia*."
"Miletli olduğunuzu zannediyordum sevgili Aspasia." Hypatia adamın, takma ismiyle geçtiği ince dalgaya gülerek karşılık verdi. Agnodice de sahte adıyla kendini tanıttı.
"Ben de Konstantinopolisli Nadia, efendim."
"Tanıştığıma memnun oldum hanımlar, ben de
druid Gwilim'im. Gemimizi ziyaret etme sebebinizi sorma cüretinde bulunabilir miyim?"
"Elbette efendim." Hypatia yutkundu. "Rotanızın buradan sonra Güney İtalya limanlarına doğru gideceğini duyduk ve bizim de bizi Corigliano'ya götürebilecek bir araca ihtiyacımız var..."
"Kendi erzağımız var, sizinkini kullanmayız. Temizlik işlerine yardım ederiz, para ya da altın isterseniz verebiliriz. Yalnızca lütfen bizi sağ salim bir şekilde Corigliano'ya ulaştırın." diyerek devam etti Agnodice. "Yalvarıyoruz."
"Lütfen bana yalvarmayınız." Druid eliyle durmalarını işaret etti. "Bu kararı verecek kişi ben değilim, yarın sabah tekrar gelin ve kabile reisimiz Agro ile konuşun-"
"O kadar vaktimiz yok druid Gwilim!" Hypatia çaresizlikle sızlandı. "İskenderiye'de bir geceyi bırakın bir saat daha duramayız."
"İyi de biz zaten bir hafta sonra yola çıkacağız-"
"Bizi öldürmek istiyorlar druid!" Agnodice abartılı bir acındırmanın işe yarayacağını umdu. "Lütfen kabile reisini uyandırın, lütfen! Başka şansımız kalmadı." Druid Gwilim yufka yürekli bir adamdı, iki genç kızın durumu onun kalbini sızlatmıştı.
"Bekleyin." dedi ve kızlar onun arkasından derin bir nefes alarak rahatladı.
Dakikalar içinde neredeyse tüm gemi halkı ayağa kalkmıştı.
Agro bir seksen boylarında, vücudu Kelt sembollerinin dövmeleriyle kaplı, uzun saçlı ve -özellikle bakışları- oldukça korkutucu bir adamdı. Kızlar bilmese de kabilesi onu hep adaletli ama acımasız olarak nitelendirirdi:
"Neden sizi öldürecekler?"
"Bunu söyleyemeyiz." Agnodice, Agro'nun bu cevaptan açıkça hoşlanmayışından dolayı gerilmişti.
"Bir katil veyahut hırsız olup olmadığınızı nereden bilelim?"
"Yalnızca Corigliano'ya gitmek istiyoruz, eğer siz bize dokunmazsanız biz de size dokunmayız." Hypatia bir meydan okumadan çekinmemişti.
"Pazarlık yapabilecek konumda olduğunuzu mu zannediyorsun kadın?" Haklıydı, değillerdi. "Yüzlerini açın." Emriyle iki adam Hypatia ve Agnodice'in engelleme çabalarına rağmen yüzlerini kapattiklari peçeleri yırttılar. "Size neden yardım edelim? Neden sırf sizin için yolculuğumuzu bir hafta erkene çekelim?"
"Temizlik ve yemek işlerine yardım edebiliriz-"
"Bunları zaten yapan var." diye kestirip attı Agro, istediği şey farklıydı. "İkinizden biri hiç bir doğum izledi mi? Doğum hakkında bir şeyler biliyor musunuz?"
"Neden?" Agnodice'in şüpheyle bir soru yöneltmesinin nedeni, adamın kendisini tanımış olmasından korkmasıydı. Güvenlikleri için tanınmamaları gerekiyordu ve Agro'nun tıp okuyup doktor olmuş ilk Romalı kadını** bir yerden tanıması buna çok ters düşerdi.
"Iris, buraya gel." Toplanıp küme oluşturmuş Kelt erkeklerin içinden, hamileliği epeyce ilerlemiş, kısa boylu bir kadın çıktı. Yürüyüşü yavaş ve yorgundu, yüzü hastalıklı bir sarıydı fakat buna rağmen omzuna dökülen kızıl saçları ve adeta ışık saçan tebessümüyle çok güzeldi.
"Geciktiğim için beni affedin, şu aralar bebek pek beni biraz fazla zorluyor da." Agro koruyucu bir tavırla kendisininkinin üçte ikisi kadar bir boya sahip, minyon kadının omuzlarını tek koluyla sardı ve onu kendine çekti. "İsmim Iris, sizinle tanıştığıma memnun oldum."
"Iris benim karım." Hypatia bir anlığına da olsa Agro'nun bakışlarının Iris'e baktığında yumuşadığına ve dudaklarında minicik bir gülüşün belirttiğine yemin edebilirdi. "Buraya gelirken yanımıza aldığımız doktor yolda öldü ve Romalı çakma doktorlara da güvenmememiz gerektiğini öğrendik..." Agnodice para veya sapık emelleri için tıp okumadan doktorluk rolü yapan heriflerin azımsanamayacak sayıda olduğunu biliyordu. Agro ile Iris'in neyle karşılaştığını ve o adama ne yapıldığını daha fazla düşünmemek için kendini zorladı. "...fakat belki siz onu anlarsınız. Sonuçta siz de kadınsınız."
"Bekle bekle, bizi istediğimiz yere götürmek için tek şartınız bebeğinizi doğurtmamız mı?" İki genç kadın gülüştüler.
"Neye gülüyorsunuz siz?" diye hiddetle gürledi Agro.
"Sinirlenmeyin efendim, sadece ne kadar şanslı olduğunuzu bilmediğinize güldük." Hypatia kimse anlamasa da ortalığı yumuşatmaya çalışmıştı.
"İskenderiye'deki kadınların neredeyse yarısının doğumunu yaptıran ve tıp bilgisi burada bulacağınız on doktorun toplamda bildiklerinden fazla olan birinin karşısında duruyorsunuz." Gururla konuşan Agnodice'in verdiği ayrıntılardan hoşlanmamıştı Hypatia lakin belli etmedi. "Eğer bizi sağ salim bir şekilde Corigliano'ya götüreceğinize, güvenliğimizi garanti edeceğinize söz ve tam şimdi yola çıkma emri verecekseniz eşinizle bebeğinizi muayene bile ederim." Iris ve kocası Agro göz göze geldiler, genç kadın kocaman karnını tutarak konuştu.
"Onları sevdim." İki genç kadın nefeslerini tuttular. Agro ise -ironi gibiydi- çatık kaşlarını kaldırdı.
"Onlara kilitlenebilir odalardan verin." Sonra kaptan olduğu şapkasından belli adama döndü. "Tayfayı ve gemiyi hazırla kaptan, okyanusa dönüyoruz."
☆》¤《☆
SPARTAKÜS
Spartaküs uyukladığı taş zemin sarsılınca uyandı, hücresinin eski ve pas tutmuş kapısı açılıyordu.
Ağır ve büyük başlığının altında pis pis sırıtan gardiyan onu kolundan tutarak birden kaldırdı. Spartaküs kolunu kurtarmak için kendini birden çekti ve hücresinden kendi kendine çıktı.
Gardiyanların gladyatörlere nazik davrandığı söylemezdi. Çoğu zaman ertesi sabah düellosu olmayanlar diğerleri uyurken gardiyanlar tarafından istismar edilmesinler diye nöbet tutmak zorunda kalırdı.
Sorun çıkartmadan dışarı çıksa da neden uykusunun bölündüğü bilmek istiyordu. Kimse ona gece maçına çıkacağını söylememişti, bildiği üzere hizmet de vermeyecekti.
Bir arabaya doğru götürülürken -uyku tutmadığı için dışarıda yıldızları seyreden- doctoresi Oenomaus ile karşılaşma ve ona burada neler döndüğünü sorma şansını yakaladı:
"Yüklü bir ödemeyle tek geceliğine kiralandın." Spartaküs anlamayarak kaşlarını çattı.
"Kim tarafından?"
"İsmini söylememiş, aynı zamanda sana haber verilmemesini de talep etmiş." Genç adamın cidden kafası karışmıştı. Oenomaus gülerek açıkladı. "Büyük ihtimalle 'heyecan isteyen evli kadın' sorunu söz konusu. Kocasından gizli işlere kalkıştığı için bunu kimsenin duymaması gerekiyor. Anladın mı?"
"Beni normal iş de bulmazdı zaten." diye gitmeden hemen önce son kez homurdanarak söylendi Spartaküs. Oenomaus ise genç adama dalgayla karışık bir nasihatte bulunduğunda Spartaküs çoktan arabaya binmişti.
"İyi vakit geçir ama hamile bırakma! Durumu çakarsa intikam isteyen koca hiddetiyle uğraşırsın! "
Spartaküs derme çatma bir kulübede -tam anlamıyla- terk edildiğinde Oenomaus'un aktardıklarına şüpheyle yaklaşmaya başlamıştı. Yüklü bir ödemeyi gözden çıkarabilecek kadar zengin bir kadın olsa tuttuğu gladyatörü düzgün bir villada falan ağırlardı.
Kadını kulübenin, birkaç mumla aydınlatılmış tek odasında kendisini beklerken buldu. Yüzünü çok seçemese de onun genç olduğunu hatlarından falan tahmin eden Spartaküs sessizce yatağa oturdu:
"Hoşgeldin." Spartaküs kadının, sanki kendisini parayla satın almamış, zorla orada tutmuyormuş gibi onunla konuşmaya çalışmamasını diledi.
En nefret ettiği şey durumunu anlayabileceğini zanneden, şımarık, geveze ve Spartaküs'ün yalnızca işini bitirip gitmek istediğini kabullenemeyen, kafatasının içi boş soylulardı. Hatta bazıları Spartaküs'ün ona dakikalar içinde delicesine bir aşka tutulacağını umacak kadar da kendini beğenmiş olurdu.
Genç adam defalarca bu tür tiplerle uğraşmak zorunda kalmıştı.
Kadının kıkırtısı odadaki -Spartaküs'ün sağlamak için canını vereceği- sessizliği deldi geçti:
"Çok konuşkan değilsin sanırım?"
"Buraya konuşmaya getirilmediğimi zannediyorum." Söylediklerinden pişman olmasa da müşterisiyle konuşma tarzının lentulusuna şikayet olarak gidip gitmeyeceğini düşünmeden edemedi, eğer öyle olursa ilk olmazdı.
"Anlaşılan huysuzsun da. Hoşlandım." Kendini "Umrumda değil." diye cevap vermemek için tuttu. "Senin hakkında 'Ağzını bıçak açamaz.' diyorlardı, doğruymuş anlaşılan."
"Buraya benimle sohbet edip aksini kanıtlamak ve akabinde bununla hava atmaya mı çağırdınız?" Genç adam daha fazla dayanamamış ve ağzını tutamamıştı.
"Hayır." Neyseki müşterisi sinirlenmemişti. "Üç dört gün önce; beni aldatan kocamla kendimce durumları eşitlemek, evliliğimize aptal gibi halen daha sadakatle bağlı olan taraf olmamak için bir gladyatör tutmaya karar vermiştim. Senin de namını duymuştum ve 'Neden olmasın?' dedim." Spartaküs kadının sıcak ve yoğun nefesinin kulağına dayandığını hissetti. "Müşterilerine nazik davranmadığını, onlarla konuşmaya dahi tenezzül etmediğini ve tamamiyle ilgisiz davrandığını söylemişlerdi fakat kimseden memnun kalmadığını duymadım."
Spartaküs sustu hatta başını başka bir yöne çevirdi, çünkü bunlar da umrunda değildi. Müşterisi bunu fark edince gülerek artık sohbet faslını bitirmenin şu anda yapılacak en mantıklı ve uygun seçim olacağını düşündü:
"Şimdi benim dışımda her şeye odaklansanda ben kaderin bir gün bizi, daha farklı şartlar altında karşılaştıracağına inanıyorum."
"Bir villada olursa sevinirim." Kadının gülüşü küçük evi köşe bucak dolaştı.
"Sen geç dalganı. O gün geldiğinde sen şaşkın şaşkın bakarken gülen ben olacağım."
Eğer bir gün başka bir yerde karşılaşırlarsa gülen büyük ihtimalle o olurdu, genç adam bunu kabul ediyordu çünkü Spartaküs kulübeye adım attığından beri kadın ya kahkaha atıyordu ya da kıkırdıyordu.
Ertesi sabah Spartaküs evine (!) dönerken arkasında verdiği hizmetten hoşnut kalmış bir alıcı bırakmıştı ancak karşılık olarak paradan fazlasını alacaktı.
O gecenin üstünden birkaç hafta geçti ve Spartaküs'ün aklına hizmet verdiği burnu havada kadın hiç gelmemişti. En azından kendisine içinden çıkamayacağı bir problemle hatırlatılana kadar...
Capua gladyatörlerinin sahibi, lentulusu Batiatus; Roma'nın başkenti Konstantinopolis'ten en küçük kasabasına kadar tanınan ve sayılan bir adamdı. Elinin altında onlarca kölesi, emrinde sayısız hizmetçisi ve tek işleri seyircileri eğlendirip Batiatus'a para kazandırmak olan gladyatörleri vardı. Onu kızdırmak akıl karı değildi. Sonuçta Batiatus bir kavgaya katılırsa zararlı çıkan asla o olmazdı.
Ona karşı duyduğu ölümüne nefrete rağmen Spartaküs de -gelecekle ilgili kurduğu birtakım planların gerçekleşme ihtimalini düşürmemek için- Batiatus'un şimdilik sözünden çıkmayan, öfkesinden kaçınanlardan biriydi. Bundan dolayı, lentulusunu küplere bindirecek bir eylemde bulunduğunu onun ateş saçan bakışlarından ve kulağına gelem dövüşeceği kişiyi kendi seçimiyle belirlediği dedikodusundan sezdiği zaman şaşırmıştı. Düello yapacak gladyatörlerin kurayla eşleştirilmemesi tarihte görülmüş şey değildi, eşleştirmelere müdahale edilmesi o kişi bir lentulus bile olsa normalde yasaktı.
Spartaküs koskoca Quintus Lentulus Batiatus'un kendisi gibi değersiz bir köle gladyatöre, arena yasalarını çiğnemeyi göze aldıracak kadar neden kızdığını öğrenmeye açıkçası büyük bir arzu duyuyordu.
Belki de onun hal ve tavırlarından hoşlanmamış müşterilerin şikayetlerinden, gardiyanların kırık veyahut çıkık uzuvlarından daha büyük bir ayıp, suç işlemişti ve en sonunda Batiatus Spartaküs'ü ölüme yollamaya kanaat getirmişti.
Spartaküs hangi yolla olursa olsun ölmeyi, burada bir gün daha geçirmeye tercih ederdi fakat ne arena ne de okul ondan bu kadar kolay kurtulamayacaktı çünkü Spartaküs'ün yapmak istediği şeyler vardı.
Tasarılarını hayata geçirmeden de ölmeyi düşünmediğinden Crixus'a; tamamen yoğunlaşarak, başka hiçbir şey düşünmeden çalışırken yakalandı.
Sonuçta kimle dövüşeceğini bilmese de dişli bir rakiple karşı karşıya geleceği de su götürmezdi.
Duvarı yumruklamaktan derisi soyulmuş ellerinin neredeyse eklemleri ortaya çıkmıştı:
"Duvarı oyacak kadar kendini zorladığına göre dedikodular doğru?"
"Hangisi? Yattığım kişinin aslında Batiatus olduğunu bile söylediklerini duydum."
"Sence bu mümkün müydü peki?"
"O bir kadındı, eminim." Crixus kendine engel olamayarak güldü.
"Hangisi daha iyi olacak bu durumda, bilmiyorum." Spartaküs sonunda duvarı rahat bırakarak Crixus'a döndü.
"Ne duydun? Ne diyorlar?"
"Pek iç açıcı şeyler değil." Crixus içini çekti. "Kadında tuhaf gelen bir şey var mıydı?" Spartaküs konuştukları konudan pek hoşlanmasa ve aslında Crixus kadar bile tasalanmasa da hafızasını arkadaşı için zorladı.
"Yüzünü doğru düzgün görmedim ama aksanı çok tanıdıktı." Spartaküs omuzlarını silkti. "Umrumda da değil zaten. Batiatus neye kızmış, beni kimin önüne atacak... Sen de boş ver."
"Umrunda olmadığından emin misin?" Oenomaus öylesine terlemişti ki kavruk teni güneşte ayna misali ışığı yansıtıyor ve Spartaküs'ün gözlerini rahatsız ediyordu. "O gece seni tutan Batiatus'un Trakyalı eşi Afrodit'ti, bu yüzden aksanını tanıdık buldun."
"Batiatus'un eşi mi?" diye şaşkınlıkla tekrar etti Spartaküs.
"Evet seni cesur olduğunu zanneden aptal herif!" Doctore nefes nefeseydi. "Batiatus'un eşiyle yatmışsın ve o da öğrenmiş! Bedenini aslında kızgın demirlere yatırıp közde pişirecekmiş ama Odisseus tarafından senin ve şeyinin arena kumlarına gömüldüğünü görmek için bu fikirden vazgeçmiş!"
Spartaküs en nihayetinde eşleştirildiği kişinin kim olduğunu öğrenmişti.
Odisseus aklını kaybetmeden önce ünlü bir bestiarii yani uzmanlık alanı vahşi hayvanlarla dövüşmek olan bir gladyatördü. (Bu tarz dövüşen gladyatörlerin kariyerleri diğer gladyatörlere nazaran daha kısa süreli oluyordu çünkü çoğu en fazla beş altı maçta ya pert oluyor ya sakat kalıyorlardı.) Başına aldığı kötü bir darbeyle aklını yitirse de düellolara katılmaya devam etti, yalnızca artık insanlarla dövüşmeye başlamıştı.
Flavian Amfitiyatorsu'nun açılışında Odisseus tek seferde bir ayı, aslan ve leoparı öldürmüş; aynı gün başka bir karşılaşmada da bir gergedanı mızrakla katletmişti. Odisseus onu öldürmeden önce, iki yüz gladyatörü parçalayan bir aslanı dakikalar içinde ikiye bölmüştü.
Spartaküs onun düellolarını hiç canlı izlemese de tek bir karşılaşmada yirmi vahşi hayvanı öldürdüğü, aklını kaybettikten sonra rakiplerini akıl almaz şekillerde tanrılarına kavuşturduğunu işitmişti. Kiminin gözlerini oyup dilinden tutarak sürüklemiş, kiminin bağırsaklarını ayaklarının dibine dökmüştü.
Taraftarlar ve diğer gladyatörler Odisseus'u Herkül ile mukayese etselerde o Spartaküs'e göre delinin tekiydi. Ancak Spartaküs'ün de bildiği üzere çoğu zaman birkaç tahtanızın eksik olması bu arenaların gördüğü en iyi ve acımasız gladyatörlerden biri olmanıza köstek değil, basamak olurdu.
Az önce Oenomaus'un Crixus ve Spartaküs'ün yanına gelirkenki tavrından bir sorun olduğunu çıkartmış ve hemen yanlarına damlamış olan Adonis dostuna baktı:
"Lütfen onu hamile bırakmadığını söyle." ☆》¤《☆
Miletli Aspasia*: Miletli Aspasia Atinalı devlet adamı Perikles'le olan ilişkisiyle ünlenmiş olan Miletli bir kadındır. Yaşamı hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. Erişkin döneminin büyük kısmını Atina’da geçiren Aspasia, Perikles'i ve Atina siyasetini etkilemiş olabilir. ( https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Miletli_Aspasia )
Antik Yunan'ın ilk kadın filozoflarındandır.
Agnodice**: Antik Yunan'da kadınların tıp okuyup doktor olmaları yasaktı ve bu yasağı delmenin cezası ölümdü.
M.Ö. 300 doğumlu Agnodice de bu yasaktan dolayı İskenderiye tıp okuluna girmek için saçlarını kestirip erkek kılığına girdi ve mezun oldu.
Bir gün Agnodice Atina sokaklarında dolaşırken, doğum sancısı çeken ama yardımını onu erkek sandığı için kabul etmeyen bir kadınla karşılaştı. Agnodice kimse görmeden kıyafetlerini kaldırarak kadın olduğunu ona kanıtladı ve doğumu yaptırdı.
Bu olay kadınlar arasında yayılınca tüm kadınlar Agnodice'e gelmeye başladılar ancak bir süre sonra erkek doktorlar erkek sandıkları Agnodice'i kıskanmaya ve onu kadın hastaları baştan çıkarmakla suçlamaya başladılar. Suçlamalar üzerine mahkemeye çıkarılan Agnodice ölüm cezasına çarptırılınca hayatını kurtarmak için kadın olduğunu açıklamak zorunda kaldı.
Agnodice bu defa da kadın bir kadın olarak tip okuduğu ve doktorluk yaptığı için ölüme mahkûm edilince ona ölüm cezası veren yargıçların eşleri dahil olmak üzere tüm kadınlar ayaklandı. Bazıları Agnodice'in öldürülmesi halinde onunla birlikte ölüme gideceklerini bile söylediler.
Eşlerinin ve diğer kadınların baskısına dayanamayan yargıçlar Agnodice'in cezasını kaldırmakla kalmayıp -sadece kadınlara bakması şartıyla- doktorluk yapmasına da izin verdiler. Böylece Agnodice adını tarihe "dünyanın ilk kadın doktor ve jinekologu" olarak yazdırdı.

Comments