Mucize Kadın ile Kölenin Savaşı - Giriş I: Hypatia
- Kelime Ressamı

- Jun 2, 2020
- 9 min read
Updated: Jun 9, 2020
Bu tarihten ve gerçek insanlardan ilham alınarak oluşturulmuş bir kitaptır. Yani en az gerçek materyaller kadar kurgu barındırmaktadır.
☆》¤《☆
İnsanları, insanların onlardan korktuklarını bilmek güçlendirir, canavarlaştırır.
☆》¤《☆
"Bu gece yıldızların ne kadar parlak ve net olduğunu görüyor musun Hypatia? Şanslı günümüzdeyiz!" Genç kız gözlerini siyah, sonsuz örtüden ayırmadan ayırmadan babasına yanıt verdi.
"Ne dediniz efendim?" Adam güldü, bir yandan basit gözlem aletlerini kurmakla meşguldü.
"Unut gitsin." Çimenlerin üzerinde bağdaş kurup kucağına not defterini almış kız esen soğuk meltemle titredi. Uzun kollu ve etekli yün elbisesine rağmen tüm tüyleri diken diken olmuştu. "Üşüyor musun Hypatia? İpek şalını söylediğimde yanına almalıydın, üşüteceksin. Aletleri taşıdığımız örtülerden birini üstüne al."
"Öncelikle biliyorsunuz ki ipek şalı derslerde giyiyorum efendim, onu her yere taşıyarak eskitemem. Lakin bir örtüye hayır diyemeyeceğim." Kız eski kumaş parçalarına sarmalanırken adam iç çekti.
"Yarından sonraki gün akademiden maaşımı alacağım, sana pazardan bir-"
"Buna gerek yok efendim, boşuna para harcamayın. Birazcık serin bir rüzgarda hasta olacak kadar güçsüz değilim." deyip kızarmış burnunu sildi. Babası ise aksine terlemişti. Hem alet edevatlarla uğraşmaktan hem de düştüğü durumdan. Kızının yeni bir kıyafet için belki de aylarca beklemesi, her giysisini delik deşip olup kullanılmaz hale gelene kadar giymesi gerekiyordu çünkü Roma yönetiminden kimse akademiye de kütüphaneye de yeterli ödeneği vermek istemiyordu.
"Mercek hazır Hypatia." Kız defter ve kalemini bırakıp gözünü merceğe yerleştirdi, mekanizmayı kibar ama usta hareketlere istediği yöne doğru yönlendirdi. İnce parmaklarını hızlıydı, işini biliyordu.
"Suratınızı da asmayın, moralinizi de bozmayın efendim. Bir dolap dolusu ipek veya saten kıyafetim olmayabilir fakat raflarca kitabım ve bir sürü yeni fikrim var. Size bunun için kızmam değil dünyalar kadar teşekkür etmem lazım Efendi Theon." Kızının gözünün önüne düşüp onu rahatsız ettiğini fark ettiğinde Hypatia'nın uzun, kıvırcık ve söz dinlemez saçlarını normalde parşömen bağladığı kurdelelerden biriyle atkuyruğu yaptı, onun saçlarını okşadı.
"Seninle gurur duyuyorum Hypatia." Kızı mercekle uğraşmayı bırakıp babasına dönüp yıldızlardan parlak, samimi bir tebessüm sızdı. Annesinden aldığı siyah ve büyük gözleri her zamanki gibi ışıl ışıl, insanın içini okuyacak kadar dikkatli bakıyordu.
Bu duygusal anı koşmaktan ayaklarına kara sular inmiş, nefes nefese kalmış Synesius istemeyerek de olsa bozdu. On dört yaşlarındaki gencin yeni ergenlikten çıktığı için çatlamış sesi konuşmasını yeteri kadar zor anlaşılır yapmıyormuş gibi şimdi yine heyecandan kekelemeye başlamıştı:
"E-efendi Theon! Efendi Th-Theon!"
"Sorun nedir Synesius? Bu hâlin nedir?"
"Ko-Konstantinopolis... Patriği ha-haber yolladı. Vali! Vali ge-geliyor! Muhafız... Muhafızlarla! Ondan fazla! Ha-hatta yirmi... Belki de o-otuz! "
"Sakin ol ve anlaşılabilir bir şekilde konuş Synesius!" diye sitem etti Hypatia. Çocuğun gözleri derin bir hayranlık beslediği genç kızda takılı kalmıştı. "Nefes al." Synesius onun dediğini yaparak biraz sakinleşti.
"Ne oldu çocuk?"
"Konstantinopolis Patriğinin mektubu geldi efendim. Vali bir grup askerle evinize gidecekmiş, buraya gelirken yolda onları gözlerimle gördüm." Hypatia'nın nefesleri sıklaşmış, Theo'nun beti benzi atmıştı.
"Nedeni neymiş Synesius?"
"Mektupta tahminen geçen seferkiyle aynı sebeplerden olduğu yazıyordu. Konsülden izin almak için yine onlara bahane uydurmuş."
"Kahretsin." Hypatia babası lanet okuduğunda daha da çok gerildi. Şimdi soğuktan değil korkudan titriyordu. "Synesius aletleri topla ve kütüphaneye taşı. Hypatia eve gidiyoruz."
"Efendi Theon bu-bunun iyi bir fikir o-olduğunu sa-sanmıyorum. Ya-yani bence..."
"Hiç tekrar kekelemeye başlama Synesius! Yürü Hypatia." deyip hızla yürümeye başlasa da Hypatia babasının dediğini yapmadı, hareket etmeden öylece dikildi ve adam geriye dönüp ona bakmak zorunda kaldı. "Hypatia..."
"Ben-" Kızın gözleri akmanın eşiğinde göz yaşlarıyla parlıyordu. Theon kızının yanına dönüp onun omuzlarını kavradı.
"Korkabilirsin sevgili Hypatia lâkin bunu bilmelerine izin vermemelisin. İnsanları, insanların onlardan korktuklarını bilmek güçlendirir, canavarlaştırır." Hypatia'nın kulağına eğilerek sadece onun duyabileceği bir şekilde fısıldadı. "Onlara, senin onlardan korktuğunu bilme gücünü, seni ezme yetkisini verecek misin?" Hypatia'nın gözlerini göz yaşları terk etmemişti ama bakışları cesurlaşmıştı. Zaten babasının istediği buydu.
"Hayır efendim."
"Şimdi yürü sevgili Hypatia." Hızlı adımlarla, hatta koşarak evlerine ilerlediler.
Theon korkusuz görünmeye çalışsa da korkuyordu ama bunu kızına belli edip onu daha da çok ürkütmek istemiyordu. İşi, çabaları, idealleri ve düşünceleri istisnasız her valinin gözüne -ciddi ciddi- batan birisi olarak ortadan kaldırılmaya çalışılacağı kesindi. Bu yüzden kızını her türlü şeye hazır, kendi kendine yetebilen ve güçlü bir kadın olarak yetiştirmek için her şeyini vermişti. Fakat annesiz büyüdüğünden dolayı babasına ayrı bir düşkündü ve onu yenilmez gibi görüyordu. Onun korktuğunu görürse Hypatia için olay biterdi.
Yeşil, taze ve nemli çimenlerden yavaşça tozlu sokaklara ve çamur göletli kaldırımlara geldiler. Binaların ve ağaçların gölgelerinde gizlenerek evlerine ulaştılar ve arka kapıdan içeri girdiler. Yolda iki üç kez askerlerin sesini duymuşlar, bir kez bizzat birliği görmüşlerdi. Cidden Synesius'un dediği kadar hatta daha fazlalardı.
Eve girer girmez ortalığı toplamaya başladılar. Ne kadar parşömen, kağıt, kitap, defter, alet edevat varsa çalışma odasına çevirdikleri eski bodruma atıp yerdeki kapısını kilitlediler, üzerine büyük ve kalın halıyı örtüp kamufle ettiler.
İşleri bittiğinde salona geçip idamını bekleyen mahkûmlar gibi oturmaya karar vermişlerdi ki cellatları geldi.
Vali Orestes ince yapılı, uzun boylu, uzun saçlı, kemerli burunlu bir adamdı. İnatçı ve fevriydi. Aynı zamanda da ilkel yanına söz geçiremeyen şerefsiz bir zeka yoksunuydu.
Hypatia ondan iğreniyordu, onu görmek istemiyordu ve bir gün buralardan defolup gitmesini diliyordu. Theon ise kızıyla aynı fikirde değildi. O solucan suratlı herifi bir gün yanında muhafızları yokken kıstırıp boğazını gözleri yuvalarından çıkana kadar sıktığı günün gelmesi kadar umduğu bir şey yoktu.
İri, güçlü, kuvvetli bir adam olan Theon Pısırık Orestes'in suyunu havada karada çıkarırdı ama valinin yanında ondan az askerle dışarı çıktığı görülmemişti. Aslında dört beş tanesini halletmek adam için sorun olmazdı ancak başlarından ayaklarına kadar silahla donatılmış on asker ne yazık ki Theon'u bile aşardı.
Kapıdan önce valinin karga burnu, sonra kendisi, ardından da askerleri girdi. Orestes'in yüzüne alaylı, özgüvenli gülümsemesi yerleşirken muhafızlar evin dört bir yanına dağıldılar ve baba kız biliyordu ki içeride olan askerlerden bir bu kadar dışarıda etraflarını sarmıştı.
Ne Theon ne de Hypatia oturdukları sade koltuktan kalkmadı:
"Hoş geldiniz sayın vali, sizler de saygıdeğer askerler. Lütfen çekinmeyin ve oturun." Theon böyle dese de herkes oturacak tek kişinin Orestes olacağını biliyordu. "Çay ister misiniz? Ya da kurabiye? Aç mısınız?"
"Hayır değiliz sevgili dostum. Cömertliğin için sana teşekkür ederim ancak daha yeni bir ziyafetten kalktık." Theon terle alnına yapışmış kıvırcık tutamları yüzünden çekti ve başını yanına çevirdi, dimdik duran kızıyla göz göze geldi. "Görüşmeyeli nasılsın Theon? En son karşılaşmamışım üzerinden neredeyse bir ay geçti."
"Gayet iyiyim. Sizler de umarım iyisinizdir. Diğer konsül üyeleri nasıllar acaba?" Valinin beti benzi attı, Theon gibi her yerde gizli dostları olan bir adamın konsülden her şeyi ona ötecek bir arkadaşı olduğunu öğrendiğinde şaşırmamıştı ama bu Orestes için ciddi bir dezavantajdı ve adam bundan hiç hoşlanmıyordu. Theon'un her zaman Orestes'in bir adım önüne geçmesini sağlayan o konsül köstebeğini bir eline geçirse onu çarmıha gerecekti lakin herif kimse saklanmasını iyi biliyordu.
"Hemen iş konuşmaya mı başlayacağız eski dostum? Bir dur, daha yeni geldik! Biraz güzel şeylerden konuşalım!" El işareti verdiğinde askerlerin bir kısmı harekete geçip kapıdan çıktı. "Mesela sizden hanımefendi! Bugünlerde çok yoğunsunuz, kütüphane ve akademi arasında mekik dokuyorsunuz. Size yolladığım hediyeleri alacak vaktiniz bile olmamış. Hiç yorulmuyor musunuz?"
"Hayır sayın vali." diye net ve kısa bir cevap verdi, valinin lacivert gözleri üzerine yapışmış olan Hypatia.
"Merak etmeyin sevgili Hypatia, ben hediyelerinizi getirttim. Nerede kaldınız lanet olası domuzlar?!" Askerler iki büyük sandığı salonun ortasına taşıyıp bıraktılar, yerlerine geri döndüler. "O güzel vücudunuzun hâk ettiği değeri görmemesi, böylesi eski püskü ve yırtık pırtık kıyafetlerle içimi nasıl rahatsız ediyor bir bilseniz!" Adam yüzünde çarpık bir gülüşle ayağa kalktı ve onlara doğru yürümeye başladı, ayağından hiç çıkarmadığı altın işlemeli terlikler zeminde çirkin sesler çıkartıyordu. "Sandıklarda hem Theon senin için hem de güzeller güzeli kızın Hypatia için harika parçalar var. Şimdilik bir ay boyunca her gün farklı kıyafet giyebileceğiniz kadar hazırlattım."
Orestes tam kızın önünde durup neredeyse alınları birbirine değecek kadar eğildi, Hypatia bu aşırı yakınlıktan hiç hoşlanmamıştı ama gözlerini onunkilerden ayırmayıp ondan korkmadığını ona kanıtladı.
Bu Orestes'i daha da keyiflendirdi. Kıza fısıldadı:
"Bu hediyelerin üç dört katını benim olduğunda alacağını unutmadın değil mi değerli Hypatia?" Burnunu kızın yanağına sürttü, işaret parmağını boynunda gezdirdi. "Ders verirken bile beni büyüleyen inatçı kadın, sana istediklerini verebilecek tek erkek benim ve sen eninde sonunda benim evime, benim odama-" Hypatia başını reddedercesine hızla sola çevirdiğinde babası ile göz göze geldi. Gözleri yine dolmuş olsa da bakışları çelik bir kalkan giyinmişti sanki.
"Hypatia." Hypatia babasının ağzında adını duyduğu anda sinyali almıştı, yerinden yıldırım hızıyla kalkıp koşarak uzaklaştı. Gizledikleri bodrum katında saklanacaktı.
Theon şimdi salonda volta atan valiye ateş eden gözlerini dikti. Orestes sarhoşluk gibi kendi kendine konuşmaya devam ediyordu :
"Ah o vahşi ve korkusuz tavırları yok mu! Adamı baştan-" Theon birden yerinden fırladı ve valinin çenesine okkalı bir yumruk indirdi. Orestes acıyla bükülürken odadaki tüm askerlerin mızraklarının keskin uçlarıtla Theon'un etrafı çevrilmişti. Orestes zorlukla doğruldu ve elini kaldırdı, mızraklar indi.
"Hypatia hakkında böylesi edepsiz cümleler kurma hakkınız yok vali! Geldiğinizden beri kızımdan ayırmadığınız çirkin bakışlarınızı da adamlarınızı da alıp evimden defolun!"
"Yanlışsın eski dostum Theon! Yanlışsın!" Hâlâ sırıtıyordu, Theon onu tekrar yumruklamak için kendini zor tuttu. "Kendin söyledin, ben valiyim ve isteseydim Hypatia'yı senden koparır alırdım ve 'Vermem.' diye tutturduğun, çok sevdiğin kızını yılda birkaç kez dâhi göremezdin. Lâkin ben bunu istemedim, ben onu haremimde normal bir kadın olarak değil karım olarak istediğim, sırf ben senin iznini beklediğim için şu an o burada Theon. Bu yüzden, ben beklemeyi seçtiğim için yaşıtları on üç yaşını doldurmadan evlenirken o yirmi iki yaşına geldiği halde hâlâ bekar!
Ve sen bencillik ediyorsun. Sen Hypatia'nın karnını zor doyururken benim ona sunabileceğim imkanları bildiğin halde onu kendin gibi yapabilmek için bencillik ediyorsun.
Erkek çocuğun var zannediyorsun, onun akıllı ve öğrenebilir olduğunu zannediyorsun Theon ama hepimiz biliyoruz ki öyle değil. Hypatia bir kadın ve kadınlar zeki varlıklar değillerdir, sadece belli konularda işe yararlar. Doğurganlık, çocuk bakımı falan filan. Suskun ve sessiz olmalılardır, erkeklerin önüne çıkmaya çalışmamalılardır çünkü beceriksiz ve aptaldırlar, yol yordam bilmezler. Güzelliklerinin içi boştur. Bak, anlamadıysan sana İncil'den bir alıntı yapayım-"
"İstemez!" Theon sinirden kıpkırmızı olmuştu.
"Ah sevgili dostum! Kızını gözünde o kadar büyütmüşsün ki onun zayıf bir kadın olduğunu göz ardı ediyorsun. Atropes'te de aynı şeyi yaşamıştın, bak sonu ne oldu-"
"Kes sesini!" Theon'un gür sesi evi doldurdu. "Ne karım, ne kızım ne de hiçbir kadın senin dediğin gibi aşağılık, zayıf yaratıklar değildir Orestes! Onların yaratılış amacını sen ve senin gibilerin isteklerini gidermek, veliahtlarınızı taşımak ve büyütmekten ibaret sanman senin bayağılığındır!"
"Benimle düzgün konuş Theon! Bana kendini öldürme!"
"Senden korkmuyorum Orestes! Kızım da korkmuyor, karım da korkmuyordu." Derin bir nefes verdi dışarıya. "Kızımı sana vermeyeceğim çünkü o bir obje değil. Fikirleri, duyguları var ve seni istemiyor! Senin evinde istemediği bir hayatı yaşamayacak, ne diliyorsa onu yapacak! Akademide ve kütüphanede insanlara umut olacak, ilham verecek, bilim ışığı olacak!
Doğrusun, maaşım onun karnını zor doyuruyor fakat ben ona her kadının hakkı olan yaşamı sunuyorum: kendi seçtiği, yönlendirdiği ve sevdiği hayatı. Bu yüzden inan bana kafasına dert ettiği şey açlık değil! " Orestes sanki hazımsızlık yaşıyor gibi kızarıp bozarmıştı. "Senin gibi bayağı, ilkel insanlığın yüz karaları onun kafasına taktıkları! Ders almak için yalvardığında merhamet edip kendisine sıra bulduğu dilencinin torpille, rüşvetle, anlaşmalarla yükseldiğini ve makamını kötüye, iğrenç işlere kullandığını görmektir benim kızımı rahatsız eden! Senin sandığının aksine açlık, eski kıyafetler ve soğuk bir gece değil Orestes!
Beni iyi dinle Vali Orestes! Benim adım İskenderiyeli Theon ve ölmüş, öldürülmüş karımın ruhu üzerine yemin ederim ki ölümün kadın elinden olacak! Kalbin atarken de, durduktan ve tanrın seni bulduktan sonra da yaptıklarının cezasını çekeceksin. Belki bunları görürüm, belki görmem fakat çekeceksin; akdığın her ah, hakkını yediğin her adam, küçümseyip eziyet ettiğin her kadın için ayrı ayrı yanacaksın!
Ancak tüm bunlardan önce kızımın sana nasıl haddini bildirdiğini göreceksin, sana gücünü ve aklını nasıl kanıtladığına şahit olacaksın! "
Ne yazık ki Theon dediklerini görecek kadar uzun yaşayamadı.
Bu tuhaflık ve utanç dolu gecenin üstünden üç yıl geçti.
Orestes konsülü sonunda Theon'un idamı için ikna etmişti.
Orestes kazandığı zafer için parti verirken Theon bunu biliyordu çünkü yakın arkadaşı olan Konstantinopolis Patriği Nestorius'un mektubunda bu yazıyordu. Yani Orestes bilmese de Theon yine ondan bir adım öndeydi.
Theon sorun çıkarmaması karşılığında valiyle bir anlaşma yapmıştı. İdamı, herkes uyurken gündoğumunda olacaktı. Özellikle kızı olmak üzere kimse kafasının nasıl uçurulduğunu görmeyecekti.
Akabinde, Güneş'in doğarken kızıla boyadığı bir pazartesi sabahı Theon İskenderiye Meydanı'na getirilip direğe bağlandı.
İşte tam bu anda, işler değişti çünkü meydana bir akın başlamıştı. Theon ne olduğunu anlayamadan İskenderiye Meydanı ana baba gününe döndü.
Orestes sözünün eri bir insan hiç olmamıştı.
Theon valiye saydı döndü, lanet okudu, küfretti ve bunların hepsi için muhafızlar tarafından dayak yedi.
Vali yeteri kadar insanın geldiğine emin olduktan sonra elindeki parşömeni bir kenara atıp keyifle fermanı ezberinden okumaya başladı. Yerden epeyce yükseltilmiş platformda durdukları için herkes onları görebiliyor, vali bağırdığı ve kalabalığın sessizliği görevliler tarafından sağlandığı için herkes Orestes'i duyabiliyordu:
"Sevgili İskenderiye halkı, bugün burada bir vatan haininin idamı için toplanmış bulunmaktayız. Kendisi valiye bizzat hakaret ve saygısızlık yapmaktan, Roma yönetimine karşı halkı kışkırtıcı hareketlerde bulunmaktan suçlu bulunmuş ve taşlanarak idam edilmesine karar verilmiştir." Taşlanarak mı? Theon yutkunamadı bile. "Sen İskendeyeli Theon, suçlarını kabul ediyor musun?"
"Evet."
Kalabalıktan birden çığlıklar, sesler yükselmeye başlamıştı. İnsanlar "Theon mu, Theon mu idam edilecekmiş? Ama o iyi birisidir, o böyle bir şey yapmaz!" diyorlardı.
Bir başkası "Theon bana zor günümde yardım etti, şu akrabımı okuttu." dedi, diğeri onu ve ailesini koruduğundan bahsetti. Halk Theon'u severdi, kimse o idam edilsin istemiyordu.
Tabii bunlar Orestes'in umrunda değildi :
"Taşlayın!" diye bağırdı ama kimse hareket etmedi. Orestes başta olmak üzere platformun üstündeki kimse bunu beklemiyordu, Theon dahil. "Taşlayın!"
"Hadi sizi ahmaklar, sağır mısınız? Vali taşlama emrini verdi!" Bir görevli halkı korkutarak şansını denese de kimse kılını kıpırdatmadı.
"Peki, şansınızı kaybettiniz!" Orestes küplere binmişti. "Onu yatırın ve kellesini uçurun!"
Kalabalık nârâlar attı, görevlilere taş ve ellerinde ne varsa attılar. Muhafızlar onları durdurmakta zorlanıyordu.
Bir yandan, insanları yararak ilerlemeye çalışan bir genç kadın vardı aynı meydanda. Arkasında onu hiçbir şey yapamayacağına ikna etmeye çalışan babasının arkadaşı ve Atina Akademisi'nin müdürü Eudoxus koşarak ona yetişmeye çalışıyordu.
Theon yatırılıp cellat pozisyonunu aldığında Hypatia platformun kıyısına gelmişti. Babası onu gördüğünde Orestes'e küfürler etti :
"Seni karaktersiz, vicdan ve zeka yoksunu aşağılık! Anlaşmıştık! O gelmeyecekti! Hypatia gelmeyecekti!" Orestes'in keyfi tekrar yerine gelmiş, enerjisi yükselmişti. Kıs kıs gülüyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlayıp çığlıklar atan Hypatia'yı ise muhafızlar ve Eudoxus zor tutuyordu.
"Efendi Theon! Efendi Theon! Yapmayın! Salın onu! O hiçbir şey yapmadı! Theon suçsuz! Yalvarırım size!"
"Sorun yok Hypatia! Sorun yok, yemin ederim ki sorun yok! Boşa dökme göz yaşlarını!"
"Efendi Theon! Bırakmayın beni! Lütfen, lütfen!"
"Hypatia!" Theon fazla zamanı kalmadığını biliyordu. "Seni seviyorum biricik kızım, seninle hep gurur duydum ve duyacağım."
"Efendi Theon! Hayır!" Hypatia'nın ağıtları, göz yaşları ve çığlıkları insanın yüreğini dağlıyordu. "Hayır!" Cellatın baltası yukarı kalktı ve inmeye hazırlandı.
"Kapat gözlerini Hypatia! Kapat gözlerini ve bakma!
"Baba! Babacığım!" Hypatia Theon'un dediklerini yapmadı. Cellatın baltası babasının başını gövdesinden ayırdığında da, Theon'un kellesi tahta platformda yuvarlandığında da gözleri sonuna kadar açıktı. Her şeyi izlemişti, o görüntüler hafızasına kazınmıştı ve sonra Eudoxus'un kollarına yığıldı.
Sonra da babasının cesedinden gözlerini ayırmadan, artık kendisiyle evlenmek için önünde bir engel kalmadığını zanneden Orestes'ten intikam alacağına yemin etti.

Comments