top of page

Mucize Kadın ile Kölenin Savaşı- Giriş II: Spartaküs


Oyun oynamayacaksan kum havuzuna girmemelisin.


☆》¤《☆


Spartaküs bir asker olarak birçok savaşta bulunmuştu. Tecrübesi fazla, savaşla ilgili tahminleri kötü olan genç adam meydana ölmeye gitmişti lakin işler onun beklediği kadar basit gelişmemişti.


Sevgilisinin ona verdiği yüzüğü boynuna takarak kendisini uğurlandığı o an yüzüne büyük bir mızrak yaklaşırken gözünün önüne gelmiş ve silahın soğuk metalinin son nefesini aldığını sanarak ülkesinin adını bağırmış, ardından bilincini kaybetmişti.


Ne yazık ki uyandığında bir kağnıdaydı, cennette veyahut cehennemde değil.


Kalkmaya çalıştı ama başı döndüğü, alnının yan tarafı büyük bir acıyla sızladığı için geri yattı. Görüşü sanki büyük bir kum fırtınası varmış gibi bulanıktı. Uyandığı gibi tekrar bayıldı.


Tekrar ayıldığı vakit geçen seferkinin aksine gökte yıldızlar değil, ışığıyla insanın gözlerini yakan bir güneş vardı. Birkaç kez yanıp sulanan göz kapaklarını açtı kapadı; baktığı yerlerin sol tarafında gölge, yüzünün aynı tarafında da berbat bir kaşıntı vardı. Yattığı yerin tahtaları sırtına batıyordu, sürekli sallanıyorlardı; dudakları çatlamıştı, susuzluktan dili damağı birbirine yapışmıştı.


Bu kez doğrulabildi, baktığı yerlerde siyah benekler uçuşsa, kulakları çınlasa ve başı ağrısa da doğruldu çünkü cevaplarını deli gibi merak ettiği soruları vardı.


Kağnıda olan tek kişi o değildi; on yirmi kadar adamla aynı araçta, birlikte taşınıyordu, yarası sargıyla sarılmış olanların çoğu ya baygındı ya da sadece inleyecek kadar ayıktı. Tamamen uyanık olanlarsa etraflarına boş boş bakıyordu.


Spartaküs'ün aklında soru işareti oluşturan durum onun bulunduğu kağnı gibi belki de yüzlerce araç olmasıydı. Yan yana, sonu ve başı görünmeyen iki üç sıra Spartaküs'ün bilmediği bir yere ilerliyordu.


Nereye gidiyorlardı, neden gidiyorlardı? Savaşı kazanmışlar mıydı?


Birden koluna dokunulduğunda kendini olabildiğince geri çekerek yanına döndü. Nefesleri anında sıklaşmış gözleri büyümüştü. Bu aslında amacı onu kontrol etmek, yarasına bakmak olan hekim tipli adamı neredeyse oturduğu fıçıdan düşürecek kadar korkutmuştu:


"Sakin ol! Yalnızca yardım edeceğim."


"Kimsin sen? Neresi burası? Bu kağnılar da neyin nesi-" Adam sözünü keserek eline bir matara tutuşturdu.


"Önce su iç, için yanmış olmalı. Neredeyse bir aydır baygınsın." Spartaküs mataranın içindeki ısınmış suyu kana kana içerek bitirdi, gerçekten içi yanmıştı.


"Bir ay mı?"


"Başından yaralanmışsın. Aslında o kadar kötü görünüyordu ki ben ölmeni beklemiştim ancak inatçı çıktın. Şimdi izin ver yarana bakayım." Adam ona doğru eğildi. Spartaküs de başını uzattı. Doktor, genç adamın baktığı her yerin solunda gölge oluşmasına sebep olan kirli sargıyı çıkartırken Spartaküs'ün canı cehennem kadar yanmıştı. Dişlerini sıkarak inlemesini engellemeye çalıştı. Adamın kaşları hayal kırıklığı ile çatıldı.


"Sol tarafı göremiyorum."


"Sol gözün kör olmuş da ondan. Üzgünüm adamım ama bunun için yapabileceğim bir şey yok."


"Problem değil." Kör gözünü kafasına takıp endişelenecek durumda değildi, iki gözünü de kaybedebilirdi.


"Ayrıca darbenin yarası da büyük ihtimalle iz bırakacak. Gerçi gözünün kör olduğu gerçeğini hesaba katarsak bunu dert edeceğini sanmıyorum. Al bunları ama hızlı yeme, kusarsın." Spartaküs doktorun uzattığı kupkuru ekmeği ve bayat elmayı sanki önünde dünyanın en lezzetli yemeği varmışçasına iştahla yedi.


"Burası neresi? Bunca insan nereye götürülüyor?"


"Capua'ya varmak üzereyiz. Bizim bulunduğumuz grubun yolculuğu orada son bulacak, geriye kalanlarsa Capua'da bir süre dinlenip yolluk aldıktan sonra gitmeleri gereken yere yol almaya devam edecekler."


"Capua mı? Ne Capua'sı?" Spartaküs etrafına bakındı, görüş alanındaki arabaları inceledi ve az önce dikkat etmediği şeyleri fark etti. Yerinden fırladı ve kağnının diğer ucundaki sancağa neredeyse yatan adamları ezerek ulaştı. Kırmızı düzlemin üzerinde sarı bir kartal olan bayrak o kadar kirlenmişti ki onu kendi ülkesininkiyle karıştırmıştı. "Bu Roma bayrağı."


"Tabii! Sen ne sanıyordun? Ah Praetor Gaius Claudius savaş meydanını ezdi geçti, sildi süpürdü! Artık ne diyorsan." Adam iç çekip çaresizlikle başını salladı. Sonra Spartaküs'ün yüzünde oluşan şoke olmuş ifadeyi görünce açıklama yapmaya başladı. "Kahretsin! Afedersin, bu kadar ani anlatmamalıydım. Tamamiyle benim suçum. Yaralandığından beri baygındın sonuçta, ne ara öğrenebilirsin ki? Neyse, savaşı Roma kazandı ve duyduğuma göre Roma lejyonları tüm Trakya'yı yağmalamışlar. Taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamışlar."


"Hayır..." diye sızlandı Spartaküs. "Bu doğru olamaz."


"Savaş kazanan Romalıların yaptıklarını bilmemek imkansız, neden bize ayrıcalık tanısınlar ki?" Adamın dediği doğruydu, Spartaküs de bunu biliyordu ama kabullenmek istemiyordu. "Güzeller güzeli bir karım ve henüz yeni doğmuş oğlum vardı adamım, onlar aklıma geldikçe... Ah Tanrım... Sen birilerini geride bıraktın mı?"


Roma askerleri savaş kazandıklarında canavardan hallice olurlardı. Ganimet için her yeri yağmalar, yakarlardı. Adamların kolunu bacağını keser ölüme terk eder, çocukları boğar, aileleri diri diri yakarlardı. Mağlup tarafın kadınlarına tecavüz etmeyi hakları olarak görürler, sonra da onları bir nehre ya da ormana atarlardı.


Spartaküs'ün zihninde sevgilisinin altın sarısı saçları, kocaman gülümsemesi belirdi. Bu güzel hayal, vahşi ve istemediği bir şeyi ona yaptırmak imkansız olan kızın bir asker tarafından zorla alıkonulduğu bir halisünasyona dönüşerek çarpıldı. Sevgilisinin çığlıklar atarak karşı koymaya çalıştığı, bedeninin değersiz bir çöp gibi sulara yuvarlandığı kabus sonlanırken ölmeyi diledi:


"Kendini zorlama, kafana aldığın darbe yüzünden hafızanı yitirmiş olabilirsin. Yakında düzelir lakin düzelmemesi senin için lütuf olur sanırım. Bazen ailem için endişelenmekten kafayı yiyecek gibi olsam da bizler için çok daha kötü ve uzun bir işkence başlamak üzere. Onların özlemi okulda bizlere eziyet ve ağır bir yük olacak."


"Sen neyden bahsediyorsun?"


"Mağlup tarafın askerleri olduğumuz için artık kölelerin bile kölesiyiz. Bu yüzden bizi Capua'daki köle pazarına götürüyorlar. Eğer çok şanslıysan orada zengin bir kadın seni satın alır ama benim tahminim Trakya'lı askerlerin çoğunun Quintus Lentulus Batiatus tarafından alınıp gladyatör okuluna götürüleceği."


"Lanet olsun... Lanet olsun!" Spartaküs ellerini saçlarından geçirdi, başını avuçları arasına aldı.


"Katılıyorum dostum." diyerek acıklı acıklı güldü adam. "Keşke savaş meydanında onurumla geberip gitseydim. Kağnıların etrafında o kadar sık Roma askerleri dolaşıyor ki intihar için bile zaman yok!"


Spartaküs dişlerini çatlak dudaklarına bastırdı. Gökte yakıcı bir güneş, havada yapış yapış bir nem vardı. Geçtikleri yerde bir tane bile ağaç yoktu, yalnızca alabildiğine toz toprak görebiliyordu.


Trakya'nın serin rüzgarına duyduğu ihtiyaç gözlerini yaşarttı. Şimdiden sonra Trakya'ya dönebilmesi imkansızdı ama oldu da döndü diyelim, büyük ihtimalle memleketinde görülecek hiçbir şey kalmamıştı:


"Sen kimsin? Seni hekim sanmıştım."


"Trakya'da öyleydim, askerlik için gönüllü olunca buraya düştüm. Sonra da bizden olanların yaralarına olabildiğince derman olmaya çalıştım. Ama sugötürmez bazı sebeplerden ötürü artık çok net görüleceği üzere hekim değilim." Adam Spartaküs'e elini uzattı. "Ben Adonis. İsmini hatırlıyor musun?"


"Spartaküs..." Spartaküs'ün kendi adı, kendi ağzından bir küfürmüşçesine çıkmıştı. "İsmim Spartaküs." Adonis ileride ihtişamla yükselen dev surları işaret etti.


"Sanırım geldik Spartaküs."


Spartaküs yeni evi olacak şehrin girişine baktı. Sur kapısında -büyük ihtimalle yeni köleleri karşılamak için- Roma birlikleri bekliyordu, gözcüler de duvarlarım üstündeydi ve o kadar çok ve sıklardı ki sanki surların üstü kırmızı bir şerit çekilmiş gibiydi.


Spartaküs'ün asıl ilgisini toplayan Capua Arenası şehrin dışındaydı. Şehre yakın sayılmazdı ama çok da uzak değildi. Spartaküs gladyatör okulunu da arenayı da bulundukları yerden görüyordu.


Gladyatörler hakkında çok şey duymuştu ve bunların neredeyse hepsi o kadar berbattı ki sadece efsane olmaları için her şeyini verirdi. Gerçi verecek hiçbir şeyi kalmamıştı, o ayrı konu.


Aristokratların cenazelerinde vahşi hayvanlarla, arenalarda birbirleriyle dövüştürülen; kısırlığa iyi gelir diye öldürülüp kanları içilen, tutuldukları hücrelerde her türlü istismara uğrayan gladyatörlerden biri olacağına ahır temizlemeyi tercih ederdi. Fakat Spartaküs'ü bu kağnıya bir gözü kör bindiren kader, ona neden köle pazarında merhamet gösterecekti ki?


Spartaküs ve diğer köleler elleri arkalarında bağlanıp yerden bir kol boyu kadar yükseltilmiş platforma çıkarıldılar ve yatay bir tek sıra yaparak dizildiler. Satışı yapan görevli, çıplak göbeği konuşmasından çok dikkat çeken sakallı ve orta yaşlı bir Yahudi idi. Köleleri tek tek kalabalığa tanıtıyor ve onları satmaya, verilen fiyatı yükseltmeye çalışıyordu.


Spartaküs yan yana olduğu Adonis'e kafasıyla kalabalıktan uzakta, muhafızlarla çevrilmiş bir dairenin tam ortasında durmuş bordo, uzun peştamallı dazlak adamı işaret etti:


"Bu Batiatus mu dersin?"


"Onu hiç görmedim, bilmiyorum ama burada o olmaya en yakın gösterdiğin herif var. Baksana, satışı ne kadar dikkatli izliyor." Adonis'in dediği doğruydu. Batiatus olduğunu düşündükleri adam gözlerini satış başladığından beri platformdan ayırmamıştı. Yüzünde bir tebessüm, elinde içkisiyle öyle rahat görünüyordu ki Spartaküs onun o pişkin gülüşü yumruğuyla dağıtmak istedi.


"Neden o kadar uzakta? Teknik olarak savaş esirlerini incelemek için daha yakında olması gerekmez mi?"


"Daha sıra savaş esirlerine gelmedi, yan tarafa baksana. Henüz normal esirler satışta."


"Ne o lanet okula ne de bir eve köle gitmeyeceğim." diyerek dişlerini sıktı Spartaküs.


"Bu pek mümkün değil dostum-"


"Emin misin? Ya itici, deli hareketler sergilersem ve kimse beni almazsa?"


"O zaman seni şehirdeki başka bir pazara yönlendirirler."


"Aynen öyle. Peki tekrar satılmazsam? Ya da şöyle söyleyeyim, Capua'daki hiçbir pazarda satılmazsam?"


"Seni başka şehre yönlendirirler..."


"Kesinlikle! Yolda da tüymenin bir yolunu illaki bulurum." Etraftaki silahlı adamları inceledikten sonra kendi kendine fısıldadı. "Ne b*ktan bir gladyatör ne de evin birinde emir kulu olacağım..."


Sıra Spartaküs'e geldiğinde göbekli Yahudi ona adını sordu:


"Adın ne Trakya'lı kanalizasyon artığı?" Spartaküs burnundan soludu.


"Spartaküs." Yahudi onun -en nefret ettiği şeyi yaparak- saçlarını karıştırdı, kalın kolunu sıktı ve sırtına sertçe tokat attı. Ardından gür sesiyle bağırdı.


"Trakya'lı Spartaküs! Yirmi altından başlatırım! Hanımlar şu fiziğe, boya posa, endama bakın! Kim odasında şöyle bir süs hayvanı istemez ki?" deyip göz kırptı. İnsanların içinden iyi giyimli, yanında onu serinletmek için bir palmiye yaprağı sallayan kölesi olan, güzel ve genç bir kadın sıyrıldı; elini kaldırdı.


"Yirmi beş!" Adonis Spartaküs'e yaklaştı.


"Aslında bence bu ihtimali bir düşün." Spartaküs ona gülse de adamın omzuna kendi omzuyla vurarak böyle bir ihtimalin olmadığını gösterdi. "Sen bilirsin."


"Hanımefendi Lianna yirmi beş altın dedi! Yok mu arttıran? Beyler şu güçlü kaslara bakın, buna her türlü şeyi taşıtırsınız! Araba çektirir, mal taşıtırsınız! Hadi ama, yok mu arttıran?"


"Var, ben." dedi Spartaküs. "Ve ben insanların hayatı paha biçilemezdir diyorum!" Tüm gücüyle ellerini birbirinden ayırdı, bileklerini belinde birleştirmiş ip sökülerek koptu.


Satıcıya çenesinin altından bir yumruk attı, gelen muhafızın mızrağının metal ucunu yakaladı ve kendine çekti. Savaşlarda çarpışmak ve silah kullanmaktan her tarafı nasır tutmuş eli ufak bir kesikle kurtuldu lakin muhafız o kadar kolay sıyrılamadı işin içinden.


Adam mızrağını kaybettiği gibi dengesini kaybedip yüzüstü yere kapaklandı. Spartaküs mızrağı dizine vurup ortasından kırdı, tamamı tahta kısmı yerdeki muhafızın sırtına sapladı. Metal uçlu parçayı ise kendisine doğru koşan silahlı adamlardan birine fırlatıp onu göğsünden vurdu.


Aslında gayet iyi gidiyordu ama onu tek hamlede nakavt edecek darbe beklemediği ve göremediği taraftan geldi, soldan. Tam yarasına bir bıçak kabzası vuruldu ve Spartaküs yere düştü.


Panik yaparak ortalığı karıştıran insanların dikkati üzerinde çekilince arkada bağlı ellerini önüne alan Adonis, çevik bir hareketle bıçağın önüne bileklerini uzatıp iplerden kurtulmasa ve muhafızı göğsünden yumruklamasa Spartaküs'ün işi bitmişti.


Sorumsuzca davranıp kendisinin ki dahil olmak üzere bir sürü hayatı tehlikeye attığı için kendine söndü. Planı bu değildi, iş biraz çığırından çıkmıştı ama olsundu.


Muhafızların hepsi birden kölelerin üzerine çullanıp onları hizaya getirmeye çalışırken tok ve pürüzsüz bir ses duyuldu:


"Trakya'daki savaştan getirilen kölelerin kılına zarar gelirse hepiniz kellenizin derdine düşersiniz!" Konuşan Spartaküs'ün Batiatus olmasını beklediği adamdı. "Hepsini ellişer altından alıyorum."


Bir saat kadar sonra tüm eskiden asker, şimdi köle olan; sonra gladyatör olacak adamlar, arabalara Capua açıklarındaki arenaya götürülmek üzere yüklenmişti.


Adonis, hâlâ yan yana olduğu Spartaküs'e baktı:


"Sanırım planın biraz ters tepti."


"Batiatus'un uyumsuz tipleri çekici bulduğunu bilmiyordum." Adonis kıkırdadı, hatta bir Roma askerinin kötü bakışlarıyla karşılaşıncaya kadar kahkaha attı.


Köleleri arenada, onlardan önce oraya varmış olan Quintus Lentulus Batiatus ve adamları bekliyordu.


Batiatus dev arenanın boş basamaklarında şöyle bir göz gezdirdi. Yıllardır burada sayısız gladyatör dövüştürmüş, paraya para dememişti. Sahip olduğu tüm ünü, saygınlığı ve tecrübeyi burada kazanmıştı.


Batiatus köle pazarında yeni gladyatör adayları bakarken kazandığı bu tecrübenin ona en sık hatırlattığı şey, eski askerlerin çoğu zaman iyi gladyatörler olduklarıydı.


Savaş tekniklerini, silah kullanmayı önceden bilirlerdi, güçlü kuvvetli olurlardı, çabuk pes etmemeleri seyircilere seyir zevki verirdi. Bu gibi nitelikleri onları normal kölelerin çok çok önüne çıkartsa da çoğu asker törpülenmesi hatta yok edilmesi gereken özellikler, zaaflar taşırdı.


Özgür kalabileceğini zannetmek, eski yaşamını ve ailesini özlemek, bir zamanlar sahip olduğu haklara ve imkânlara şimdi de erişebilmek için diretmek, efendisine karşı gelebilecek kadar cesareti olmak normal bir gladyatör okulunda istenmeyen şeylerdi, Batiatus'un gladyatör okulunda ise cezası kırbaç olan bir suçtu.


Batiatus aralarında fısıldaşan kölelere bağırdı:


"Susun!" Birden sessizlik sağlandı ve arenada çıt çıkmadı. "Güzel. Ben kimim biliyor musunuz?" Hiçbir köle konuşmadı. "Benim adım Batiatus. Sizin lentulusunuzum*. Bu ne demek farkında mısınız?" Batiatus sorusuna dönüt alamayacağının farkındaydı, devam etti. "Ben sizin efendinizim, sahibinizim. Sizler de benim kölelerimsiniz, malımsınız. O köle pazarında her birinizi -aslında kimsenin vermeyeceği bir fiyat verip- zimmetime geçirdim ve artık bir masadan farkınız yok. Benim dediğimi yapmak için buradasınız, bu andan itibaren bunun için yaşayacaksınız. Duydunuz mu beni? Emirlerime itaatsizlik etmeyi düşünmenin, etmenin, yeltenmenin hepsinin cezası kırbaçtır. Sırt deriniz yüzülene kadar çığlık atmak istemiyorsanız sizden önceki herkesin yaptığı gibi uslu birer köpekçik olacaksınız.


Şimdi asıl konuya giriş yapabiliriz. Burası Capua Arenası: gelmiş geçmiş en iyi gladyatörlerin kanıyla boyadığı ve seyircilerin tezahüratlarıyla inlettiği sahne. Sizin efsanevi bir gladyatör olmanıza gerek yok gerçi, konuklarımızı memnun edin yeter.


Sizi sahnede biraz daha uzun tutmak için eğitecek olan doctoreleriniz** tam arkamda duruyorlar. Emir komuta zincirinde de aynı şekilde, benden sonra emrini yerine ilk getireceğiniz ve sözünden asla çıkmayacağınız kişiler onlar. Sizi dörde ayıracağız, her grubun bir eğitmeni olacak. " Batiatus arkasına döndü ve gitmeden önce eğitmenlere emir verdi. "Titus, Oenomaus, Damasko, Eniryt. Onları dörde bölüp grupları paylaşın. Hemen, şimdi. "


Köleler dakikalar içinde dört kısma ayrılıp eğitmenlerini aldılar.


Spartaküs artık yan yana olmadığı Adonis'e göz ucuyla baktı. Yeni arkadaşı ile farklı gruplara düşmüşlerdi. Ama Spartaküs'ün bunu da dert ettiği söylenemezdi, zaten okulda o ve diğer gladyatörlerle istemediği kadar vakit geçirecekti.


Spartaküs eğitmeni Oenomaus'u incelemeye başladı. Kavruk tenli, kel, uzun boylu ve iri bir adam olan Oenomaus'un göğsünün ortasında ve yanağında derin iki yara izi vardı. Bakışları sertti, elinde döndürdüğü kılıcı ustalıkla kullanıyordu. Rudis kılıcı*** almış, emekli bir gladyatör olduğu her hâlinden belliydi:


"Evet çömezler, umarım sizi bekleyen geleceğin merhametsiz ve zor olduğunun, bu amfitiyatrodan geri dönülmeyeceğinin farkındasınızdır.


Bir gladyatör olarak büyük ihtimalle arenada öleceksiniz. Eğer çok şanslıysanız izleyiciler acır ve sizi Misyo işaretiyle**** hayatta tutarlar ancak bu yalnızca iyileşip tekrar dövüşmek zorunda kalacağınız anlamına gelir. Ama 'Ben iyi bir gladyatör olup ortalama yirmi başarılı maç geçireceğim ve Rudis kazanıp özgürlüğüme kavuşacağım.' diyorsanız tek amacı hayatta kalmak olanlardan daha çok çalışmanız, beni daha iyi dinlemeniz gerek.


Sizinle ilk olarak yapacağımız şey hangi dövüş stiline uygun olduğunuzu anlamak olacak. Ancak öncesinde birkaç küçük uyarıda bulunacağım. " Oenomaus kollarını birbirine kavuşturup birkaç adım atarak çevresinde küçük bir daire çizdi. "Her gün yorgunluktan hücrenize sürünerek gidecek kadar çok çalışacaksınız, elleriniz deriniz yüzülene kadar betona yumruk atmaktan bir süre sonra hissizleşecek, geçmişinize duyduğunuz hasretten kafanızı duvarlara vurmak isteyeceksiniz, sebze yemekten kusacak hâle geleceksiniz. Ama bunlara alışacaksınız çünkü alışmak zorundasınız, bu yüzden başta ben olmak üzere kimseden size merhamet etmesini beklemeyin. " Sohbet vakti bitmişti, doctore asıl konuya girdi. "Sırayla hepiniz benimle dövüşecek. Böylece sizin hangi dövüş tekniğine uygun olduğunuzu görebileceğim. Gönüllü var mı? "


Spartaküs şaşkınlığını gizleyemedi. Onun bulunduğu grupta -hiçbiri de ufak tefek olmayan- neredeyse yirmi kişi vardı. Hepsiyle tek tek nasıl dövüşebilirdi ki?


İlk gönüllü kendinden emin görünen, kahverengi ve kısa saçlı, bronz tenli bir adamdı. Neredeyse Oenomaus kadar uzun ve kaslıydı. Oenomaus:


"Adın ne çömez?" 


"Gannicus efendim."


"Trakyalı askerlerden misin?"


"Hayır efendim, ben Kelt'im."


"Demek öyle Gannicus. Saldır bakalım." Gannicus'un tüm darbelerinden ustalıkla kaçan Oenomaus'un karşısındaki genç adamın yere sermesi için acımasız bir yumruk yetti. Çenesinin altından aldığı darbe ile dişleri üst dudağına kelepçe gibi kapanan ve dudağı yarılıp yere yıkılan Gannicus tekrar ayağa kalktı ama doctoresi genç adamın mağlubiyetini, onun kaburgalarıyla buluşturduğu sert tekmesiyle kesinleştirdi. "Hayat zalimdir, düşenleri affetmez. Arenada da aynı durum geçerlidir, yere düştükten sonra işin büyük ölçüde bitmiştir. Bu gerçek bir dövüş olsaydı sen ayağa kalkmakla uğraşırken yüzünü silahımla parçalar ve seni öldürürdüm.


Çok öfkeli, agresif ve düşünmeden dövüşüyorsun. Öfkeni ve agresifliğini yönlendirirsen dimachaerus***** tekniğinde ilerleyebilirsin fakat gelişigüzel hareketlerde bulunmak seni ancak Eşekler Cenneti'ne götürür. Sıradaki!" Gannicus'un yenilişini görünce az önce kendini göstermek için can atan adamlar artık ne zorlukla nefes alan Gannicus'u dövüş alanından kaldırmak için ne de dövüşmek için istekliydi.


Spartaküs risk alarak adamın yanına ilerledi, ona elini uzattı. Gannicus biraz şaşırarak, biraz da tereddüt ederek onun elini tuttu ve Spartaküs'ün kendisini ayağa kaldırmasına izin verdi.


Bunu gören Oenomaus durur mu? Hemen atladı:


"Bu romantik anı bölmek istemezdim fakat oyun oynamayacaksan kum havuzuna girmemelisin ufaklık-" Spartaküs sol ayağının topuğu üzerinde döndü ve doctoresinin cümlesinin yarıda kesilmesine neden olan bir yumruk attı elmacık kemiğine. Sonra da ondan gelecek atağı beklemek üzere savunma pozisyonu aldı.


Oenomaus'un sağa düşen yüzü doğrulduğu zaman adamın kaşlarının oldukça tehlikeli bir şekilde çatık olduğunu gördü Spartaküs.


Eğitmeninin yukarı yönelttiği yumruğunu dirseği ile durdurup boşluğuna Oenomaus'un kaçacağı bir tekme attı. Oenomaus Spartaküs'ün kör noktası olan sol taraftan bir darbe indirdi yüzündeki yarasına. Ardından hiç vakit kaybetmeden onu zeminle buluştursun diye diz kapaklarına vurdu. Öyle de oldu:


"Vuruşların hızlı ve güçlü, hareketlerin çevik ama yüzüne yumruk atmak için hazırlandığımda onu durdurmayı değil sağ göğsümde açılan savunma boşluğuna saldırmayı seçmeliydin. Savunmada iyi olmak sana zaman kazandırabilir fakat gereksiz garanticilik hayatını kaybetmene yol açabilir. Sana thraex****** öneririm.


Ayrıca kör gözünün sana verdiği dezavantajı bir şekilde tolere etmelisin. Soldan atacağım yeterince sert bir yumrukla -silah bile değil- seni öldürebilirdim çömez. Adın ne? "


"Spartaküs efendim. Trakya savaşından getirilen askerlerdenim." Spartaküs bugün ikinci kez yumruk yediği yarasından sızan kanı toprağa tükürdü. "Ne yapacağım? Yeni göz mü takacağım?"


"Tanrının sana verdiği tek duyu görmek mi? Hayır. Hepiniz beni dinleyin!" Oenomaus kölelerin hepsinin kendini pürdikkat dinlediğinden emin olduktan sonra devam etti. "Dövüş anında gözlerinize kum gelebilir, güneş girebilir. Başınıza aldığınız darbe yüzünden kulaklarınız çınlayabilir, bir kolunuz ya da bacağınız çıkabilir. Demek istediğim başınıza her şey gelebilir. Bu yüzden tek değil, çok yönlü dövüşmelisiniz. Sadece görüşünüze güvenirseniz kaybedersiniz, sadece kulağınıza güvenirseniz de kaybedersiniz. Savaş anında her noktanız, her duyunuz açık ve dövüşe odaklı olmalı.


Hiçbir şey vazgeçilmez değildir. Neyinizi kaybettiyseniz onsuz devam etmeyi öğrenmek zorundasınız. Sıradaki!"


Spartaküs ayağa kalkmaya çalışırken başı döndü, bunca kişinin önünde düz yolda yürürken yere kapaklanmak istemediği için çözüm arayışına geçtiğinde birisi yüzüne kirli bir bez parçası attı.


Bu Gannicus'tu. Tıpkı az önce Spartaküs'ün ona yaptığı gibi adama kalkmasında yardım etmek için elini uzatmıştı. Spartaküs bezi yarasına bastırıp Gannicus'un yardımıyla ayağa kalktı.


Oenomaus'un çömezleri birer birer yere serip hatalarını ve iyi yanlarını belirtmesi ve uygun oldukları tekniği söylemesi hiç de uzun sürmemişti. Hatta Oenomaus herkes bittikten  sonra bile hâlâ dinç ve hiç dövüşmemiş gibi duruyordu. Spartaküs kendi kendine buna şaşırmaması gerektiğini hatırlattı.


Sonrasında neler mi oldu? Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovaladı.


Gündoğumundan günbatımına kadar çalıştılar. Ağaçlara yumruk attılar, gözleri ve kulaklarını bağlayıp birbirleriyle dövüştüler, silahlarıyla bütünleştiler.


Ama en önemlisi, her maçtan sonra birbirlerini düştükleri yerden kaldırdılar.


☆》¤《☆


Lentulus*: Gladyatör okulu sahibi.

Doctore**: Gladyatör okulu eğitmeni. Emekli bir gladyatör isterse şan ve şöhretini devam ettirmek, para kazanmak için emekli olduktan sonra doctore olmayı seçebilir.

Rudis kılıcı***: Ortalama yirmi başarılı dövüş geçiren gladyatörlee verilen tahta bir kılıç. Gladyatörün artık emekli olabileceği, özgür bir insan olarak hayatına devam edebileceği anlamına gelir.

Misyo işareti****: Maçı kaybetmiş gladyatörlerin kaderine seyirciler karar verir. Eğer maç çekişmeli geçmiş, uzun sürmüş, gladyatör iyi bir mücadele vermişse genelde izleyiciler yaşamasını ister, bunun için baş parmaklarını yukarı kaldırır ve Misyo işareti gösterirler. Yaşamasını istemiyorlarsa baş parmaklarını aşağıya çevirirler ve gladyatör, bedeni çekiçlerle  dövülerek öldürülür.

Ortalama beş gladyatörden birine Misyo işareti gösterilirdi.

Dimachaerus*****: Çift gladius kullanmaya ve neredeyse tamamen hücuma dayalı bir gladyatör dövüş tekniği. Güçlü ve çevik vuruşlarla düşmanı sürekli savunmaya zorlayıp hareket üstünlüğü ile onun işini bitirmek. Gannicus, Theokoles bu tekniği kullanırdı.

Thraex******: Trakya sicası (kavisli kılıç) ve kare ya da yuvarlak Trakya kalkanı kullanılan, amacı kılıçla hızlı vuruşlar yapıp rakibin kalkan savunmasını açmak olan gladyatör dövüş tekniği.


 
 
 

Recent Posts

See All

Comments

Couldn’t Load Comments
It looks like there was a technical problem. Try reconnecting or refreshing the page.
  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page