top of page

Mucize Kadın ile Kölenin Savaşı III - Doğum ve Savaş

Updated: Aug 26, 2020


Bir kadının yalanını ancak başka bir kadın anlar. <> Ağızdan çıkan dilekler ve asıl umutlar her zaman birbirini tutmuyor.

☆》¤《☆

Bu haritada Hypatia ve Agnodice'in rotası belirtilmiştir.

ree

Kırmızı Çizgiler: Denizden yapılan yolculuklar.


Mavi Çizgiler: Karadan yapılan yolculuklar.

Dışı Kırmızı, İçi Mavi Noktalar: Yaptıkları duraklar.


☆》¤《☆ HYPATİA


Theon yalnızca boğulmaktan ibaret olmayan tehlikeler içerdiğinden dolayı kızına yüzme öğretmemeyi ve bırakın denizi, İskenderiye'deki Mariut Gölü'ne girmesini bile yasaklamayı tercih etse de denize aşık olmasını engellememişti.

Genç kadın sırf dudaklarını kurutan iyotun tadını rahat rahat almak için giremeyeceği halde kilometrelerce yol yürüyüp -sığ olduğu için büyük gemilerin geçemediği, daha sakin olan- doğu limanına gider ve gelip giden küçük tekneleri izlerdi. Deniz ona özgürlüğü, huzuru, heyecanı, cesareti çağrıştırıyordu. Yaşamın kendisini hatırlatıyor, arkasında onu çekiştirip sırtını kamburlaştıran sorunlarını unutturuyordu.


En yakın arkadaşı Agnodice ise Atina'da yüzmeyi öğrendiği halde denizden hiç hoşlanmıyordu. Bindikleri gemi dalgaların üzerinde süzülmeye başladığı andan itibaren geçmeyeceğinden korktuğu bir deniz tutması yaşamıştı. Zaman geçtikçe alışmış, mide bulantısından kurtulmuştu fakat hâlâ uçsuz bucaksız lacivert sulara uzun süre bakamıyor, Hypatia'nın aksine gün doğumunda kalkıp saatlerce okyanusu izleyemiyordu çünkü güverteye bir daha kusarsa Agro'nun artık Iris'i dinlemeden onu gemiden atacağından korkuyordu.


Hypatia Iris ve Agro arasındaki ilişkiye hayran kalmıştı. Agro bir kabile reisi olduğundan ciddi ve adaletli, Galya geleneklerine bağlı büyütüldüğü için de savaşçı ve sert bir mizaca sahipti ancak "Sonsuz sadakat ve sevgiyle bağlı olduğu tek eşi Iris'in yakınlarında olmak onu küçük bir çocuğa dönüştürüyor." demek yalan olmazdı.


Babasının Hypatia'nın merhum annesi Atropes'e duyduğu, ölümün dahi söndüremediği aşkına şahit olduğundan sevgi konusunda gözü yükseklerde olan genç kadının hiç böyle bir deneyimi olmamıştı. Kütüphane ve akademide geçirdiği zaman da hesaba katılırsa bu tür şeyler için çok meşguldü lakin birbirlerine gerçek hisler besleyen bir çift gördüğünde onların hep mutlu olmalarını dilemekten alamıyordu kendini.


Iris Hypatia'nın yanına geldiğinde geminin korkuluklarına dayanmış, dalgaları izliyordu genç kadın:


"Bu gün erkencisin." Iris al al olmuş yanaklarına yanılan gülümsemesiyle bu gözlemi doğruladı. Cevaplarken elini karnına koydu.


"Bebek bir türlü uyutmadı, ben de sana katılayım dedim."


"Doğum yaklaştığı için olmalı. Sonunda isimlere karar verdiniz mi?"


"Agro'yu ikna etmek çok zor oldu ama evet!" Agro ve Iris bebeklerinin ismine bir türlü karar verememiş, anlaşamamışlardı. "Kız olursa Rowena, erkek olursa Kayden olacak."


"Kulağa hoş geliyorlar." Hypatia tebessüm etti. "Kız ya da erkek, çok şanslı bir çocuk olacak."


"Sağlıklı olması dışında bir isteğim yok. Druid falan erkek olması için dua etseler de artık o kadar zorlanıyorum ki sağlıklı bir şekilde doğsun yeter. Agro da öyle düşünüyor." Hypatia elini kadının omzuna koyup sıvazladı.


"Nadia çok iyi bir doktordur, ikinizin de sağlığı en emin ellerde. Güven bana."


"İkinizin gelmesine çok sevindim." Iris bunu söylerken gerçekten dürüsttü. "Buradaki tek kadındım ve kimse beni anlamıyor gibi hissediyordum."


"Biz de seni çok sevdik Iris. Hatta gemiyi de! Kendi adıma konuşayım, hayatım boyunca hiç bu kadar hür hissetmemiştim."


"Romalılar arasında hür bir kadın olmak zor olmalı." Hypatia acıklı acıklı güldü.


"Hür değil, sadece kadın olmak bile başlı başına bir çile."


"Sizin gerçek hikâyelerinizi bu yüzden merak ediyorum işte, siz de aynı sistemin içinde yetiştiniz ama çoğu kadının aksine kabullenmiyor, bir şeyleri değiştirmek istiyorsunuz."


"Size hikâyemizi anlattık ya Iris-" Iris kıkırdayarak Hypatia'nın kulağına eğildi, fısıldadı.


"Bir kadının yalanını ancak başka bir kadın anlar. Agro'yu kandırabilirsiniz, beni değil." Hypatia yalanlarının ortaya çıktığı gibi gerçeklerin de göz önüne serilmesinden korkarak gerildi. "Korkma, altında geçerli bir sebep yattığını tahmin edebiliyorum ve daha fazla soru sormayacağım. Üçümüz aramızda kalacak, Agro dahil olmak kimseye söylemeyeceğim." Hypatia Iris'e güvenebileceğini umdu.


"Sağ ol Iris."


"Teşekkür etmene gerek yok Aspasia." Yüzü bir anlığına buruştu, hemen düzeldi. "Agro ile tanışmadan önce kabilesinin beni kabul etmesi için yalan söylemiştim. Herkes gerçekleri öğrendikten sonra zor bir süreç geçirsem de sonunda bir aile kazandım. Bazen yalan..." Yüzü yeniden ekşidi, bu kez karnını tutup öne eğilerek inledi ve düzelemedi. "...gerçeğin yapamayacağı şeyleri yapıyor."


"Iris sen iyi misin?"


"Evet. Evet, yalnızca ufak bir sancı girdi. Ah!" Iris'in düşmesini engellemek için onu tuttuğunda Hypatia kadının ne kadar ağır olduğunu fark etti.


"Iris! Iris! Kahretsin! Agnodice, neredesin?! AGNODİCE!" Hypatia kadının ayaklarının sırılsıklam olduğunu görünce sorunun ne olduğu anlamıştı. "Su kesen yırtılmış!"


"Ne? Bu kötü bir şey mi?"


"Doğumun başlamış Iris!" Iris acıyla kıvrandı.


"Şimdi mi?!"


"Evet!" Hypatia Iris için panik olmamaya çalışırken Agro ve Agnodice yetişti. "Agnodice, su kesesi yırtıldı ve sancı çekiyor!"


"Bu ne demek oluyor?" Agnodice Agro'ya, Iris tam da doğum yaparken laf anlatmakla zaman kaybetmek istemese de yardım almak için açıklama yaptı.


"Iris doğuruyor. Onu temizlediğimiz odaya götürüp yatağa yatır ve omuzlarının, başının altına yastık koy. Hypatia ile malzemeleri alıp geliyoruz." Agro başka soru sormadan eşini -tüy kadar hafifmiş gibi- tek hamlede kucakladı ve gitti.


"Ne yapmam gerekiyor?"


"Beni takip et ve yaptıklarımı yap." Agnodice gemiye biner binmez bazı şeylere direkt el atmıştı. Herkesin ellerini düzenli olarak yıkaması, tüm suların önceden kaynatılmış olması, odaların sirkeyle temizlenmesi gibi. Değiştirdiği temizlik rutinleri sayesinde şimdi lazım olan malzemeleri silerken gecikmeyecekler, temiz suyu olmadığından ellerini yıkayamayıp Iris ve bebeği tehlikeye atmayacaktı.


Agro eşinin ellerini tutmuş, kulağına kendi dillerinde güzel şeyler söylerken Agnodice Iris'in ayakları yere basacakmış gibi dizleri bükük olacak şekilde bacaklarını kaldırdı. Üzerine bir örtü örttü ve Iris'e talimatlar vermeye, Hypatia'ya emir yağdırmaya devam etti:


"Başını görebiliyorum, Iris derin bir nefes al ve tekrar! Yapabilirsin, neredeyse sonuna geldik! Hypatia makası hazırla!" Iris'in ağlamak ve bağırmaktan kızarmış başı son çığlığın ardından yastığa düştü ve Agnodice kucağındaki ağlayan, kanlı et parçasıyla örtünün içinden çıktı. "Bir oğlan!" Hypatia kordonu kesilmiş bebeği havluya sararken Agro gülüyordu, Iris ise yalnızca bir sorundan odadakileri haberdar edebilecek kadar ayıktı.


"Niye hâlâ sancım var?" Gözleri kan çanağına dönmüştü.


"Hâlâ sancın mı var?" dedi Agnodice şaşkınlıkla, odadaki festival havası birden son buldu.


"Neler oluyor-"


"Kapa çeneni Agro!" Normal şartlarda adam onu kendisine bağırdığı için köpek balıklarına yem ederdi ancak durumlarından dolayı sadece sustu. Agnodice gidip Iris'in karnına koydu ellerini ve hissetmeye çalıştı. "Doğum devam ediyor!"


"Bu nasıl olabilir?"


"Çünkü çoklu doğum yapıyor!" Agnodice Iris'le konuşmayı, her halta karışan Agro'ya kullandığı terimlerin anlamlarını anlatmaktan yararlı buldu. "Iris beni dinle, birden fazla bebeğin olacak yani doğumun hâlen daha devam ediyor. Bu yüzden seni ve bebeklerini hayatta turnamda yardımına ihtiyacım var. Dediğimi yapmaya devam et ve sakın bayılma."


Iris kafasıyla onayladı çünkü konuşabilecek durumda değildi.


Doğumun devamında da aksilikler peşlerini bırakmayınca Agnodice isyan etti:


"Kahrolası bebek ters geliyor! Hypatia oğlanı Agro'ya ver ve bana yardım et!" Hypatia "ters gelme" olayının ne olduğunu Agnodice'in yaptırdığı başka bir doğuma yardım ederken öğrenmiş, hayatının travmasını geçirmişti. Aynısını yaşamamak için bebeği Agro'nun kollarına resmen attıktan sonra arkadaşının dediklerini ikiletmeden yerine getirmeye koyuldu.


Doğarken bebeğin kafası iki genç kadının korktuğunun aksine kopmadı ama ağlamadığı için odaya yeniden panik havası yayıldı. Hypatia durumu tespit edince Agnodice'ten "Cidden mi?" bakışı yedi:


"Kordon başına dolanmış!" Agnodice son derece soğukkanlı bir edayla kordonu bebeğin başından yavaşça aşırarak aldı. Sırtına yediği ufak şaplakların ardından küçük Rowena'nın çığlıkları, erkek kardeşi Kayden'inkilere karıştı.


Iris ve Agro rahatlayarak derin bir nefes alırken Hypatia ve Agnodice kendilerini yere bıraktı. Üstleri başları kan içindeydi, sırılsıklam ter olmuşlardı. Hypatia yalvardı:


"Lütfen 'Bir tane daha yok.' de Iris!" Tüm bitkinliğine rağmen kucağında bebekleriyle gülerek yanıtladı taze anne.


"Bu sondu, merak etme." Bulundukları hallerine ne kadar tezat olsa da kahkahalara boğuldular.


☆》¤《☆


SPARTAKÜS

Arenaya her çıkışında farklı kişilerle dövüşse de arkasında hep aynı insanlar oluyordu.


Yıllardır aynı zorluklara beraber omuz gerdiği, kalbinde onlarınkiyle benzer umutlar beslediği o insanlar; arenadan canlı dönmek için içinde istek uyandıran dostlarından, kardeşlerinden başkaları değildi. Akşamları pislikten geçilmeyen hücresinde hayvanlar gibi zincirlenmeye, bir eşya gibi damgalanmaya sabretmesini sağlıyorlar; elinden alınmış yaşamına son vermesini, mücadele etmekten vazgeçmesini engelliyorlardı. Spartaküs'ü, şimdi yaptıkları gibi ayakta tutuyorlardı.


Crixus'un kız arkadaşı ve Batiatus'un, gladyatörlere lentuluslarının haberlerini taşıyan kölesi Nephele ile yüz kadar gladyatör arenaya gitmeden önce Spartaküs'e iyi şans dilemek için antrenman alanında toplanmıştı. Sonuçta görevliler dövüşecek kişiyi alıp götürmeden dakikalar önce yapılabilecek tek şey moral vermekti.


Nephele, esmer omuzlarını sarmalamış kolun sahibi Crixus'un boştaki elini tuttu. Net bir şekilde o da iyice kardeş gibi oldukları adam için korkuyordu. Castus kalabalığın yaydığı kötü enerjiyi yok etmek amacıyla Spartaküs'ün çıplak sırtına tokat attı ve:


"O paslanmış demirin kırılma vakti gelmişti adamım!" diye bağırdı. "Ve bunu yapacak olan sensin!" Gannicus gülümsedi.


"Bu bir veda değil, bize dönmek zorundasın kardeşim."


"Biliyorum." diye neredeyse sayıklayarak fısıldadı. "Biliyorum..." Nephele sevgilisinin kollarından sıyrılıp adamın yanağına küçük bir şans öpücüğü bıraktı.


"Sana inanıyoruz Spartaküs."


Açıkçası Spartaküs arkadaşlarının ona inandığı kadar inanmıyordu kendine.


Gardiyanlar eşliğinde arena kapısına gitti, üç sıra demir parmaklıklar gıcırtılı ve ağır ağır kaldırılırken miğferini yüzüne indirip bağladı.

Odisseus ile aynı anda dev meydana adım attılar ve arenanın iki ucundan koro halinde, klâsik sözlerle imparatoru selamladılar:


"Çok yaşa imparator! Ölümle kutsanmış bizler seni selamlarız!"


"Sağ olun!"


Spartaküs içten içe, elini kaldırarak -sırf o ve onun vicdan yoksunu destekçilerini eğlendirmek için az sonra arenada birbirini parçalayacak iki insanı- kendilerine selam veren imparatoru en tezinden ve acılısından bir ölümün beklediğini umuyordu.


Ağızdan çıkan dilekler ve asıl umutlar her zaman birbirini tutmuyor.


Odisseus yüzü, vücudu, her yeri büyük ve derin yara izleriyle dolu; amber rengi gözleri deli deli bakan ve sürekli kırık dişlerini göstere göstere sırıtan bir adamdı. Kızıl saçlarının bir kısmı dökülmüş ve güneşte kabak gibi parlayan kafa derisi ortaya çıkmış, dökülmeyenlerse bakımsızlık ve kirden dolayı omuzlarına kadar mısır püskülü gibi uzanıyordu. Elinde büyük bir balta, sırtında iki gladius, üzerindeki tek parça tuniğin ve çivili botlarının yanlarında küçük bıçaklar taşıyordu. Adam gerçekten ayaklı kıyma makinesi ya da hayranlarının ona taktığı ismiyle "Ölüm Getiren"di.


İlk darbe üstünlüğünü elde eden saf kaba kuvvetten, taarruzdan ibaret bir dimachaerus stiliyle dövüşen Odisseus'tu. Tabiri caizse kükreyerek üzerine koştu. Spartaküs başta savunma yapıp onun vuruşlarını yuvarlak kalkanıyla geçiştirdi, Odisseus her kendisine yaklaştığında aralarına mesafe koydu ama çenesine beklenmediği bir anda yediği balta sapıyla dengesini kaybetti. Kalkanı da Ölüm Getiren'in tekmesiyle arenanın batısına uçtu.

Başlığının yamulan tarafı yanağını delmiş ve dizlerinin üstüne düşmüştü.


Spartaküs'ün işini hemen bitirmesi için seyirciler tarafından nârâlarla gazlanan Odisseus baltasını kaldırdı ve Spartaküs'e doğru zıpladı. Baltanın kafasına inip beynini dağıtmaması için metali, tam alnının üstündeyken iki Trakya sicasının kavisli bölgesinde sıkıştırıp durdurdu. Kavisli kılıçlarını sırtında bağlı oldukları yerden çıkartma zamanını çok iyi yakalamıştı, az kalsın ölüyordu.


Odisseus'un baltayı indirmek için uyguladığı kuvvete tüm gücüyle direndi ve kılıçlarını birbirinden birden ayırarak silahı sahibinden uzaklara fırlattı.


Spartaküs'ün hareketi, izleyicileri şaşkınlığa uğratıp sustururken dostlarına bayram sevinci dağıtarak zafer çığlıkları attırdı. Arenanın kuzey tribününün altındaki -maça çıkacak gladyatörlerin hazırlandığı kanalizasyondan farksız- odanın, içindekiler dışarıdaki dövüşü izleyebilsin diye açık bırakılmış deliğe yığılarak maçı izleyen gladyatörler erken bir kutlama yapıyorlardı.


Odisseus doğru kullanıldığında yakın dövüşte oldukça avantaj sağlayan gladiuslarını çıkarttı.

Kısa bir süre için gladiuslar Spartaküs'ün kavisli kılıçlarına üstün gelemedi çünkü Odisseus sürekli adama soldan saldırıyordu. Kör noktası orası zannediyordu lakin Spartaküs kör gözünün yerini diğer duyularıyla doldurmayı öğrenmeli çok olmuştu. Odisseus sola geçtiğinde hangi bacağına güç verdiğini yerden kaldırdığı kumlardan, yüzüne düşen gölgenin yönünden öğrenip darbeyi hangi koluyla indireceğini tahmin edebiliyor ve ona göre kaçıyordu.

Odisseus bunu fark edip taktik değiştirdiğinde gladiuslarıyla Spartaküs'ün sağ kolunu ve kaburgasının yan tarafını kesti. Ardından bacağını kaldırıp çivili botlarıyla Spartaküs'ün sırayla kafasına ve göğsüne tekme attı. Başlığı artık mücadeleyi bırakmış ve çıkmıştı. Genç adamın tek şansı elinden yukarı fırlayan kılıçlarının vücuduna saplanmaması, kuma batmasıydı.


Rakibinin kanını son damlasına kadar arenaya boşaltmak için gelen Odisseus'a karşı yapacağı son savunmayı, parçalanmış kaskıyla yapacaktı. Onu almak için yuvarlandığında Odisseus'un gladiusları Spartaküs'ü son anda ıskaladı.

Dolu dolu geçirmesi gereken en güzel yıllarını kolezyumlarda, meydanlarda harcamasına sebep olanlara saldırır gibi öfkeyle, aşağıdan yukarıya savurarak Odisseus'un çenesinin altına vurdu kaskı. Dışa kıvrılmış demiri adamın göğsünde uzun bir yarık açtı.


Bu kez ayağa kalkıp Odisseus'un alnının yan tarafını hedefledi. Artık dizlerinin üstüne düşmüş ve silahlarından yoksun kalmış kişi Spartaküs değildi.


Son kozunu kullanmak için küçük bıçaklarına başvuran Odisseus için çok geçti, Spartaküs'ün karnına sapladığı ufak bıçak dahi onun ölümünü erteleyemedi. Rakibi Odisseus'un kafasını, kendi gladiuslarını kullanarak uçurdu.


Fıskiyeye dönen boyundan çıkan kanla kirlenen gözlerini koluyla sildi ve karnındaki bıçağı çıkarttıktan ve ellerini kavurucu derecede sıcak göğe açtı. İşte şimdi gladyatörler rahatça çıldırıp birbirlerine sarılabilirlerdi.


Uğradıkları şoktan çıkınca seyirciler de Ölüm Getiren'i tanrısına kavuşturan adamı kutlamak için onlara katıldı.

 
 
 

Recent Posts

See All

Comments


  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page