top of page

Mucize Kadın ile Kölenin Savaşı V - Küllerin Krallığı ve Festival

Updated: Sep 8, 2020


Sizi getirmek görevimizdi, kalmak ya da dönmek ise bizim tercihimiz ve kalıyoruz.

<>

Yüzünüzü kara çıkartmayacağız doctore!


☆》¤《☆


HYPATİA


Vezüv Yanardağı'nın öfkesinden her daim korkulur, bir gün sinirinin bir üst seviyeye ulaşıp patlayacağından ve tüm dünyayı lavlar aktında bırakacağından korkulurdu.


24 Ağustos 79 tarihinde insanların korktuğu başlarına gelmiş ve Vezüv patlayarak -tüm dünya olmasa da- Pompei, Herculaneum, Stabia kentlerini haritadan silmişti. İki gün süren patlama iki yüz binden fazla kişiyi öldürerek insanları taşa, şehirleri toplu mezarlara çevirmişti.


Hypatia şimdi, geçmişte Roma'nın hem en ünlü hem de en utanç duyulan şehrindeydi. Patlamanın ardından geçen yüzyıllar, Pompei'den facianın tüm izlerini silemese de konar göçer bir Vizigot kabilesine hayalet şehri yurt edinmenin sıkıntı yaratmayacağını düşündürecek kadar yaralarını sarmıştı.


Kadınların resmin dışına itilmediği, direkt çizilmedikleri bir ülkede bile güçlü kadınların olabileceğinin kanıtı olan Zwanet, o Vizigot kabilesinin başına geçmiş belki de en çok saygı duyulan ve otoriter lideriydi. Aynı zamanda Hypatia ve Agnodice'in yakın arkadaşı ve ikisinin planlarının kilit noktasıydı.


Pompei'ye geldikleri ilk birkaç gün yolculuklarının üzerlerine bıraktığı ağır bitkinliği atmak ve Bedievre ile Merontius'un varmalarını beklemek için tatil yapsalar da devrim kendi kendine yapılmayacağı için bir an önce işe dönmelilerdi.


İlk işleri hâlâ Pompei'ye gelememiş arkadaşları için bir arama ekibi yollamak ve Napoli yakınlarında kaybolmuş çifti getirtmek olmuştu. Tabii ardından onlara asıl kimliklerinden yapmayı planladıklarına kadar her şeyi anlatmaları gerekmişti.


Mektuplarda hiç konuşulmamış, sürpriz bir arama kurtarma operasyonunun ardından küle dönmüş, eski Pompei halkının yerin altı yedi metre kadar dibine batmış evlerine indiler. Onları bilenler için evler, hayalet şehrin altını gizli geçitlerle döşenmiş kılıyordu.


Zwanet yeni edindiği bilgilerle huzursuzlaşıp hırçınlaşmış Hypatia'ya dik dik baksa da moralinin bozulmasını anlayışla karşılamıştı:


"Seni anlıyorum Hypatia, harekete geçiş zamanının olabildiğince öne çekilmesi gerektiğini düşünüyorsun fakat şu anda atağa geçmek berbat bir zamanlama hatası olur-"


"Zamanlama hatası mı? Zamanlama hatası da ne demek?!" Agnodice onu ilk defa bu kadar kızgın görüyordu. "Kütüphaneyi yakacaklar Zwanet! Yıllardır binlerce insanın onca zahmeti ve emeğiyle ilmek ilmek işlediği bir halıyı, damla damla oluşturduğu bir medeniyet okyanusunu tek bir kıvılcımla yok edecekler ve sen bana bunu bile bile 'Bekle.' mi diyorsun? Hayır!"


"Aynen öyle diyorum!" diye bağırarak karşılık verdi Zwanet. "Doğru anı beklemek zorundayız! Yapacağımız en ufak bir hata herkesi ve her şeyi tehlikeye atar! Bunun karşılığını ödeyemeyiz." Kadın haklı olsa da Hypatia daha fazla öylece oturup beklemeye katlanabilir miydi, bilmiyordu.


"Vicennalia'dan* bahsediyoruz Hypatia." Agnodice Hypatia'yı sakinleştirmeye çalışırken rol değiştirdiklerini düşündü, genelde dizginleri elinde tutup arkadaşının çizgiyi aşmasını engelleyen Hypatia olurdu. "Roma'daki askerlerin belki çeyreği orada olacak. Yapmaya girişeceğimiz en ufak eyleme, normalde olduğundan kat kat fazla tepki verilip asker gönderilecektir. Bu göze alabileceğimiz bir risk değil."


"Bana onca yolu, çileyi yalnızca daha fazla kıç büyütmek için çektiğimizi söylediğinizin farkında mısınız? Ben mi abartıyorum yoksa siz mi çok sakinsiniz?!"


"Soğukkanlı olan delirdiğine göre birilerinin onun yerini doldurması gerek."


Bedievre Hypatia'nın düşünceli ve dertli bir edayla sandalyeye kendini bıraktığını görünce gülmeyi kesti. Hypatia ise oturduğu yerin sandalye değil de taşlaşmış bir ceset olduğunu fark edince irkildi ama kalkmadı:


"Hazır biz de Nestorius da ortalıkta yokken kütüphaneden bir an önce kurtulmak isteyeceklerdir. Başlangıç tarihini ileri atacaksak bunu da geciktirmek için bir şeyler yapmalıyız."


"Synesius'u oyuna dahil et." Odada, Synesius'u tanıyan tek kişi olan Agnodice genç adamın Hypatia'ya olan düşkünlüğünden haberdardı.


"Asla olmaz!"


"Başka ne yapabilirsin ki?"


"O daha bir çocuk!" Çocuk dediği on dokuz yaşında genç bir adamdı.


"Ama babası değil." Synesius Kirene şehrinin varlıklı ailelerinden birinden gelmekteydi. Babası politikacı değildi ama politik gücü olan bir tüccardı. Hypatia onunla birkaç kez karşılaşmıştı, konuşmasını iyi bilirdi ve belli bir yere kadar politikacılara bile lafını dinlettirirdi.


"Synesius babasına söz geçirebilir mi zannediyorsun?"


"Eğer isterse Orestes'e bile geçirir. Nicholas olayını çok mu çabuk unuttun?" Hypatia'nın gözünün önüne eski günler gelince beti benzi attı, Agnodice arkadaşının damarına bastığı için dakikalar içinde pişman olsa da kız ona başka bir seçenek bırakmamıştı. "Bir mektup yolla. En azından şansını denemiş olursun."


"Duygularını çıkarlarım kullanmaktan hoşlanmadığımı biliyorsun."


"Kendi çıkarların için değil, kütüphanenin ve gelecek nesillere aktarılması gereken bir bilgi hazinesinin geleceği için." Durumu farklı ve süslü kelimelerle dile getirmek hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Hypatia yapacağı kendince etik dışı hamle ne kadar mühim olursa olsun vicdan azabı çekecekti. "Hypatia-"


"Tamam, yapacağım!" deyip Zwanet'in önündeki masanın yakınına oturdu. Masanın üzerine yığılmış parşömenlerden küçük bir tane seçip kendine çekti, tüy kalemini ıslatıp yazmaya başladı.


"A fyddwn ni'n cael ein hysbysu o'r hyn rydych chi'n siarad amdano? (Neyden bahsettiğinizden haberdar edilecek miyiz?)"


"Nid ydym yn gwneud unrhyw beth, Merontius. ychydig o broblem y gellir ei gosod gyda dim ond un llythyr. (Hiçbir şey yapmıyoruz, Merontius. Tek bir mektupla düzelebilecek ufak bir sorun sadece.)" Hypatia Kelt arkadaşının merakını giderdikten sonra mektubu yazmaya devam ederken açıklık getirilmesi gereken son birkaç konuya dikkat çekti. "Koca bir imparatorluğu yönettiği sürenin yarısında sarhoş bir imparatorun yirminci yılını kutlarken (!) kayda değer bir şey yapmayacak mıyız?"


"Derken?" Zwanet tek kaşını kaldırarak mektubunu yazmayı çoktan bitirip bağlamış kıza baktı.


"Hazırlık yapmalıyız. Festival bitene kadar anca hazırlanırız."


"Sonunda aynı dili konuşmaya başladık." Ortamdaki gergin ve ciddi hava hafif hafif dağılıyor gibiydi. "Az önce sonraki hamlemizi yapmak için festivalin bitmesini beklememiz gerektiğini söylediğimizde bizi Vezüv'e atacak kadar kızmıştın, şimdi sen de buna güzelce hazırlık yapabilmemiz için bir fırsat gözüyle bakıyorsun."


"Yüzüme vurmayı kes Zwanet." dese de Hypatia da gülüyordu.


"İstihbarattan aldığımız bilgiler ışığında daha fazla yandaş ve destekçi bulmak için mektuplar yazıp yollamalıyız. Aşamaların tekrar üstünden geçmeli ve olası sorunları tahmin edip çözümler oluşturmalıyız-"


"Bahsettiğim hazırlık bu değildi." Agnodice sözünün kesilmesinden hoşlanmamıştı, gözlerini kısıp sordu.


"Neymiş?"


"Bence artık onunla tanışma vaktimiz geldi." Oradakiler Hypatia'nın ağzından çıkanlara inanamamıştı.


"Az önce sabırlı olmak konusunda anlaştığımızı sanıyordum?"


"Anlaştık zaten Bedievre. Her hareket zamanında yapılmalı ve tanışma vakti de geldi çattı. Sallana sallana, rahat rahat hazırlanacak kadar zamanımız yok. Artık güçlerimizi birleştirip birleştirmeyeceğimizi öğrenmeliyiz, tüm hareketlerimizi birlikte hareket edeceğimiz varsayımını doğru kabul ederek yapıyor ve planlıyoruz fakat kabul etmezlerse? Cevap verdiklerinde her şeye sıfırdan başlamak için çok geç olabilir."


"Sen Capua'ya git, ben burayla ilgilenirim. Alternatif senaryoların kaç kez üstünden geçtik zaten, benim yapacağım altı üstü iki üç satır yazı karalamak olacak." Agnodice'in söylediği şey Bedievre, Merontius ve Zwanet tarafından tepkiyle karşılandı.


"Agnodice!"


"Ne? Hypatia haklı! Son dakika cevaplarını öğrenip ortada mı kalalım? Bize katılıp katılmayacaklarını erkenden öğrenelim ki ona göre taktik değiştirebilme fırsatımız olsun." Merontius başıyla onayladıktan sonra Hypatia dönerek konuştu.


"Mae'n gwneud synnwyr, mae'n rhaid i chi fynd ond ni allwch fynd ar eich pen eich hun. (Mantıklı olan bu, gitmelisin ama tek başına gidemezsin.)"

"Beth mae hynny'n ei olygu? (Bu da ne demek oluyor?)"


"Yaptığınız hiç hoş değil." diye homurdandı Galce bilmeyen Zwanet. "Biriniz denilenleri çevirebilir mi?" Bedievre onu görmezden gelse de konuşması kadının sorusunun cevabını içinde barındırıyordu.


"Merontius'a katılıyorum, tek başına gitmene izin veremeyiz." Bedievre Capua'da Yunanca konuşamaması Merontius'a dezavantaj oluşturacağı için onun gitmesi taraftarı değildi, o atılmadan önce kendisi teklif etmek için acele etti. "Ben de seninle geleceğim, orada Yunanca bilen bir Galyalıya ihtiyacın olacak." Agnodice dostunun bir başına Capua'ya gitmesine tabii ki izin vermezdi lakin Bedievre ile Merontius'a daha fazla yük bindirmek de istemiyordu. Çift, kızların onlara ömürleri boyunca minnettar kalacakları yeterince şey yapmıştı zaten.


"Bedievre, Merontius bize daha fazla yardım etmek zorunda değilsiniz. Sizden bunu isteyemeyiz-"


"Ein dyletswydd ni oedd dod â chi, aros neu ddychwelyd yw ein dewis ni ac rydyn ni'n aros. (Sizi getirmek görevimizdi, kalmak ya da dönmek ise bizim tercihimiz ve kalıyoruz.)" Hypatia ve Agnodice onlara sarıldıklarında kızların gözleri dolmuştu. Zwanet de kendinden bekleneni yaparak bu dramatik sahnenin içine etti.


"Ne dediğini anlamadım ama galiba çok romantikti." Hep beraber güldüler ve yukarıya dönmeden önce son sözü Bedievre söyledi.


"Hem bizi çoktan pis işlerinize alet ettiniz kızlar, artık öylece dönemeyiz."


Atları, yollukları ve çantaları hazırlanırken Hypatia aslında Bedievre'nin haklı olduğunu düşündü.


İki genç adamın özel konuşacaklarını anladıklarında onlara saygı göstererek yanlarından uzaklaştılar ancak üçü de ne demesi gerektiğini bilmiyordu:


"Hâlâ yerime başka birini gönderip burada kalabilirim." dedi, ani aldığı kararından üzerinden zaman geçtikçe şüphelenmeye başlamıştı. Zwanet eyeri Hypatia'nın eline tutuşturdu.


"Merak etme, sensiz birkaç hafta idare edebiliriz."


"Sen kendine dikkat et yeter." Agnodice içten içe dostundan ayrılmak istemese de bu işi ondan başkasının halledemeyeceğinin bilincindeydi. İş birini ikna etmek oldu mu Hypatia'nın filozof içgüdüleri kabarıyor, dili çözülüyordu. "Utarit** gitti mi?" Agnodice'in konuyu değiştirmek için attığı adıma olumlu dönüt verirken güldü Hypatia.


"Hayır, daha onu göremedim ki mektubu bağlayıp salayım!"


"Lafını geri al bakalım Hypatia." Zwanet gökte ciyaklayan siyah alp kara sağanını*** gösterdi işaret parmağıyla. Hayvan aheste aheste indi aşağıya ve adeta şov yaparak Hypatia'nın kaldırdığı koluna kondu.


"Merhaba dostum." Hypatia fısıldayıp yüzünü kuşa uzattı, baycan karşılık olarak gagasını kızın burnuna dokunurdu ve ciyakladı.


"Önümüzde flörtleşmeyi kesin." Agnodice güldü, Hypatia omuz silkti.


"Sana işim düştü Utarit." Hypatia boştaki eliyle kuşun ayağına minik mektubu bağladı ve isteyeceği iyiliğin karşılığını biraz olsun verebilmek için kuşa en sevdiği yemişlerden verdi. "Bunu İskenderiye'ye ulaştırmalısın dostum."


Utarit "O iş bende." der gibi bir ses çıkartınca Hypatia kolunu birden salladı ve kuş kanat çırparak sonsuz güzellik ve büyüklükteki göğe döndü.


Aynı anda kızların yanından fırtına gibi bir atlı "Yarışa var mısın?" diye bağırarak geçti ve Hypatia üzerindeki elbiseye aldırmadan ata atladı. Arkadaşlarına seslenerek veda ettikten sonra Bedievre'ye yetişmek için binek hayvanını dört nala sürmeye başladı.


☆》¤《☆


SPARTAKÜS


Yemekhanede Spartaküs ve Crixus karşı karşıya oturmuş, Marlon'dan gelecek haberi tatsız sebze yemeklerini isteksizce kaşıklarken heyecanla bekliyorlardı. Crixus'un boynu bir duvardaki küçük pencereyi bir doctoreyi kontrol etmekten ağrımaya başlamıştı fakat sonunda beklenen adam görünüp parmaklıkların arasından ona bir mektup uzattı ve dedi ki:


"Halloldu." Marlon tek bir kelime ettikten sonra kayboldu. Crixus da elleri titreyerek aceleyle defalarca katlanmış saman kağıdını açtı.


"Kağıdı kokla." Spartaküs'ün istediği şeyin manasını anlayamayan Crixus ona dik dik baktı. "Nephele'nin kokusunu ayırt edebilecek misin bakalım." Crixus onun ne demek istediğini şimdi anlamıştı, dikkatle kağıdı burnuna yaklaştırdı.


"Yasemin çiçeği ve çam yaprağı... Bu Nephele'nin kokusu." Crixus tespitini açıkladıktan sonra mektubu okumaya başladı, okurken gözlerinin dolduğunu saklayamıyordu. "Oğulları ve kızlarının aileleriyle yaşayan, yaşlı bir çifte satılmış. Ona verdikleri işler buradakinden ağır olsa da en azından kendisine karşı naziklermiş. Şimdilik gayet iyiymiş." Spartaküs mektubu sıkıca tutarken gözlerini silen Crixus'a duygusallaşması için müsaade tanımadı.


"Yazısını tanıyabilir misin?"


"Ne?" Nephele'nin el yazısı herkesinki gibi onu başkalarınınkinden ayıran karakteristik özellikler taşıyordu: okuma yazmayı geç öğrendiği için harfleri düzensiz, yazısı karmaşıktı ve solak olduğu için her yazı yazdığında kolu yazdığının üzerinden geçip kağıdı karartırdı. Crixus bunları arayarak tekrar okudu. "Bu onun yazısı."


"Emin mısın?"


"Evet." Crixus net bir şekilde rahatsız olup kıllanmıştı. "Neden bunları soruyorsun?"


"Mektubu yazanın gerçekten Nephele olduğundan emin olamaya ve Marlon'un bizi kandırıp kandırmadığını anlamaya çalışıyorum." Marlon'a Kiram'dan fazla güveniyor olsa da ona onu sorgulamayacak kadar güvenemezdi, Roma sınırları içinde herhangi birine kendinizi tamamen dayamak yalnızca enayilik demek olurdu. "Hiç 'O yapmaz.' deme."


"Demiyorum." Spartaküs mektubu almak için uzandığında Crixus ona kaşlarını çatıp dik dik baktı ama isteksizce de olsa verdi. Spartaküs mektubu kokladı ve baş parmağını kâğıtta gezdirdi.


"Yasemin ve çam dışında..." Spartaküs tanıdık fakat hafif kokunun ne olduğunu çıkartmak için tekrar kokladı. "...buğday tarlalarında hasat yapıldığı zaman çıkan koku bu. Marlon onu Capua'nun güneyindeki buğday tarlalarından birinin çiftçisine satmış olmalı. Yazısı çok kalın ve kâğıtta yağ lekesi var. Sahiplerine yemek yaparken gizlice mektubu yazdığı için gerginmiş." Crixus dudaklarını büzerek başını salladı.


"Etkileyici. Bekle, sen buğdayın hasat edilirken yaydığı kokuyu nereden biliyorsun?" Spartaküs cevabını söylemek istemediği soruya omuz silerek tepki verdi.


"Biliyorum işte." Crixus arkadaşının rahatsız olduğunu fark etmişti, konuyu kapattı.


Doctoreler öğrencilerini antrenman alanında istediği için muhafızlar kitli yemekhane kapısını açıp içeride tirolar dahil ne kadar kişi varsa hepsini topladılar ve eğitmenlerinin yanına götürdüler. Bu olağanüstü durum; iki yüzden fazla, yemek saatinde nadiren rahatsız edilen gladyatörün oluşturduğu kalabalıkta dedidoku kazanının altını ateşledi.


Spartaküs'se gözünün önünden gitmeyen Trakya tarlaları onu neredeyse transa geçirdiği için antrenman alanına gidene kadar kimseyle konuşmadı. Oenomaus'un gür sesi onu ayıltmadan önce o kadar dalmıştı ki dokununca ekinlerin verdiği his parmaklarını karıncalandırmış, kokularını dahi almıştı.


Crixus'a vermediği cevap yıllardır gitmediği yurduna duyduğu özlemde yatıyordu: sonunda köle olarak çıktığı savaşın öncesinde sıradan bir çiftçiydi.


Gladyatörler ve gladyatör adayları doctoreleri önünde birikip gruplara ayrıldılar. Oenomaus da diğer doctereler gibi kendi öğrencilerine büyük haberi vermeye soyundu:


"Belki biliyorsunuzdur; önümüzdeki ay, bu yıl büyük imparatorumuzun tahttaki yirminci yılına girişini kutlayacağız.


Vicennalia festivalinde binden fazla gladyatörün dövüştürüleceği bir turnuva yapılacak. Batiatus'un evinden elli gladyatör bu turnuvada dövüşme şerefine erişecek. Aranızdan seçim yapabilmemiz için üç gün boyunca kendi içinizde bir turnuva yapacaksınız." Oenamaus öğrencilerine, sanki onların içini görebiliyormuşçasına dikkatle bakıyordu. Bağırdı. "Yaşayış amacınız nedir?" Diğerlerinden uzun bir süre ses çıkmayınca Bran doctore kızmasın diye aklına gelen ilk şeyle yanıt verdi.


"Kazanmak?" Oenomaus gözlerini kısarak küçümseyici bakışlar attı tiroya.


"Burada bulunma sebebinizi değil, yaşayış amacınızı soruyorum aşağılık herifler!" Spartaküs aşağı yukarı eğitmenin istediği cevabı tahmin etmişti. "Size başka bir hayat şansı ile onurlu bir ölüm fırsatı veren Batiatus ve Batiatus'un evini onurlandırmak, efendinizin adını göklerde yazan bir efsaneye çevirmek! Duydunuz mu? Neymiş yaşayış amacınız?!" Gladyatörler ve tirolar tek bir ağızdan bağırdı.


"Batiatus ve Batiatus'un evini onurlandırmak, efendimizin adını göklerde yazan bir efsaneye çevirmek!"


"Tekrar edin!"


"Batiatus ve Batiatus'un evini onurlandırmak, efendimizin adını göklerde yazan bir efsaneye çevirmek!" Spartaküs Oenomaus'a içten içe kendilerini üstlerindeki balkondan dikkatle izleyen lentuluslarına istediğini verip onu zevkten dört köşe ettiği için kızıyordu fakat sonra adamın bunu yapmak dışında başka şansı olmadığını hatırlattı kendine.


"Aynen öyle! Şimdi söyleyin, amacınıza uygun mu davranacaksınız yoksa okuldaki dövüşlerde ayrı, festivaldeki turnuvadaki ayrı mı küçük düşeceğiz?"


"Yüzünüzü kara çıkartmayacağız doctore!"


☆》¤《☆


Vicennalia*: Decennalia Antik Roma'da bir hükümdarın hakimiyetinin onuncu yılı dolunca yapılan törenler ve şenliklerdir. İlk olarak MÖ 27 yılında Augustus ile birlikte kutlanmıştır.

Decennalia şenlikleri bir imparator döneminde ikinci kez kutlanırsa Vicennalia adını alır.


Utarit**: Diğer adıyla Merkür, Roma mitolojisinde tanrıların habercisidir.


Alp Kara Sağanları***: On ay boyunca hiçbir yere konmadan havada yaşayabilen, havada beslenip çiftleşebilen bir kuş türüdür. Avrupa’daki yuvalarını temmuzda terk edip Orta ve Batı Afrika’ya göç ederler.

 
 
 

Recent Posts

See All

1 Comment


Çok güzeldi

Like
  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page