Göklerin Günahı (-1)
- Kelime Ressamı

- May 18, 2020
- 5 min read
Updated: May 26, 2020
Tanrılar ile tanrıçalar gözleri kör edecek kadar parlak evlerinde yapayalnızlardı.
¡|¡▪︎¡|¡
Éléa cazibesini kullanarak bedavaya aldığı içkiyi yudumlarken, kaliteli müziğin tadını çıkartıyordu.
Londra kadar olmasa da New York'u seviyordu. Barları ve içkileri iyiydi, aralarına karışıp kamufle olabileceği yeteri kadar insan vardı ancak her yerden mide bulandırıcı olumlu duygular ve gülümseyen suratlar fışkırması yok muydu? Bu, kasvetli havasıyla Londra'yı New York'a her koşulda tercih etmesine sebep oluyordu.
Yine de bu gün New York'ta, The Dead Rabbit Grocery&Grog'daydı çünkü canı onların on dokuzuncu yüzyıldan kalma kokteyllerinden çekmişti, işten boğulmuştu ve eğlenceye ihtiyacı vardı.
Ne yazık ki bu kaçamağı uzun sürmeyecekti.
Joaquin'in yoğun, güçlü ve temiz enerjisini onlarca insanınkinden ayırt etmişti ancak buna sevinmemişti.
Lanet olası meleğin Éléa'nın rahatını bozmak dışında işi yok muydu? Biraz Dünya'da kafa dağıtıp Araf'a dönecekti işte, sanki sonsuza dek kaçabilecekmiş gibi ne diye bu kadar ciddiye alıyordu ki?
Joaquin'in, omzuna dokunup ya da ona seslenip kızın arkasında olduğunu belli etmesine vakit tanımadan Éléa geriye döndü ve içki bardağını içinden son bir yudum aldıktan sonra mermer tezgaha bıraktı:
"Sevgili kraliçe*! Bu ne güzel sürpriz!"
"Hemen eve dönmeliyiz." dedi adam sabit bir yüzle.
"Sana da merhaba." Éléa ona gözlerini devirdi ve barmenden bir kokteyl daha istedi. "Aynısından-"
"Başka bir şey almıyoruz, teşekkürler." Barmen bir adama, bir de kadına baktı ve kimin isteğini yerine getirmesi gerektiğine karar vermeye çalıştı. Éléa tek kaşını kaldırıp barmenin seçiminde hile yapmaya hazırlansa da Joaquin onun bileğini yakaladı ve çekti.
"Sen ne yaptığını sanıyorsun?!"
"Araf kapısı günahkârlarla doldu, kendilerini Cehhennem'e yollayacak görevliyi bekliyorlar ama sen yoksun! Baş Melek'in fark etmesini mi istiyorsun?"
"Etse ne olacak? Kulağımı mı çekecek?" Éléa, gözlerini ondan ayırmayan erkeklerden gözüne çarpan birine göz kırptı. Flört, Dünya'da yaparken en çok eğlendiği şeylerden birisiydi ancak Joaquin'in acelesi vardı ve bunu fark etmişti, onu belinden ittirdi. "Ne var? Sanki sen-"
"Fanilerin kafasını karıştırmaya çalışmıyorum ben."
"Hiç öyle görünmüyor. Az önce senden gözlerini alamayan bir garson, müşterisinin üzerine içki döktü ve müşteri sana bakmaktan bunu fark etmedi bile." Melek cevap vermedi. Onun problemi, gündemi başkaydı. "Yalnızca biraz mola vermiştim, abartıyorsunuz!"
"Sen gideli tam beş insan günü oldu." Beraber barın kalabalık koridorlarında temizlik deposuna doğru ilerlediler. Temizlik deposu, Joaquin kapı koluna dokunup bir şeyler mırıldandıktan sonra artık bir geçide dönüşmüştü.
"Çok mu özlediniz beni?" diye dalga geçti Éléa, geçitten Joaquin onu ittirmeden önce kurduğu son cümle bu olmuştu.
Adamın cevap vermeme sebebi kızın sorusunun cevabının 'Evet.' olmasıydı. Joaquin bunu dile getirmeyecek kadar gururlu ve soğuk, yalan söyleyemeyecek kadar da melekti çünkü melekler yalan söyleyemezdi.
Araf'ın kusursuz ama puslu havasına adım atarlarken Éléa onu sinirlendirmemek için dalga geçmese de yamuk bir gülüşle sırıtmakta sakınca görmedi.
Éléa ebeveynleri tarafından terk edilmiş her Soyu Bilinmeyen gibi Cennet'te eğitim görmüş, büyümüş ve görevlendirilmişti. Joaquin ile de bu sayede tanışmış ve yakınlaşmışlardı.
Éléa kendini bildi bileli onu ve babası Baş Melek António'yu tanıyordu. António ile oğlu melek, Éléa şeytan olsa da kız için aileye en yakın kişiler onlardı. António Éléa'ya destek olmuş; onu Cennet, Cehennem ve Dünya'ya geçişlerin en kolay olduğu Araf'ta görevlendirmişti. Joaquin -bazen bu çok can sıkıcı hale geliyordu- de Éléa'yı yalnız bırakmamak için Cennet'in başına geçene kadar Elisa** olmak için gönüllü olmuştu.
Gerçi işler ikisinin de istediği gibi gitmemişti. Éléa istediği zaman kaytarabileceği bir iş beklemişti ama Joaquin o ne zaman Dünya'ya gitse bir insan haftası olmadan Araf'a döndürüyordu. Joaquin ise ikisi sorumluluklarını yerine getirdikten sonra diledikleri kadar eğlenebilecekleri bolca vakit bekliyordu fakat illaki bir sıkıntı çıkıyordu: babası ya da annesi genç adamı Cennet Sarayı'na çağırıyor, Éléa kaçıyor, kaçaklar oluyor ya da davetsiz misafirler geliyordu.
Doğruyu söylemek gerekirse davetsiz misafir vakaları, diğerlerinden daha çok tekrarlanan bir sorundu.
Joaquin tıpkı diğer duygularını bastırmasını ustaca becerdiği gibi kıskançlığını da kolayca kontrol altına alıyordu. Hem Éléa bir şeytan, o ise melekti ve melek ile şeytanların birliktelikleri yasak olduğu gibi geleceksizdi de, farklı türlerden iki bireyin çocuğu olamazdı.
Genç adamın da bunlardan dolayı içi rahattı çünkü söz konusu sonu belli bir ilişkiyse karşı tarafı unutmak kesin ve daha kolaydır.
Yani, öyle olmalıydı.
Éléa günahkar ruhları kuyuya atar gibi Cehennem'e gönderdiğinden işinin bitmesi hiç de uzun sürmemişti. Önündeki sıra önce hızla inceldi, sonra bitti ve ardından arkadaşına başarısını takdir etmesini imâ eder gibi özgüvenle gülümsedi ancak genç adam umursamaz bir tavırla dikkatini yeniden önündeki ruha yöneltti.
Soğuk nevale, diye geçirdi içinden genç kadın.
Aslında ikisi de insanlara göre hiç genç sayılmazlardı. Göklerde zaman farklı işlerdi ve bu, melek ile şeytanların ömürlerini faniler için algılanamaz kılmıştı. Gerçi fani insanların melek ve şeytanların ömürlerini algılamasına gerek de yoktu. İki taraf arası etkileşim yok denecek kadar az, insanların gök sakinleri hakkındaki bilgileri ise sıfırdı.
Éléa kanatlarını birkaç kez çırpıp etrafında hava akımı oluşturdu ve kendisine hayranlıkla bakan ruhlara göz kırptı ancak bu bakışların odağının aslında kendisi olmadığını sonradan anlayacaktı.
Éléa'nın büyük, ihtişamlı, kan kırmızısı kanatları onun hep hava attığı, en gurur duyduğu özelliği olmuştu. Kendi türünden olanların bile zihnini bulandıran cazibesi, neredeyse herkesi yakabilen ateşi bile arka plandaydı kanatlarının yanında.
Lakin havalı, göz alıcı kanatlara sahip olan tek kişi o değildi.
Onun mevcudiyetini algılayan Cehennem kapısı otomatik olarak açılmış; zift karası, neredeyse kendi cüssesi kadar -ki bu da hiç küçük değildi- kanatlarıyla o Araf'a giriş yapmıştı: Axel; Lucifer ve Lilith'in oğlu, Cehennem'in varisi.
Éléa, ona ve Joaquin'e yaklaşan şeytana gözlerini kısarak baktı.
Melek ve şeytanlar arasında sanılanın aksine savaş yoktu çünkü iki türün de yaratılış amacı düzeni sağlamak ve korumaktı ancak bu birbirlerinden haz ettikle anlamına gelmiyordu.
İki taraf arasındaki daimi rekabet ve nefretin canlı iki örneğiydi Axel ve Joaquin. Aralarında ne zaman bir fikir ayrılığı çıksa olay saman alevi gibi birden büyür ve kavgayı ancak ebeveynleri ayırabilirdi.
Éléa bunları çok çocukça -ve itiraf etmek gerekirse izlemesi keyifli- buluyordu. Tıpkı faniler gibi birbirlerine giriyorlar ve karşı tarafı yaralayabileceklermiş gibi yumruk, tekme atıyorlardı.
Gelmiş geçmiş en sert darbeyi de indirseniz -ki bu yapılmıyor değildi- bir meleği veyahut şeytanı yaralayamazdınız, eğer elinizde Diagnium yoksa tabii.
Diagnium melek ve şeytanları yaralayabilen, kanı akmayanların kanını akıtabilen tek metaldi. Bir de Mulunium adında, Diagnium kullanıldığında dahi yaralanmayan tanrı ve tanrıçaları bile kesebilen efsanevi bir element daha olduğuna inanılsa da, gerçekliği şimdiye kadar hiçbir evrende kanıtlanamadığından tanrı ve tanrıçaların ölümsüz, şeytan ve meleklerin de sadece Diagnium ile yaralanabilir olduğu kabul görmüştü.
Axel yere indiğinde, tabandaki tozlar şeytanın kanatlarının yarattığı akımla havaya kalktı ve Éléa'nın giysilerinin kumaşına yapışarak kıyafetlerini kirletti. Kadın sinirle üzerini eliyle sildi. Joaquin adamı tiksintiyle, kaşları çatık bir şekilde süzdü ve:
"Geldi yine gönlümün şeytanı..." diye mırıldandı. Éléa kıyafetleri tozlandığı için sinirli olsa da kıkırdadı.
"Üzgünüm ama sen benim omuz meleğim bile olamazsın." Joaquin dişlerini ve çenesini sıktı.
"Buraya-"
"Hayal kırıklığına uğrayacaksın lakin seninle uğraşmaya gelmedim Joe. Bu yüzden yıkıl karşımdan." Joaquin sinirini bastırdı, son kavgaları serafların tepkisini çekmişti. Babasıyla yeni tartışmışken tekrar sıkıntı çıkartmak niyetinde değildi Cennet'in veliahtı. Şeytanın tahriğine sessizlikle cevap verdi ki, bundan hoşlanmamıştı Axel. Araf'a bir haber vermeye gelirken eğlenmeyi de ummuştu.
Anlaşılan bu kez istediğini alamayacaktı, konuyu Cehennem'den ayrılış sebebine getirdi:
"Éléa..." dedi ve olayın muhattapının dikkatini hemen üzerine topladı.
"Ne var seni işsiz s*rtük? Araf'a yine ne b*k aramaya geldin?"
"Hadi ama! Beni gördüğüne sevinmemiş davranma, hiç gerçekçi olmuyor. Üstelik kalbimi de kırıyorsun." Axel, nefes kesici ve alaycı bir çarpık gülüşle alaycı cümlesini destekledi.
"'Kalbimi kırıyorsun.' muş! Amacıma ulaştığım için sevindim kalpsiz pislik!" Joaquin, Éléa'nın Axel'a karşı tavır koyduğunu görünce iyiden iyiye keyiflenmişti fakat Axel bunu görmüştü.
"Pişmiş kelle gibi sırıtmayı kes, melek." Axel'in alev alan kırmızı gözleri ve sert, tehditkar ses tonu birden ortaya çıktı, Joaquin'i hedefledi. Genç şeytan gözlerini kapatıp açarak gözlerini normal ela rengine çevirdi ve kendisini de, odağını da Éléa'ya döndürdü. Kendine has, vurdumduymaz olduğu kadar tehlikeli tebessümüyle "Sana bir mesaj ve görev getirdim değerli Éléa." dedi.
"Kimdenmiş o mesaj ve görev değersiz Axel?" Éléa iki elini göğsünün altında kavuşturmuş, ilgisiz ve umursamaz bir edayla adamı dinliyordu. Axel'in iyiden iyiye genişleyip çok bilmiş bir havaya bürünen gülüşü, kadının sorusuna beklediğinin aksine önemli bir yanıt alacağının belirtisiydi.
"Bizzat Cehennem'in efendisinin, şeytanın ta kendisinden."
¡|¡▪︎¡|¡
Kraliçe*: İngilizcede "kraliçe", "queen" demektir ve Éléa burada Joaquin'in ismiyle dalga geçiyor.
Elisa**: Cennet kapısında bekleyen melek.

Comments