Şapkacı -1- 'Harikalar Sirki'
- Kelime Ressamı

- Mar 25, 2020
- 11 min read
Updated: May 13, 2020
Hepimiz lağım çukurundayız ama bazılarımız yıldızlara bakıyoruz. Oscar Wilde
♤♧◇ ~ ◇♧♤
'Deniz'
Genç adam sirkin tribününde oturmuş gösteriyi izliyormuş gibi yapıyordu. Farklı şartlar altında aslında güzel bir gösteriydi ve bundan zevk alabilirdi ancak o gün eğlence için orada değildi.
Harikalar Sirki dört beş yıldır çok revaştaydı. Çıktığı dünya turunda uluslararası seyirci kitlesine sahip olmuş, bilet talepleri fırlamıştı. İnsanlar bir gösteriyi izleyebilmek için izdiham çıkartıyor, içerisi tıklım tıklım doluyordu. Oysa sahne olduğu gibi bir de kimsenin bilmediği bir sahne arkası vardı.
Yumruklarını istemsizce sıktı, sakin olmak zorundaydı. Kendini ele vermesi, tüm plânlarının suya düşmesi anlamına gelirdi ki bu da onca yılın çöpe gitmesi demek olurdu. Pusuya yatıp beklemeli, asıl bombayı patlatma vakti gelene kadar saklanmalıydı.
Akrobatlar bellerini bir lastikmişçesine büküyorlar, bacaklarını narince açıp kapatarak yerden metrelerce yüksekte takla atıyorlardı. Biri atlıyor, ipi tutuyor ve diğerini yakalıyordu. Kırmızı simli kostümleri, parlak maskeleri, boynuz ve kuyruk gibi rollerine uygun aksesuarlarıyla tam da mitlerdeki şeytanlara benziyorlardı. Sirkin bu günkü teması mitolojik fantezi olduğundan sanatçıların hepsi ona göre giydirilmişti.
Bakalım o, ne kılığına girmiş olacaktı?
Akrobatlar gösterileri bittiğinde birbirlerinin kollarından tutarak havada bir piramit oluşturmuşlardı. Nefes kesici son, tüm seyircilerin yüreklerini ağızlarına getirse de genç adam burun kıvırdı. Bu sirkte yapılan her şey ona yapay, sahte ve mide bulandırıcı geliyordu. Bir de bunun üstüne akrobatların boşalttığı sahneye o kadın çıkıp alkışların tamamını alınca hemen şuraya kusmak istedi.
Kızıl, kıvırcık saçları gevşek bir at kuyruğuyla koyu yeşil şapkasının altından toplanmıştı. Onu ilk gördüğünden beri hiç değişmemişti. Kıyafetleri bile -siyah bir takım elbise, haki yeşili gömlek, kırmızı topuklular ve fi tarihinden kalma bir şapka- aynıydı. İzleyicilere çalışılmış bir ses tonu ve gülümse sundu :
"Nasılsınız sirkimin harika konukları? Akrobat takımımıza bu bence güzel gösteriyi sundukları için teşekkür ediyorum. Umarım siz de benim beğendiğim kadar beğenmişsinizdir. Doğruyu söyleyin, nasıl buldunuz?" Kalabalıktan "Harika!" kelimesi duyuldu. Genç adam gözlerini devirdi. "Bunu duyduğuma sevdindim çünkü gecemizin sonuna iyice yaklaştık ve eğlendiğinizden emin olmak istiyorum." Bu kez insanlar mutsuzca homurdandı. "Sakin olun! Bir tane daha şovumuz var, sizi onu da izlemeden salmayacağız." Kadın elindeki kağıttan yardım almak için duraksadı. "Ve sıradaki Lanetli Tütü! İyi seyirler!" deyip koşarak sahneyi terk etti.
Genç adam, sinirden kuduruyordu. Kadının kendisinden başka biriymiş gibi söz etmesine ve kendi anonsunu yapmasına kadar her şeyinde bir iticilik vardı sanki.
Dekor hazırlığı yapılması için ortalık karardı ve herkes beş on dakika boyunca insanın burnunun ucunu dahi göremeyeceği bir karanlığa mahkum edildi.
Işıklar yandığında, sahneden etrafa sis yayılıyordu. Tavandan iple sarkıtılmış sahte bulutlar arasında bir platform yükseliyordu, sis dağıldığında platformdaki kız ortaya çıktı.
Genç adam "Melek olmuş..." diye düşündü, inanamamıştı.
Genç kızın başında yapraklardan bir taç vardı, üzerindeki kostüm leotardına, pointesine kadar bembeyazdı ve sırtında kanatlar vardı.
Kızın ayakları yeri süpürür gibi arkaya doğru açıldı ve olduğu yerde zıpladı. Böylece nefes kesici gösteri zarif bir assemble ile başlamış oldu. Ardından adagio tarzı yavaş ve huzurlu hareketlerin arasına bir pirouette girdi. Parmak ucunda topaç gibi uzun uzun dönerken seyircilerin ağzını açık bırakmıştı.
Diğer balerin ve baletler geldiğinde tepenin üstünde balance duruşundaydı, kendini tek bir noktada yukarı çekip bedenini hiç hareket ettirmeden sabit olarak tutmuştu. Bir terazi gibi vücut ağırlığının bir sağ bir sol bacağın üzerine vermesiyle diğer takım üyeleriyle allegro tipine geçtiler, yaptıkları figürler o kadar neşeli ve canlıydı ki insana pozitif bir şeyler aşılıyorlardı sanki.
Dans devam ederken insanı temsil eden balet ve balerinler meleğin bulunduğu tepeye çıktılar. Hareketli müzik bir kez bile sekteye uğramadan devam etmekteydi. Melek ve insanlar birlikte eğlenirken baletlerden biri meleği belinden tutarak kaldırdı ardından döndürerek geri bıraktı ve göz alıcı bir lift ile gergin notalara, yani oyunum dram kısmına geçtiler.
Tepenin altında simsiyah kostümleriyle gösteriye dahil olan -genç adamın tahminiyle ifrit kılığındaki- dansçılar tepeyi tırmalıyordu. Melek olan baş balerin aşağıya atladığında insanlar korkuyla sandalyelerinden kalktılar ancak zemine çakılmadan yerdeki dansçılardan biri plana uygun bir şekilde onu tuttu. Genç adam hayal kırıklığıyla kaşlarını çattı. Kadının pestili çıkmış bir şekilde yere yapışmış halini görmek kadar keyfini yerine getirebilecek tek şey kardeşini tekrar görebilmek olurdu herhalde.
İki ayağıyla aynı anda bacaklarını açarak sıçrayıp ayaklarını birleştirerek tek ayağı üzerine indi, bacaklarını havadayken tam bir makas gibi açmış ve kusursuz bir ciseaux yapmıştı. Nefes alımlık bir süre geçmeden, düştüğü ayağı üzerinde uzun bir dönüşe başlayarak yeni bir pirouette hareketine girişti. Kız parmak ucunda döndükçe ifritler sırayla yıkılıyorlardı. Tüm düşmanlar saf dışı bırakıldığında melek de bacaklarını yavaş yavaş tamamen açarak yere oturdu, bu temiz sbagattan sonra da arkaya düştü. Şarkı kesintisiz bir mi notasıyla biterken insanlar, onları kurtarmak için kendini feda eden meleğin gidişiyle tepede yalnız kalmışlardı.
Veda kısmında herkesin kuyruğa girip sırayla gittiği codadan önce dansçılar son kez omuzları üzerinden seyirciye bakarak epaule yaptılar. Reverence vererek izleyicileri selamladıktan sonra da kararan ışıklar ve alkış tufanı eşliğinde sahneyi terk ettiler.
Genç adam herkesin dikkatinin dağınık olduğu ve ışık yoksunluğundan dolayı kimsenin kimseyi göremediği bu anda yerinden kalktı. Kapuşonunu başına çekip ellerini cebine soktu, etraf aydınlandığında çoktan tribünleri terk etmişti. İnsanların hiçbiri biraz önce oturduğu koltuğun boşaldığına dikkat etmemişti.
Kırmızı üstüne beyaz çizgili çadırların oluşturduğu koridorlarda hızlı adımlarla yürümeye başladı. Şovmenler, aktörler, sanatçılar ve görevliler oradan buraya konuşturuyor ve adamın gizlenmesini kolaylaştıran bir karmaşa yaratıyorlardı. Buna bulutlu gecenin Ay ışığının şehre inmesini engellemesi ve saklanacak daha çok gölge oluşması da eklenince bu gün şansın ondan yama olduğunu söylemek hiç yanlış olmazdı.
Yavaş yavaş ilerlerken hedefiyle paralel doğrultuda yürüdüğünü gördü, kadının aniden başını onun olduğu çevirmesiyle topuğu üzerinde dönerek şans eseri bir şekilde yanından geçen sanatçı karavanının arkasına geçti. Genç kadın önüne döndüğünde o da takibe kaldığı yerden devam etti.
Kız, kumaşların görmesine izin vermediği bir yere girince aralarındaki korumaya çalıştığı mesafeyi boş vererek onunla beraber içeri girdi. Bu dev sirk labirent gibi olduğu için kadını gözden kaybederse bir daha kesinlikle bulamazdı, bu yüzden onunla bir odaya kadar geldi. Burada durup genç kadının aptallık edip aralık bıraktığı kapıdan içeriyi gözetlemeye karar verdi.
Kızıl saçlarının buklelerini, tokaları çıkartarak sıkı topuzdan kurtardı. Sonra sırtındaki kanatların bağını çözüp onları bir kenara fırlattı. Beyaz kostümünün fermuarını çekip beyaz ve rahatsız olduğu belli elbiseyi çıkartığında yarı transparan leotardıyla kalmıştı. İş gözetlemeden dikizlemeye dönüşse de genç adam gözlerini, omzuna biri dokunana kadar kızdan ayırmadı.
Omzuna dokunan kişiye bakmak adına arkasına döndüğünde aynı zamanda kafasını kaldırmak zorunda da kalmıştı çünkü bu kişi dört akrobatı aynı anda kaldırarak güç gösterisi yapan, iki metre on santimetrelik Büyük Adam'dı. Koyu kahve ten rengi ve inci beyazı dişleriyle üstten üstten güldüğünde kuzu görmüş bir kurda benzemişti :
"Patronun imza günü yarın, eğer onu görmek istiyorsan yarın tekrar gel seni ergen çocuk." Gülüşü silinerek kaşları korkutucu bir şekilde çatılırken öne doğru eğildi. "Dikizleme hizmeti vermiyoruz çünkü-" Büyük Adam'ın sözü bitmeden bacak arasına sert bir tekme attı, gerçek adı Bill olan Büyük Adam acıyla öne doğru eğildiğinde de arkasına geçip sırtına çıktı ve bir eliyle ağzını kapatıp boştakiyle boğazına sarıldı.
Genç adam, Bill ondan kurtulmak için silkelenip çabaladıkça daha çok boğazını sıkıyordu. Bill bayılıp yere yıkılınca ses çıkartmadan onu kuytu bir köşeye taşıdı ve nefes aldığından emin oldu. Sonuçta onunla bir derdi yoktu, ona boşuna zarar vermek istemezdi.
Kıza geri döndüğünde onun makyaj masasının koltuğuna oturmuş, yüzündeki kat kat boyayı sildiğine şahit oldu. Pointeleri bağları açık olarak sandalyeden sallanıyordu, çıplak bacakları da su dolu bir kovanın içinde dinleniyordu. Telefonu çaldıktan sonra kovadan çıktı ve üzerine kazak ile pantolon giyerken genç adam onun sular damlatan, yara içindeki ayaklarını gördü. Dans ederken, pointelerin içinde o kadar zarif görünen ayakları aslında ne kadar da çirkindi!
Tamamen giyindiğinde kapıya doğru ilerledi, genç adam kapının açılacağı tarafın arkasına geçip saklandı ve kız dışarı çıkıp uzaklaşırken o da yola çıktı. Genç kadın, kendisini kaldığı otele götürecek arabaya bindiğinde adam da vakit kaybetmeden aracına yerleşti ve motoru çalıştırdı.
Paris sokaklarının iz sürmeye uygun olmamasına içinden laf saydırsa da onları kaybetmemiş, otele kadar gelmişti. Gerçi otelin yerini zaten biliyordu fakat yine de buraya gelip gelmeyeceklerinden emin olamamıştı.
Bina girişinde hedefinden ayrıldı, ne yazık ki bu sefer içeri elini kolunu sallayarak giremezdi. Gerçi ayrı bir plânı olmasa hiç giremezdi.
Kuytu bir köşede kırmızı soluk ceketinden kurtuldu ve üzerindeki güvenlik üniformasıyla kaldı. Görevli kılığında, dikkat çekmeden otele yaklaştı. O sırada etrafı kolaçan eden, biri genç adama yakın olmak üzere beş gerçek güvenlik vardı. Kendine yakın olanı ilk def edilecek kişi olarak seçip gayet rahat bir şekilde yanına yürüdü ve orta yaşlı adama cana yakın bir sesle :
"Bonsoir monsieur! (İyi akşamlar bayım!)" dedi. Karşısındaki onu şöyle bir süzdü.
"Bonjour jeune homme. (Merhaba genç adam.)" Gülümseyerek ekledi. "Je pense que tu es nouveau. Je ne t'ai jamais vu ici auparavant.(Yenisin sanırım. Seni daha önce hiç burada görmemiştim)"
"Oui, c'est ma première patrouille. (Evet, bu benim ilk devriyem.)" Onunla beraber devriye adı altında ilerlerken kameraların görmediği, kör bir noktada harekete geçti. Herifin ensesinden tuttuğu gibi başını sertçe duvarla buluşturdu ve onu bayılttı, sonra da bedenini fark edilmeyecek bir yere taşıdı. Diğer tüm sorun çıkartabilecek görevlilere de aynı numarayı yaptı. Hiçbiri onun mükemmel aksanlı Fransızcası ve tatlı yüz ifadesinden bir şey anlamamıştı.
Güvenliğini sağladıktan sonra doğru dairenin konumunu bulup kendini ona göre hizaladı. Cebindeki kamera köreltici cihazı çalıştırıp yakasına yerleştirdikten sonra da kolona tırmanmaya başladı. Genç kadının Eyfel Kulesi'ni gören balkonuna geldiğinde korkuluğa zıplayıp parmaklıklara tutundu ve kendini çekti. Küçük balkonun koyu renk, mat perdeleri çekilmemişti. Bu yüzden kilidi maymuncukla açarken dışarıdakiyi, içeridekinin ruhu bile duymadı.
Perdeler yere kadar uzandığı için değil, oda çok büyük ve karanlık olduğu için de değil, kadın farklı işlerle uğraştığı için fark edilmemişti ve genç adam onun ne haltlar yediğini anlamamıştı. Duvara dayanmış büyük aynanın karşısında, yerde diz çökmüştü ve içerinin zifiri karanlığı yalnızca etraftaki mumlar yüzünden bozuluyordu. Adam ses çıkartmayan adımlarla onun arkasına geçti, kemerindeki silahı çıkartıp emniyet kilidini açtı. İşte bu, onu yakalatan şey olmuştu:
"Kim var orada?" Genç adam, silahının namlusunu, kızın başına dayanağı bekledi cevaplamak için.
"Deniz Akrenk." Aklına ilk karşılaştıkları an geldi. Kadının gerçek yüzünü görmeden önce, onun ne kadar güzel olduğunu düşünmüştü. Telefon numarasını almayı ve flört etmeyi bile planlamıştı. "Beni tanıdın mı Efsun?"
"Sen de kimsin ve odamda ne işin var?"
"Kırıldım ama! Beni nasıl tanımazsın?"
"Şimdi defolup gitmezsen çığlık atacağım."
"Ses çıkartmamanı tavsiye ederim çünkü bu mumlar gerçekten çok hoş duruyor, onları kanınla söndürmek istemem." deyip namluyu kafasına daha çok bastırdı. "Dört yıl önce, henüz siz bu kadar ünlenmemişken sirkinize gelmiştim. Yanımda altı yaşındaki kız kardeşim vardı: Nehir. Senin yanından geri dönmedi."
"Yani?"
"NEREDE O?!" Fısıltıyla bağırmak buna denirdi.
Sirk beş yıl önce Efsun'un eline geçmişti. O zaman daha on yedi yaşında olmasına rağmen batmış durumdaki bir sirki dünyanın her yerinden davet alan bir sirk haline getirmişti. Yaşadığı onca zorluk ona abcak basamak olabilmişti.
Sirk Efsun'un ilk eline geçtiği sıralarda da Deniz, balerinleri çok seven küçük kardeşinin doğum gününü kutlamak için bu gösteride karar kılmıştı. Hem bileti ucuzdu hem de bale gösterisi vardı.
Kapanıştan sonra Nehir'in ısrarı üzerine Efsun'u bulmuşlardı. Kız daha kostümünü çıkartmamış olmasına rağmen onlara çok nazik davranmış ve Nehir'in dergisini imzalamıştı, sohbet etmişlerdi :
"Büyüyünce senin gibi bir balerin olabilir miyim sence?" Diz çöküp Nehir'in boyuna geldikten sonra cevaplamıştı.
"Hayır, sen benden çok daha iyi bir balerin olacaksın ufaklık. Sende o ışığı görüyorum." Ardından Deniz'e göz kırpmıştı ve yirmi yaşındaki genç delikanlının kalbi teklemişti.
Her şey buraya kadar iyi ve güzeldi ancak Deniz tuvalete girdikten sonra işler değişmişti. Deniz, tuvaletten çıktıktan sonra Nehir'i en son görüldüğü yer olan Efsun'un yanı başta olnak üzere hiçbir yerde bulamamıştı, kimse onu görmemişti. Küçük kız sanki yer yarılmış da içine girmişti. Onunla ilgili bulunan tek ipucu Efsun'un giyinme odasında bulunan dergisi ve oyuncağıydı. Zaten polis kardeşinin eşyalarını kadının odasında bulununca emin olmuştu Efsun'un kardeşini kaçırdığından. Nehir kaybolduğunda onun orada olmadığını kanıtlayan insanların varlığı umrunda bile değildi.
Şimdi de Nehir'i bulmak için Efsun'un arkasından Paris'e gelmişti :
"Neyden bahsettiğini bilmiyorum-"
"Bana palavra anlatma. Sabrım tükeniyor." Cidden öyleydi. "Nehir senin yanına gitmişti, sonra birden kendisi ortadan kayboldu ve eşyaları senin odandan çıktı. Bu ne demek olabilir sence?"
"Sen soruşturma geçirdiğim kayıp vakasındaki kızın ağabeyi misin yoksa?"
"Aynen öyle." Namluyu kızın kafasına vurdu, Efsun acıyla inledi.
"İyi de benim o sırada orada olmadığımı tasdikleyen tanıklarım vardı-"
"Sahte tanıklarınla sadece polisleri kandırabilirsin, beni değil. Son kez soruyorum, kız kardeşimi nereye kaçırdın?"
"Bak, kardeşin hakkında hiçbir bilgim yok. Yanlış kişiyi sorguluyorsun."
"Hadi canım ya! Nehir senin yanından geri dönmüyor ve yanındaki tüm eşyaları odandan çıkıyor ama onu kaçıran sen değil misin? Evcil tavşanın yemiştir zaten kardeşimi!"
"Evcil tavşanımın olduğunu nereden biliyorsun?"
"Sirkinde madde bağımlısı ve çocuk tacizcisi zenginleri ağırladığını da biliyorum." diye korkutucu bir şekilde fısıldadı Efsun'un kulağına. "Ne oldu, sustun ya?"
"Aldığın bilgiler eksik." Kadının sinirlendiği belli oluyordu.
"Sirkini ünlendirecek finansmanı sağlamak için onlara para karşılığı masum çocukları sattığını söylemeyi mi unuttum yoksa-" Deniz namlusunu zorlayan kuvvetin yok olduğunu yeni fark ederken kolundan tutulup çekilmesine karşı koyamadı ve kendi yerde yüzükoyun yatarken buldu. Alnını zemine çarptığı ve sersemlediği için de elindeki silahın ondan sökülüp alınmasını da engelleyemedi.
"Hayır, tüm o pislik herifleri eşek sudan gelinceye kadar dövdürüp polise teslim ettiğimi söylemeyi unuttun fakat kardeşinin kayboluşunun suçunu yükleyecek birini bulmaya o kadar odaklamıştın ki kendi gerçeklerin dışındaki gerçekleri görmez oldun." Efsun silahı camdan aşağı bırakmadan önce Deniz'in kaburgalarını, onun yerde kalmasını sağlayan, sağlam bir tekmeyle buluşturdu. "Özellikle de tüm hatanın sende oluşu gerçeğini. O geceyle ilgili hatırladığım en iyi şeylerden biri tuvalete gitmek için kardeşini yalnız bırakışındı. Kıza bir şey olmasın diye başında sen gelene kadar bekleyecek birini bulmuştum ki bir anda yok olduğunu görmüştüm ve senin onu alıp gittiğini sanmıştım." Deniz'in öfkesinin tamamını üstüne çeken bir konuşma yaptıktan sonra aynanın önüne geçti. "Ben güvenliği çağırmadan önce gitmek için tam olarak bir dakikan var-"
"SEN BİR YALANCISIN!" deyip Efsun'un üzerine atladığında ikisi birden düştüler ve mumlardan bir devrildi, yuvarlanarak perdenin yanına gitti ve onu tutuşturdu.
Deniz Efsun'un üzerine tüm ağırlığını vermiş ve onu küçük bir alanda kıstırmıştı, yüzüne ardı arkası kesilmeyen, acımasız yumruklar yağdırıyordu:
"Kardeşim nerede? Sana söyle dedim! SÖYLE!"
"Çekil üstümden lanet olası!" Efsun ondan kurtulmak için debeleniyordu. "Saatin üç olmasına yalnızca iki dakika kaldı!"
"Saat de çok umrumdaydı!" İkisininde umrunda olmayan bir şey daha vardı: bir perdeden diğerine, perdelerden diğer eşyalara sıçrayan alevler. Onlar dövüşürken odanın neredeyse tamamını ateş ve duman sarmıştı.
Deniz ve Efsun birbirlerini pataklarken birden aynadan ateşi sönük bırakan bir ışık yayıldı ve Efsun dağılan dikkatinden dolayı fazladan bir darbe aldı :
"Bırak beni! Sana yalvarıyorum, rahat bırak beni! Hiç vaktim kalmadı!" Ne yazık ki haykırışlarını kâle almıyordu Deniz.
Efsun, onun kendisini hapsettiği alandan çıkmak için adama kafa attı ve kalkmak için fırsat buldu ama aynaya uzandığında Deniz onu bacaklarından geriye çektiği için hevesi kursağında kalmıştı. Yüzeye yalnızca işaret parmağı dokunabilmişti :
"OLAMAZ!" diye çığlık attı bir yandan ağlarken. "HAYIR!"
Aynanın yaydığı ışık birden söndüğünde Deniz hiçbir şeyi bilmediği için hâlâ yapmaya çalıştığı tek şey Efsun'a zarar vermekti. Bu yüzden onun hıçkıra hıçkıra ağlamasına mânâ verememişti. Gerçi genç adam, odanın içindeki alevlerin birden nasıl hareketlendiğini de görmemişti :
"Az önce ne b*k yediğinden haberin bile yok lanet olası!" Yüzündeki hayal kırıklığı ve üzüntü, nefret ve kine bırakmıştı yerini. "Biliyor musun, zavallı kız kardeşinin kayıplara karışmasıyla ilgili hiçbir fikrim olmasa da seninkinde bizzat rol oynayacağım!" dedi ve attığı yumruk, Deniz'in burun kemiğini sızlattı.
Deniz, onu iki yakasından tuttuğu gibi kaldırdı fakat Efsun'un karnına dizlerini geçirmesiyle ikisi de yere düştüler. Genç kızın kafası aynaya çarpmış ve canı yanmıştı. Sırtının aynayla tamamen temas ettiğini hissettiğinde de ne kadar tehlikeli bir yerde durduğunu anladı, Deniz'in çenesine tekme atarak onu kendinden uzaklaştırmaya çalıştı fakat nafile. Adamın sinirden gözü dönmüştü. Efsun'u zayıf noktası olan ayaklarına vurarak yavaşlattı. Kız acıyla çığlık atmıştı :
"Sen kimin kız kardeşine zavallı dediğini zannediyorsun? Bu ne cürret!" Efsun onun bileklerini yakalayıp sabit tutmaya çalıştı.
"Asıl sen kiminle uğraştığını bilmiyorsun." Deniz'in ona vurmasını önlemek ve hareket etmesini kısıtlamak iyice yorulan kız için zorlaşmaya başlamıştı. "Ben Joker'im." diye fısıldadı, kendisini rahatlatmak için. "Ben iki dünyaya da ait, iki dünyanın da parçası bir anahtarım. Ben Joker'im." İyice tost olduğu yerde bir anda sırtını nemlendiren ıslaklığı kan zannetmişti Efsun.
Ezberden okuduğu cümlelerin Deniz için hiçbir önemi yoktu, zaten ne demek olduklarını da anlamamıştı fakat evren neyse ki onun kadar bilgisiz değildi. Efsun'un karşı koyma çabalarından kurtularak kızı aynaya çarptığında ikisi de ne olduğunu anlayamadan yuvarlandılar.
Neresi olduğunu bilmedikleri bir yerden içeri girerlerken, insanların onlardan geriye bulacağı tek şey bir avuç kül olacak; cesetleri yanıp gitti zannedeceklerdi.
♣️♠️♦️~♦️♠️♣️
"Hoş geldiniz Umut Bey. Şöyle buyrun." Adam yavaşça gösterilen koltuğa oturdu. Geldiğinden beri tek kelime etmemişti. "Sizinle ne hakkında konuşmak istediğimi biliyor musunuz?"
"Tahmin edebiliyorum." Kadın adamın gerildiğini çok net hissedebiliyor ve görebiliyordu.
"Lütfen gerilmeyin. Ve kızınız Efsun hakkında konuşmak istiyorum."
"Sizi dinliyorum."
"İlk olarak sizi çok takdir ettiğimi bilin lütfen. Daha önce sizin kadar ilgili bir baba görmedim. Sanki kızınızdan özel hayatınızın bütününü oluşturuyor gibi. Oldukça genç yaşınıza rağmen her şeyiyle ilgileniyorsunuz, üstelik bir çocuğa hem anne hem baba olarak yetmek cidden çok zordur. Bunu başarabilen insanlar bir elin parmaklarını geçmez. Sizin gibi olabilmesi ayrıca neredeyse imkansızdı bana göre. Ancak..." Çayından bir yudum alarak devam etti. "Kızınız bir hayal dünyasında yaşıyor. Annesinin onu Harikalar Diyarı'nda beklediğini zannediyor. Ve sizi üzmek kesinlikle istemem ama annesi öldü-"
"Bunu bende biliyorum."
"Tabi ki ve onunda bilmesi gerek."
"Nasıl yani? Neden?"
"Şu yüzden: Çok yakın bir akrabası ölen küçük çocukları gerçeklikten koparan en büyük unsur ölen kişinin bir yerde beklediği, saklandığı gibi yalanlardır. Yok o seni burada bekliyor, yok bu orada, yok şu şunlardan şurada saklanıyor. Kırmızı kar yağınca yanına gelecek, inekler uçunca beraber yaşayacağız. Bakın ben başarısız bir baba olduğunuzu asla ama asla söylemiyorum, ama yaptıklarınız kızınızı gerçeklikten koparıyor."
"Ne yapmamı öneriyorsunuz?"
"Ona annesinin öldüğünü, normal bir insan olduğunu, masalların ve Harikalar Diyarı'nın gerçek olmadığını söyleyin." Buz gibi olan çayı çöpe döktü. "Özellikle Kırmızı Kraliçenin var olmadığını. Çünkü kapalı bir kapının arkasında Kırmızı Kraliçe var zannedip neredeyse altını ıslatıyordu."

Comments