top of page

Şapkacı -4- "Kabus"

Cenazeler ölüler için yapılmaz. Yaşayanlar için yapılır. Angie Thomas, Sessiz Kalma

♣♠♦ ~ ♦♠


Üst katın merdivenlerini ikişer ikişer çıktım. Yataklar, dolaplar, çekmeceler, biblolar, tablolar, çerçeveler, çay ve şapka takımları, kutular, dikiş malzemeleri, patronlar, çizimler, kumaşlar ve eski bir dikiş makinesi derken her yer her yerdeydi, düzen namına hiçbir şey yoktu.

Kısacası ev tam beklediğim gibiydi.

Gözlerim toz ve gözyaşı yüzünden yanıyordu.

Burası babamın eviydi: Çılgın Şapkacı'nın. Herkesin -bir zamanlar ben de öyle zannediyordum- bir masaldan ibaret olduğunu sandığı yerin en az benim kadar gerçek olması içimin içime sığmamasına neden oluyordu.

Babamın yatak odasına girip orayı daha detaylı inceledim. Burada, diğer odalara göre daha çok fotoğraf ve şapka vardı. Yatağın kenarındaki komodinde bir çalar saat duruyordu, önünde salmış saksı çiçekleri bulunan camsız pencerenin rengi atmış bir perdesi açıktı ve duvardaki bir tokayla sabitlenmişti.

Çerçevelerdeki kareler annem ve babamın gençliğinden, annemin karnı burnunda olduğu zamanlarla benim bebekliğime kadar uzanıyor ve orada kesiliyordu. En son fotoğrafta annesinin kucağında, ebeveynlerinin yüzündeki gülümsemelerin zorlama olduğunu -hiçbir şeyden haberi olmadığı gibi- bilmeyen en fazla birkaç aylık bir bebektim.

Başka hiç fotoğrafımızın olmamasının sebebi sonuncusunun ardından annemin Kırmızı Kraliçe tarafından rehin alınması ve babamın beni kurtarmak için Dünya'ya kaçmasıydı.


Eski perdeleri tokasından çıkartıp rüzgar ile dolmalarını izledim. Camdan dışarı, ailemin bir zamanlar huzurla yaşadığı yere, Harikalar Diyarı'na, yeşil kırlara ve saraya baktım. Babam ve annem eskiden olduğu gibi şimdi de buradaydı. Bundan emin olduğum kadar hiçbir şeyden emin değildim.

Ve onları bulabilirdim. Bulabilirdim, bunu yapabilirdim:

"Sen... İyi misin?" Arkamı dönüp Deniz'e baktığımda Jon Snow tarzının onda aslında çok da kötü durmadığını fark ettim.

"Harikayım. Hayatımda hiç bu kadar iyi olmamıştım." Cama çıkıp oturdum. Ayaklarımı aşağı sarkıttım.

"Ama ağlıyordun."

"Daha duru görebilmek için arada ağlamak lazım. Gözler yoksa nasıl temizlenecek?" Tek kelime anlamadığı belliydi, belki aynı dili konuştuğumuzdan şüpheleniyordu.

Bu çocukla nasıl anlaşacaktım ben?

Ben alt kata inerken Deniz de arkamdan geldi, göz yaşlarımı parmak uçlarımla sildim:

"Kendine buradan yani alt kattan bir oda seçip ve o kıyafetlerle hiç rahatmış gibi durmuyorsun bu yüzden üzerini değiştir derim. Her yerde kıyafet var zaten, sana uyacak bir tane bulursun illaki. "

"Alt kattan?"

"Papağan gibi dediğimi tekrarlamanın lüzumu yok, gayet de anladığın gibi alt katta kalacaksın çünkü ben babamın odasında yani üst katta olacağım ve daha buraya gelmeden önce beni az kalsın öldürüyordun. Yakın odalarda kalmak için henüz erken." Ellerini dua eder gibi yukarı kaldırdı. Güldüm ama doğruydu. Ona güvenmiyordum.

Ve kolay kolay da güvenmeyeceğim. Birçok yerden parçalanmış bir kızın güvenini kazanmak üzgünüm ama çocuk oyuncağı değil.

Kendi odama dönmeden önce Deniz'in kapısını kitledim ve ona bunun kendi güvenliği için olduğunu söyledim. Sonuçta bir masal diyarındaydık ve ne olacağı belli olmazdı.

İnandığını ve hoşlandığını zannetmesem de karşı çıkma hakkı olmadığını o da biliyordu.

Babamın odasının karmaşıklığından yararlanarak ortalığa saçılmış giysi yığınından bir gecelik çıkartıp üstüme giydim. Kumaşı ince ve yumuşacıktı, belinde bir kuşak vardı. Annemin olduğuna kendimi inandırdım.

Yatakta tanıdık olmayan, uyku getirici bir koku vardı. Açık pencereden giren Ay ışığı, tam olarak yüzüme vuruyordu. Gözlerimi kapattım ve kısa süre içinde uykuya daldım.

Küçükken "Lütfen bu gece rüya göreyim." şeklinde dileklerde ve dualarda bulunurdum. Aynısını şimdi yaptığımda ters tepip berbat bir kabus göreceğimi düşünmemiştim.

Harikalar Diyarı'ndaki ilk gecemi işkenceye çeviren bir kabus yerine bana geçmişim ile ilgili tatlı bir anıyı hatırlatacak ya da geleceğim hakkında birkaç ipucu verecek bir rüya görme umuduyla yatmıştım. Yine de yataktan yeni atılmış füze gibi fırlama sebebim bu değildi.

Ne yaparsınız, insan her sabah dibinde tıpkısının aynısı iki yumurta surat ile uyanmıyor.

İlk çığlığı ben attım. Benim ardımdan Tweedledum ve Tweedledee aynı anda, benden daha yüksek bir çığlık attılar. Sonra senkronize bir onlar bir ben, bağırmaya başladık. Onlar birbirlerine sarıldıklarında koşarak odadan kaçtım.

Merdivenlerin son basamaklarını inerken Deniz'in sesi ve koşuşturma hareketlerinden oluşan bir gürültü dikkatim birden dağıttı ve geriye kalan merdivenlerden yüzüstü yere kapaklandım. Arkamdan -çığlık atarak- koşan iki tane dev yumurta, benim ayağıma takılıp üzerime düştü. Tabii onların ardından üstüme yüklenen Deniz'in ağırlığını -yumurtalarınki azmış gibi- resmen hücrelerimde hissettim. Merdivenler resmen karnıma girmişti.

Son yuvarlanma üstümdeki yığına katılmadı. Sadece "Ah, uh!" tarzı seslerle tam önüme düştü. Başımı yukarı kaldırıp uzun kulaklı, elinde paslanmış bir el saati tutan hayvanla karşılaştım ve Beyaz Tavşan'a gülümsedim:

"Geç mi kaldın?" Gözleri yukarıya, üstümdeki yığına, kaydı.

"Geç kaldık!" Ah, bu lanet olasılar ne kadar da ağırdı! Neredeyse değil, dümdüz bağırdım.

"Kalkın üzerimden, masal kahramanları ve onların arasına karışmış ahmak!" Özürler dileyerek kalkmalarıyla merdivene oturdum ve belimi gerdirdim. İncitmediysem şanslı sayacaktım kendimi.

Deniz elimi tutup çekerek ayağa kalkmama yardım etti:

"O ahmak ben mi oluyorum?"


"Nasıl da biliyorsun kendini!"

"Kalbimi kırıyorsun!"

"Sen de az daha belimi!"

"N'oldu daha dün akşam kavga yok diye konuşmuştuk?"

"N'oldu daha dün beni öldürüyordun?" diye onu taklit ettim.

"Neler oluyor ya?" Evin tuvalet olması gereken yere yürürken konuşarak arkamdan geldi. Hâlâ her adımımda ağrıyan belimi tutuyordum. "Bu hallerin hiç hayra alamet değil, çocuğunun ilk bezi çöpe atılmış lohusa gibisin. Neden?"

"Kabus gördüm. Dün gece." Bakışı bir tablo olsaydı adı kesinlikle "Ciddi misin?" olurdu.

"Süt ve kurabiye getireyim mi bebeğim?"

"Kes sesini Deniz. Gerçekten iğrenç bir rüyaydı."

"Baba ile böyle konuşmak çok ayıptır Efsun." Beni en ölümcül yüz ifademi takındıracak kadar sinir ettiğinde aslında masum masum yüzümü yıkamak ile meşguldüm. O ise kapıda kollarını birleştirmiş, gülüyordu.

"Kes seni dediğimi çok net hatırlıyorum!"

"Uslu bir kız olmazsan kurabiye yiyemezsin-" Sıvı sabunun kapağını çıkartıp sabah kalkar kalkmaz taradığı bakımlı saçlarından aşağı döktüm. Anında sustu ve dudakları "O" şeklini aldı. Çeşmeyi kapatıp onu kenara ittirdim, koştum. Hemen beni kovalamak için yol konuşmamıştı tabii ki de, değerli saçlarını kurtarmanın öncelik sırasındaki yeri benden öcünü almaktan çok çok öndeydi.

Aslına bakılırsa, ben de bunun için koşmuştum. Ondan çok daha fazla saçım vardı. Üstelik kızıl azlığı hesaba katılırsa benimkiler oldukça da değerliydi.

Bunun için kaçarken bahçeye çıktığımda masada çay partisi yapan kişileri gördüm ve şok geçirdim.

Beyaz Tavşan, Sırıtan Kedi, Tweedledum ile Tweedledee ve Alice açık mavi bir masa örtüsü serilmiş masada, çayı ve kurabiyeleri -artık oturduğu yerde sadece arkadaşlarının onu anmak adına koyduğu şapkası bulunan- Çılgın Şapkacı hazırladığı için önlerinde boş fincanları ve yemeyecekleri belli küflenmiş kurabiyeleriyle oturuyorlardı.

Alice beni görünce ayağa kalkıp doğrudan yaşarmış gözlerime baktı. Şu aralar çok sulu göz olmuştum. Ama o da ağladığından sorun etmedim.

Tüllü ve uçları dantelli elbisesi, küllü sarı ve kıvırcık saçlarıyla babamın anlattığı ve resmettiği gibiydi. Ne eksik, ne fazlaydı. Belli ki biraz yorgundu, göz altlarında mor torbalar ve yüzünde birkaç kırışıklık oluşmuştu ama bunlar normal şeylerdi.

Arkamda -anlaşılan intikam almayı ertelemiş olan- Deniz'in varlığını hissettim. Yanaklarını ıslatan tuzlu damlaları bileğimle temizleyecekken vazgeçip özgürce akmaları için onlara şans tanıdım:

"Efsun?"

"Alice?"

Birbirimize koştuk ve buluştuğumuzda ince beline kollarımı dolayarak ona sımsıkı sarıldım, başımı omzundaki şeker ve çay kokulu çukura gömdüm. Elbisesinin dantelleri açıkta kalmış bacaklarıma değip tenimi ısırıyordu.

Alice'e sarıldığım zaman yalnızca Alice'e değil; çocukluğuma, kaybettiklerime, masallara sarılmış gibi hissettim. Sanki bir anlığına içimde açılan boşluklar dolmuş, tüm sorunlarım yok olmuştu.

Ne yazık ki gerçekler bundan çok çok farklıydı.

Ama kısacık bir an için de olsa bana iyi böyle hissettirebildiği, burada olabildiği için bile ona minnettardım.

♣♠♦ ~ ♦♠♣ Genç kız etrafına bakındı.

Yüzlerce hatta binlerce robot misali donuk, ifadesiz insandan oluşan bir kalabalığın içindeydi. Herkes öylece tek bir yöne doğru gidiyordu ve kimse konuşmuyordu.

Kız birini durdurmak için omzuna dokundu, işe yaramayınca başkasına seslendi, bu çabası da başarısız olunca birini omuzlarından yakaladı ve:


"Nereye gidiyorsunuz?" dedi. Dönüt alamadı. "Neden cevap vermiyorsun?" Adam genç kızın tutuşundan kurtulup yürümeye devam etti. Kızcağız korkmaya, endişelenmeye başlamıştı.

Sürüyle insan, o adam gibi tek kelime etmeden yürüyordu.

Genç kız, birinin karnına flüt saplı olduğunu gördüğünde dehşete düştü. Karnından kanlar süzülüyordu hiçbir şey olmamış gibi yürüyordu.

Başkasının sağ gözü olması gereken yerde kırmızı bir elma vardı ve yüzünün sağ kısmını kırmızıya boyamıştı. Çenesinden omzuna damlayan kızıl damlalar korkunçtu.

Kalabalığın içinde yok yoktu. Camdan topuklu ayakkabısı sırtında açılmış bir deliğe konmuş mu dersiniz, sihirli fasulyeler tenine dikilmiş mi?

Kız titriyor ve ağlıyordu. Bağırdı:

"Sizin derdiniz ne?" Gerçekten çok korkuyordu. Neler olduğunu bilmiyordu.

İnsanların yürüye yürüye bir faleze geldiklerini fark etti. Onları iterek önlerine geçtiğinde, hiçbirinin durmadığını gördü. Uçuruma yürüyorlar ve normal bir şeymiş gibi düşüyorlardı. Uçurumun dibindeki denizin mavisi parçalanmış cesetlerin kanlarının kızılıyla karışıyordu.

Kız orası burası kopmuş bedenleri görünce yüzünden irkilerek geri çekilirken herkes atlamaya devam ediyordu. Atlayan atlayanaydı ve yürüyen insan sürüsü sonsuzmuşçasına bitmek bilmiyordu.

Bu insanlar kesinlikle delirmişti. Başka bir açıklaması olamazdı.

Ve yana doğru baktığında onları gördü. O an, işte o an kız da delirdi.

 
 
 

Recent Posts

See All

Comments


  • Pinterest
  • Tumblr Social Icon
  • Instagram

©2020 by Kelime Ressamı. Proudly created with Wix.com

bottom of page